Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Diğer » Bir şehir bir portre

Bir şehir bir portre

Bir şehir bir portre03 Aralık 2025 - 03:12
Lefkoşa’nın bölünmüş merkezi olan Surlariçi’ni bölgede çocukluk ve gençlik yıllarını geçirmiş, burada gerçekleşen birçok kültürel etkinliğe katılmış ve bazılarını da organize etmiş olan Burak Şimşek anlatıyor.
TURAN AKSOY
turan_aksoy@hotmail.com
 
Kıbrıs’ın sanat ve kültür hayatı üzerine yazmayı düşündüğümde önceliğim Lefkoşa oldu. Lefkoşa iki toplumun en sık buluştuğu; farklı ülkelerden gelen turistlerin, sanatçıların, yazarların ve bilim insanlarının da iki tarafı görme imkânı bulduğu bir şehir. Sergiler, konserler, söyleşiler ve akşam yemekleriyle canlı bir kültürel ortam sunar. Bu özellikleriyle siyasetçilere bağlı olmadan çatışmalara çözüm arayışları geliştiren, insanları ve farklı görüşleri bir araya getiren bölünmüş bir kenttir.
 
Lefkoşa’nın çatışma ve savaş sonucunda ikiye bölünmesi örneğinde olduğu gibi kentsel tasarımda ve kentlerin düzeninde rol oynayan tesadüfler ve zorunluluklar şehirlerde insan hareketliliğini yönlendirdiği kadar düşünce biçimlerini ve davranışları da etkiler. Kamusal alan düşüncelerin ve davranışların şekillendiği yerdir. Konu Lefkoşa ve sanat yaşamı olduğunda ise dikkati Surlariçi’ne çevirmek gerekir. Surlariçi, Lefkoşa’nın bölünmüş merkezi olarak tarihi, mimarisi ve sosyal dokusundaki kırılmaları ve çatışmaları gözlemleyebileceğiniz bir alandır.
 
Bu yazıyı geliştirmek için Bekir Şimşek ile konuşmak istedim. Bunun nedeni sekiz yıldır Kıbrıs’ta yaşayan biri olarak gözlemlediğim kadarıyla Surlariçi imgesini yaratan kişilerden birinin kendisi olması. Lefkoşa’nın Surlariçi olarak bilinen tarihi bölgesinde çocukluk ve gençlik yıllarını geçirmiş, burada gerçekleşen birçok kültürel etkinliğe katılmış ve bazılarını da organize etmiştir.
 
 
Bekir Şimşek
 
Siz burada büyüdünüz, dans edip etkinlikler organize ettiniz. Dolayısıyla mekânla güçlü bir bağı olan dans aracılığıyla Lefkoşa’yı deneyimlediniz. Bize biraz anlatır mısınız?
 
Dansa başlamam yavaş yavaş oluşan bir şeydi. Lefkoşa Surlariçi’nde büyüdüm. Abdi Çavuş Mahallesi’nin Laleli Camii Sokağı’nda, taş sokakların, eski evlerin, Çağlayan Parkı’nın yüksek surlarının arasında geçen bir çocukluk… Her şey biraz dar, biraz sessiz ama bir o kadar da hayâl gücüne açıktı. Mahallede herkes futbol oynar, bisiklete biner ya da pirilli oynardı. Ben ise daha çok kendi başıma hareket ederdim. Ağaçların yere vuran gölgelerini izler, onlar nasıl kıpırdarsa ben de öyle kıpırdardım. O zamanlar bunun bir adı yoktu. Ne dans diyordum ne de başka bir şey. Bu sadece benim oyun biçimimdi. Sessiz ama bana çok iyi gelen bir hareket hâliydi. Yıllar sonra bir gün evde televizyon izlerken Bomfunk MC’s’in “Freestyler” klibiyle karşılaştım. Gördüğüm şey beni büyülemişti. Klipteki o adamın yaptığı hareketler, bana o zamana kadar yaptıklarımı hatırlattı ama daha sistemli, daha güçlüydü. İşte o anda yıllardır oynadığım şeyin aslında dans olduğunu fark ettim. Klibi defalarca izledim ve hareketleri kendi kendime denemeye başladım. Her gün biraz daha fazla çalıştım, yere düştüm, tekrar kalktım ama vazgeçmedim. Kısa sürede okulda benim gibi birkaç çocukla tanıştım. Ne plan yaptık ne de isim koyduk ama kendi kendimize bir dans grubu olduk. Sokaklarda, okul bahçelerinde, boş alanlarda dans etmeye başladık. Tabii ki o zamanlar insanlar buna çok alışık değildi. Özellikle Surlariçi gibi tarihi ve sosyo-politik açıdan karmaşık bir bölgede sokakta dans eden gençler birçok kişi için ‘fazla görünür’ hatta ‘rahatsız edici’ bir figürdü.
 
 
Saray o¨nu¨, Turan Aksoy (arkada) ve Bekir S¸ims¸ek (o¨nde).
 
Bize biraz kendi Lefkoşa’nızdan, Surlariçi’nden bahseder misiniz?
 
Surlariçi mimari olarak geçmişin izlerini taşıyan, dar sokakları ve surlarla çevrili yapısıyla fiziksel bir sınır hissi yaratan bir yerdi. Ancak bu sınırlar sadece taşlardan oluşmuyordu. Zamanla bu bölge kültürel, sınıfsal ve etnik sınırların da somutlaştığı bir mekâna dönüştü. Bir yanda Türkiye'den gelen işçi aileleri, bir yanda farklı ülkelerden gelen öğrenciler ve göçmenler, diğer yanda bölgenin giderek azalan yerli Kıbrıslı Türk nüfusu... Aynı coğrafyada yaşayan bu grupların gündelik hayatları, değerleri ve beklentileri farklıydı. Birbirine değiyor ama temas etmiyor, aynı sokaktan geçiyor ama aynı dili konuşmuyorlardı. Bu da görünmeyen ama hissedilen bir gerilimi hep diri tutuyordu. Çocuk yaşta biz de bu ‘yabancılaşma’ duygusunu içten içe yaşamaya başladık. Sokakta dans ettiğimizde yalnızca fiziksel alanı değil, aynı zamanda görünürlüğümüzü de genişletmiş oluyorduk. Oysa bizim görünmemize alışık olmayan bir sosyal çevredeydik. Kıyafetlerimiz, tarzımız, sesimiz, bedenimiz; tüm bunlar sıradanın dışında kabul edildiği için ‘öteki’ olarak etiketleniyorduk. Lefkoşa aslında başlı başına bir hareket alanı: Yürünüyor, konuşuluyor, oturuluyor, ibadet ediliyor, iş yapılıyor, tartışılıyor… ve evet, dans da ediliyor. Ama bu çok parçalı gündelik yaşam içinde dansın var olma biçimi o mekânın dinamikleriyle sürekli çatışma hâlindeydi.
 
Benim dansım da bu mekâna göre şekillendi: Bazen meydan okuyarak, bazen geri çekilerek, bazen görünerek, bazen gizlenerek… Bazen bizi Arasta Sokak'tan kovan bir esnafla, bazen sınıra çok yakın dans ettiğimiz için gelen polisle, bazen de sadece insanların bakışlarıyla, yargılarıyla karşı karşıya kaldık. Çocuk yaşta yaşadığınız çevredeki herkese ve her şeye rağmen sürekli meydan okuduğunuzu hayal edin.
 
Break dans sayesinde tüm toplumla bir kapışma içindeydik ama bu kapışmanın sonunda kimse sarılıp birbirini kutlamıyordu. Bu yüzden dans bizim için bir estetik ifade olmaktan çok bir mekânsal mücadele biçimi hâline geldi. Çünkü biz bir hareket yaptığımızda o hareketin yankılandığı yer sadece kaldırım taşları değil, aynı zamanda bakışlar, yargılar, sınırlar ve kurallardı.
 
 
Kuyumcular Sokak
 
Surlariçi’nin, hem şehrin anlamını etkileyecek ölçüde bozulmuş mimarisi, hem de bahsettiğiniz toplumsal özellikleriyle insanları bir araya getiren anlamlı bir şeylerin eksikliği, dans ile mimari ve kentsel bağlam arasında referanslar kurmanızı zorlaştırmış olabilir mi? 
 
Bir anlamda şehrin yapısı bizi çağırdı. Mekânla ilişki kurmak, onu dansa çevirmek bizim için teoriyle değil, pratikle oldu. Hangi sokağın hangi saatinde kim gelir, nerede tepki artar, nerede insanlar izler, nerede polis yaklaşır, bunları yaşayarak öğrendik. Bu yüzden ‘okunabilirlik sorunu’ndan çok, tecrübe ederek çözülen bir bilmecesi vardı bu şehrin. Bazen bu getto hâli, bu dağınıklık, bu kırık dökük yapı yaratıcı bir motor gibi çalıştı. Çünkü biz zaten düzenin dışındaydık. Surlariçi de düzenin dışında kalan bir yerdi. Belki de bu yüzden orada kendimize ait bir ifade alanı yaratabildik.
 
 
 
 
 
Etiketler: Burak Şimşek  dans  sanat