Demirören Yayınları’ndan özel koleksiyon
Demirören Yayınları kataloğundaki Filistin, Suriye, Ayasofya ve Kariye Müzesi ile Boğaziçi konulu özel basım kitaplarıyla ajandalara tarih raflarından yorum ve değer katıyor.
Şemsiyesi altında “Koleksiyon Kitaplar”, “Özel Seri Koleksiyon Eserleri”, “Sahafiye Kitaplar”, “Türk Tarih Kurumu” çalışmaları ile “Hat Sanatları” ürünleri ve “Prestij Kitap” gibi konu başlıklarına yer veren Demirören Yayınları, 52. yaşını kutlayan Milliyet Sanat Dergisi’nin de yayıncısı olarak okurla her aybaşı kucaklaşıyor.
Yaklaşık 100’ün üzerinde kitabı kurum adresinde okur raflarına dijital yolla da kazandıran Demirören Yayınları son dönemde gündemi tayin etmekte olan kimi konulara odaklanmış yayınlarıyla da öne çıkıyor. Bu kapsamda kurumun son dönemde yayımladığı kitaplar arasında arşivsel nitelikli Filistin, Kariye Müzesi, Suriye ve Ayasofya temalı çalışmalar ile Boğaziçi temalı eserler sıralanabiliyor.
İlgili eserler içinde öncelikle yaklaşan Marmara depremine karşı T.C. Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Turizm Bakanlığı ile uzman ekipler tarafından seçilen ekiple ayrıntılı restorasyon ve bakım çalışmaları devam eden Ayasofya Cami başı çekiyor. Geçmişte, yapı restorasyonunda 1847’de görevlendirilmiş Gaspare ve Giuseppe Fossati Kardeşler’in eser onarımları ve en az 1500 yıllık UNESCO Dünya Kültür Mirası tescilli yapının onarımı sırasında ortaya koydukları 25 özgün gravürü Sultan Abdülmecid’e armağan ettiği biliniyor. İşte Demirören Yayınları da Abdülmecid’e sunulmuş bu gravürleri, proje direktörlüğünü Bedri Göğalp’ın üstlendiği, 33 x 48 cm büyük boy özel prestij seri ürünü “Ayasofya” isimli koleksiyon kitabında meraklıların ilgisine sunuyor.
Sert kapak, iplik dikiş ile 68 sayfalık çalışma, 1847 Ayasofya restorasyonu sırasında Hünkâr Girişi cephe düzenlemesi, Hünkar Mahfili, Kasr-ı Hümayun ve Ayasofya Muvakkithanesi gibi ekler yapan mimar Fossati kardeşlerden, Gaspare Fossati’nin çizimleri, dönemin yerli yabancı akademik, kültürel ve bilimsel envanterini günümüz ile karşılaştırma fırsatı da sunan, özgün bir katkı olarak gösteriliyor.
Demirören Yayınları’nın tekrar basımını Kasım 2024’te Türkçe ve Fransızca gerçekleştirdiği, ilk olarak 2023’te sunulmuş “Ayasofya” albümü, büyük boy, özel kutusu ile ve özel sertifikalı olarak koleksiyonlara kazandırılıyor. Bu vesile ile görüşlerine başvurulan Araştırmacı-Yazar Erhan Altunay ve Arkeolog Dr. Murat Sav, Demirören Haber Ajansı’na projenin iç yüzünü gündeme tabir ederken hayli önemli mesajlar da veriyor.
Altunay “Burada tapınaklar vardı, Zeuksippos Hamamı vardı, birçok bina vardı. Burası büyük bir meydandı. O günlerden hiçbir iz kalmadı. Ama çok şanslıyız çünkü Fossatti kardeşlerin Abdülmecid için Ayasofya’yı anlattıkları kitapta fotoğraf değerinde belgelerimiz var. 19. yüzyıl halini çok iyi tanıyoruz.
Demirören Yayınları’ndan çıkan bu önemli kitapta gördüğümüz bir şey var; baktığımız zaman burada binalar görüyoruz. Aslında o zamanlar Ayasofya Mahallesi vardı. İnsanlar burada yaşıyordu. Bunlar zaman içerisinde Abdülmecid ve Abdülaziz dönemlerinde tamamen yıkılmış oldu, bugüne kadar hiçbir izi kalmadı. Yok olan bu binalarla ilgili elimizdeki en güzel belgeler de bu kitapta rastladığımız gravürler,” şeklinde konuşuyor.
Arkeolog Dr.Sav’dan titiz Ayasofya portresi
Arkeolog Dr. Murat Sav ise projenin açıklamasını şöyle yapıyor: “Fossati kardeşlerin Sultan Abdülmecid döneminde yaptığı 1847 ve 1849 yıllarını kapsayan restorasyon aşamasında hem öncesiyle hem de sonrasını karşılaştırma yapmak amacıyla başvurulabilecek en güzel kaynaklardan birisi kendi çizmiş olduğu resimlerdir. Meselâ bu resimlerden bir tanesinde Ayasofya’nın dış cephelerinde nasıl değişikliklerin olduğunu görmek çok mümkün. Gaspare Fossati’nin 1847 ve 1849 yılı onarımında öncelikli olarak onarımdan önce yapıyı resmettiğini görüyoruz.
Resimlerinden bir tanesinde cepheye baktığımız zaman dış cephelerinin sadece tek renkli bir sıvayla geçilmiş olduğunu görüyoruz. Buradaki ağırlık kulelerinin üst tarafında bitim noktalarında çatıların iki yana eğimli kırma çatılar şeklinde bittiğini görüyoruz.
Fakat onarımdan daha sonraya baktığımızda bu defa Ayasofya’nın tüm cephelerinin sarı ve kırmızı renkte derzlemeyle ele alındığını görüyoruz. Ayrıca ağırlık kulelerinin üst taraflarının ise değiştirilerek yarım dairesel forma sokulduğunu görüyoruz.
İşte bütün bunlar Fossati’nin onarımının detayları ve tekniği konusunda da bize bilgi veriyor. Ayrıca dış tarafta kubbeyi kuşatan payandalara dört tane ek yaptığını biliyoruz. Bu nedenle, Fossati’nin kendi restorasyonunu aynı zamanda resmetmesi de günümüzde bu restorasyonu yorumlama açısından belgesel değer taşıyor.”
Önceki zamanlarda Ayasofya Camii girişi olarak kullanılan kapı hakkında bilgiler veren Altunay “Ayasofya Camii’nin çıkışı olan ama bir zamanlar giriş olarak kullanılan hatta Fatih Sultan Mehmet’in girdiği kapıdayız. Burası mozaiğiyle meşhur bir yer. Bir zamanlar 1930’lara kadar bu mozaiğin üzeri kapalıydı. Fossati kitabında bunu çok net olarak görebiliyoruz” şeklinde konuşuyor.
Kapının güzel bir noktası olduğunu söyleyen Dr. Sav, “Buranın güzel bir noktası var. Girdiğimiz kapı Tarsus’ta bir pagan tapınağının kapılarıyken daha sonra Ayasofya’daki bir onarım sonrası getirilerek buraya takılmış. Onun da tam karşısında, muhteşem bir mozaik pano var. Bu mozaik panoda imparator Konstantin ve Justinianos betimlenmiş. Ortada Meryem Ana ve oğlu İsa’nın bir betimi var. Meryem Ana’nın sağ tarafında bulunan figür Justinianos, elinde tutmuş olduğu ise Ayasofya. Bunun güzel bir noktası var. Yapıldığı dönem itibarıyla Ayasofya’nın mimari kimliğini de çok güzel yansıtıyor. Neredeyse özgün hali yansıtılmış. Diğer taraftaki ise İmparator Konstantin ve İstanbul kentinin bir maketini sunarken resmedilmiş. Burası da Fossati döneminin onarımlarının izlerini taşıyor. Duvarlarda mermerlerin olmadığı yerlerde alçı üzerine mermer taklidi yapılmış. O dönem Fossati onarımında yapı hem güçlendirme açısından hem de mimari açıdan bütünsel olarak ele alınmış” diye açıklamalarda bulunuyor.
Fossati’nin çizmiş olduğu mermer kapının önünde değerlendirmelerde bulunan Altunay, “Ayasofya’da mermer kapının önündeyiz. Fossati’nin yaptığı çizimlerde de burası çok güzel görünüyor. Burada ilginç olan bir şey var, iyice baktığınız zaman bu alanda mermerlerin açık olduğu ve halı olmadığı görülüyor. Burada o dönem zaman zaman namaz kılınıyor olabilir ama genelde burası namaz kılma yeri değil. Daha çok insanların oturduğu, sohbet ettiği, Kuran okuduğu daha serbest bir alan. Bu da buranın kullanımıyla ilgili çok güzel ipucu veriyor. Fossati’lerin burada izleri var” diye konuşuyor.
Dr. Sav: “Fossati’nin Ayasofya’daki izleri derin”
Fossati’nin Ayasofya’da derin izler de bıraktığını söyleyen Dr. Sav “Fossati yaptığı onarım sırasında Ayasofya’da bazı derin izler de bıraktı. Meselâ buradaki güçlendirme çalışmalarının altına da imza attı. Örneğin 12 tane sütunun alt tarafındaki kaideleri kaldırarak onları değiştirdi, yeniledi, sütunları aksa getirdi. Çünkü yüklerden dolayı biraz kaymış vaziyetteydi. Onun dışında görmüş olduğunuz kalem işi bezemeler bunların neredeyse tamamına yakını o dönem üzerinden geçildi. İç mekânda Fossati’nin derin izleri var.
Meselâ büyük oranlarda yapılmış olan çapları çok büyük Cihar yar-i güzinler var. Yine 19. yüzyılda Mustafa İzzet Efendi tarafından yazılmış olan hatlar var, bunlar da camideki yerlerini aldı. Bunun dışında elbette ki caminin içerisinde meleklerle ilgili çalışmaları da oldu. Yalnızca yüzlerini kapatma vasıtasıyla melekler yine muhafaza edildi. Mozaiklerin neredeyse önemli bir bölümü 18. yüzyılın ilk yarısında 1730’lu yıllara kadar genel itibarıyla açıktı. 1730’lu yıllarda yapılan onarım esnasında üzerleri çok ince bir badana ile kapatıldı. Ondan sonraki süreçte Fossati onarımı döneminde açıldı” ifadelerini kullanıyor.
Fossati’nin kubbe ile ilgili çalışmalar da yaptığını söyleyen Dr. Sav, şunları ekliyor:
“Kubbe’nin de güçlendirilmesi için kubbe eteğini bir zincirle kuşatıyor. Dolayısıyla o dönemki yapılmış restorasyon aynı zamanda Fossati’nin çizimlerinde de çok yer aldığından dolayı bazı konularda hem sosyolojik olarak hem yapının kullanımı hem de yapısal anlamda çok önemli detaylar içeriyor. Hatta bu kitap 1852 yılında yine Sultan Abdülmecit’in desteğiyle Londra’da yayımlanıyor. O yayınlandıktan sonra da bunun özel bir albüm şeklinde Demirören Yayınları tarafından tekrar yayımlanması muhteşem bir çalışma. Böylelikle o dönemin onarımının neler yapıldığı hem o dönem hem öncesi hem de günümüzdeki haliyle daha net çizgilerle karşılaştırılması mümkün olabiliyor.”
‘Kariye Chora’nın dönüşümü de kütüphanede
İstanbul’da onarım, tarih ve dönüşüm konusunda Ayasofya demişken, yine Demirören Yayınları’nın “Ayasofya” koleksiyon kitabı ile geçen yılın Aralık ayında okura sunduğu “Kariye Chora: Kiliseden Camiye Bir Dönüşüm Hikâyesi” de bu sıradaki yerini alıyor. 14. yüzyılda tarihin ilk sanat destekçilerinden sayılan Theodoros Metokhites’in bugünkü şeklini verdiği Bizans ikonu yapıya adanan Türkçe ve İngilizce kitapta 60 öykü, 100’e yakın fotoğrafla buluşturuluyor.
Osmanlı döneminde Atik Ali Paşa tarafından camiye dönüştürülen ve İstanbul Fatih’te bulunan Kariye bugün halen camii ve müze olarak hizmet veriyor. Yapıda Bizans mozaik ve fresklerdeki gölgelendirmeler, ışık kullanımı, yüzlerdeki duygular, anlatılan olayın akışını özetleyen vücut hareketleri ve olağanüstü renk kullanımları ile teknik açıdan da özel bir yere sahip sayılıyor.
Kariye Camii aynı zamanda ‘Rönesans döneminin habercisi’ olarak biliniyor. Kariye Camii’nin Chora Kilisesi olarak inşa edildiğini anlatan Arkeolog Dr. Murat Sav, “Kariye, Bizans dönemi için büyük bir öneme sahiptir. Önemli yapan en önemli şeyler de mozaikler ve fresklerdir. Bu mekânda çok özel sahneler yer alıyor. 14. yüzyılda yaşayan Theodoros Metokhites burayı yaptırdı. Bizans döneminde imparatordan sonra ikinci kişi olan Metokhites’in özel bir adam olması belki de bu kadar özel bir yapıyı ortaya çıkarmasına neden oldu.
Kendisi çok donanımlı bir insandı. Belki de İtalya’da Rönesans başlamadan önce Bizans’ta bu kilisede başlamıştı. Yapıda figürler büyümeye ve uzamaya başlamış. Bizansta görsel ve ikonografik anlamda bu denli yoğun başka bir yapı yoktur. Burada çok özel detaylar bulunuyor. Yapı, Meryem ve İsa’nın bazı mucizelerinin yer aldığı resimler ve mozaikler ile kuşatılmış. Meryem Ana’nın yer aldığı resimler İncil’de yer alsa da genellikle sözlü geleneklere göre yapılmış. Bu yapıyı özel kılan bir diğer nokta ise yaptıran kişinin mezarının da burada bulunması” diye konuşuyor.
İstanbul hafızasına ‘kadınca bir katkı’
İstanbul demişken Demirören Yayınları’nın son dönemde kitapseverlere armağan ettiği bir diğer tıpkıbasım çalışma ise Mehmet H. Çelik editörlüğünde sunulan ve İngiliz kadın yazar, şair ve seyyah Julia Pardoe’nin alanında biricik sayılan, Oryantalist tarzdaki “Beauties of Bosphorus” (Boğaziçi’nin Güzellikleri) olarak kayda geçiyor. Mart 2025’te çıkan çalışma 80 renkli gravür ile zenginlik kazanıyor. İlk kez 1838’de basılan ve vaktiyle içindeki gravürlerin kitaptan da çoğaltılarak edinilmeye çalışıldığı tarihi eserin sahibi Pardoe, “Sultan’ın Şehri” isimli ilk çalışmasının ardından bu eseri hayata geçirirken çalışma sadece Batı’da değil, Doğu’da da büyük ilgi uyandırmış ve kısa sürede Fransızca, Almanca ve İtalyanca gibi dillere çevrilerek dünya literatürüne girmiş olması ile biliniyor.
Önsözünü Doğan Hızlan’ın kaleme aldığı kitaba ilişkin DHA’ya bir yorumda bulunan Sahaflar Birliği Derneği Başkanı Emin Nedret İşli, “ Ben 40 yıllık bir sahaf olarak, yıllarca Pardoe'nun peşinden koşan, koleksiyonunu yapmak isteyen ya da kütüphanesine mutlaka bir Pardoe kazandırmak isteyen çok meraklı kitapsever tanıdım. Biz yıllardır Avrupa'dan, yurt dışından, müzayedelerden, antika kitapçılardan, Miss Pardoe'nun kitabını Türkiye'ye çeşitli yollarla getirtip koleksiyonerlere teslim eden, onların kütüphanelerine girmesini sağlayan bir meslek grubuna sahibiz. Dolayısıyla Miss Pardoe’nun ‘Boğaziçi'nin Güzellikleri’ kitabı, bizim sahaf piyasamızın ve de İstanbul kitapçılığının yüz akı kitaplardan bir tanesidir” diye konuşuyor. İşli ayrıca eserin, çabuk tükenmesi neticesinde 1854’teki son basımında da, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki birtakım sosyal ve siyasi olaylarla ilgili olarak ilavelerle tekrar güncellenmiş ve yayınlanmasına dikkat çekiyor. İşli, Demirören Yayınları’nca basılan edisyonun ise 1854 versiyonu olduğuna değinirken ortaya tam bir güzellemenin çıktığı şeklinde iltifatta bulunuyor.
Julia Pardoe
Diğer yandan Demirören Yayınları editörü Mehmet H. Çelik de kitabın en büyük özelliğinin bir kadın tarafından yazılmış olduğunu belirterek şu açıklamaları yapıyor: “İstanbul seyahatnameleri daha çok erkekler tarafından yazılıyordu. Anadolu, İstanbul ve Orta Doğu coğrafyasında gezenler genellikle erkek seyyahlardı. Bir defa 16. yüzyılda yani Kanuni döneminden itibaren Türkiye, Osmanlı ve özellikle İstanbul çok ilgi görmeye başlıyor. Kitaplar yayımlanıyor. Bir tarihçi, şair, roman yazarı olan Pardoe çok daha donanımlı ve teknik açıdan düzgün bir kitap yazıyor. Bir kadının çok rahat girebileceği yerlere mesela hareme girip insanlarla çok rahat konuşuyor ve izlenimlerini bu şekilde yazıyor. Kitap, kadın İngiliz soylusunun bakış açısından anlatıldığı için önemli. Onun dışında William Henry Bartlett'in gravürleri dönemin en ünlü, en popüler gravürleri. O da İstanbul'a geliyor. Kitabın yazılması, II. Mahmut Dönemi'ne rastlıyor. ‘Boğaziçi'nin Güzellikleri’, Demirören Yayınları’nın bastığı güzel kitap dediğimiz tarzda bir kitaplardan birisi. Masa üstünde duracak, şık ve iyi kağıda basılmış cildi çok güzel bir kitap.”
Suriye’deki Osmanlı izleri artık kalıcılaştı
Yakın zaman içinde, “İlahi Çizgiler: Hat Sanatının Öncüleri” adlı çalışmasıyla da okur karşısına çıkacak Demirören Yayınları öte yandan halen bağımsızlık ve huzur için Ortadoğu’da mücadele içine giren Suriye’nin Sultan İkinci Abdülhamid dönemi izleri üzerine arşivsel bir çalışmayı daha meraklıların raflarına kazandırmış bulunuyor.
İlk kez bu yıl haziran ayında servis edilen ve ‘tarihin izinde görsel bir yolculuk’ vadeden eserde 200 nadir fotoğraf refakatinde “Suriye Coğrafyası”, “Suriye’nin Müslümanlar Tarafından Fethi”, “Emevîler Devri”, “Abbasiler Devri”, “Selçuklulardan Memlûklar Dönemine Suriye”,”Osmanlı Döneminde Suriye” ve Suriye’nin “İdari Taksimatı” ile, “Huzur ve Sükûnet Yıllarında Suriye” büyüteç altına alınıyor.
Proje direktörlüğünde yine Bedri Göğalp imzasını taşıyan Türkçe, İngilizce ve Arapça metinleri içeren prestij büyük boy nadir eser, “Suriye’de Osmanlı Hâkimiyetinin Sona Ermesi ve Fransız Mandasından Günümüze Suriye” adlı bölümle sonuçlanıyor. Demirören Yayınları Proje Direktörü Göğalp eseri şu sözlerle değerlendiriyor: “Şam ve çevresi, Osmanlı’nın yalnızca idarî bir vilayeti değil; İslam medeniyetinin çok katmanlı hafızasını taşıyan, kelimenin tam anlamıyla yaşayan bir tarih coğrafyasıydı.
Bu eser, Sultan II. Abdülhamid döneminde bir arşiv vizyonuyla kayıt altına alınmış görsel mirası bugünün okuruyla arada bir köprü kurarak yeniden görünür kılıyor. Bu eserle birlikte fotoğrafın belgesel değerini bir kez daha takdir ediyoruz. Sultan II. Abdülhamid Dönemi Suriye kitabındaki fotoğraflar, zamanın izini sürmenin ötesinde bir uygarlığın estetik ve zihinsel evrenine de ışık tutuyor. Biz bu kitabı sadece tarih meraklıları için değil; geçmişle konuşmak isteyen herkes için kültürel bir tanıklık olarak hazırladık.”
Kitapta Sultan II. Abdülhamid’in emriyle hazırlanan Yıldız Fotoğraf Albümleri’nden özel olarak derlenmiş 200 siyah-beyaz ve renklendirilmiş fotoğraf yer alıyor. Eser, Hicaz Demiryolu’nun inşa sürecinden Şam’ın eski sokaklarına, Halep’in görkemli kervansaraylarından çölün sessiz antik şehirlerine uzanan belge niteliğindeki fotoğrafları içeriyor.
Arkeolog Dr. Murat Sav eserin Suriye’nin kültürel mirası ve sosyolojik geçmişine vurgu yaparken önemli değerlendirmelerde de bulunuyor. Sav, eserin içerisinde Hicaz Demiryolu’nun geçmiş olduğu bölgenin de yer aldığını söyleyerek, özetle şu bilgileri veriyor: “O dönemde iletişim kolaylaşıyor. Aynı zamanda o dönemler Osmanlı İmparatorluğu henüz çökmüş olmadığından dolayı bazı ülkeler Osmanlı İmparatorluğu’nda mevcudiyetini devam ettirmekteydi. Bunlardan bir tanesi de Suriye. Suriye’nin özellikle de Helenistik bir geçmişi var. Günümüzden binlerce yıl öncesine dayanan bir yerleşim yeri. Sultan II. Abdülhamid Dönemi’nde de Suriye İmparatorluk içerisindeki önemli ülkelerden biri olarak dikkat çekmiş.
Kitaptaki fotoğraflara baktığımızda Şam başta olmak üzere Halep ve çevresi, Rakka, İdlib gibi bölgelerle öne çıkan çok çeşitli ve değerli belge niteliğinde fotoğraflar var. Mesela Osmanlı Dönemi’nde orada inşa ettirilmiş yapılarla ilgili fotoğraflar var. Şam’daki Süleymaniye Külliye’si ve Halep’teki Osmaniye Külliyesi gibi yapıların fotoğrafları var, bunlar Osmanlı Devleti için son derece değer arz eden yapılar. 19. yüzyılın sonlarındaki haliyle onları oradan takip etmek mümkün; aynı zamanda Şam’daki Emevi Camii, önemli türbeler, Hz. Yuşa’ya atfedilen türbe başta olmak üzere çok çeşitli yapıların izlerini sürmek mümkün. Bunların günümüzle geçmiş arasındaki karşılaştırmasını rahatlıkla yapabiliyorsunuz.”
“Fotoğrafla kendini dışarıya anlatma kaygısı”
Dr. Sav yaptığı değerlendirmede ayrıca, Sultan II. Abdülhamid Dönemi’nde yapılan Hicaz Demiryolu Projesi’ne atıfta bulunarak, bu hattın vizyonuna ilişkin Sultan’ın gösterdiği çabayı ise şu sözlerle analiz ediyor: “Buradan kutsal topraklara kadar devam eden bir proje, bu proje önemli arterlerden geçiyor. Bunun yapılmasının çeşitli amaçları var ama öncelikli amaçlarından bir tanesi imparatorluğun batısıyla daha doğusu ya da güneyi arasındaki o çizgiyi, iletişim hattını kurabilmek. O yıllarda ekonomik olarak taşımacılık önemli. Bunlarla birlikte kültürel etkileşim de gündeme geliyor. Yolculuklar at üstünde yapılıyordu, günler hatta aylar sürüyordu. Trenle beraber bu durum da ortadan kalkıyor. Bu da iletişimin daha hızlı olmasını ve kuvvetlenmesini sağlıyor.
Bunun bir ayağı olarak da imparatorluğu dışarıya tanıtmak özellikle de yeni kıtada yani Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere Avrupa’nın batısında da tanıtma gayreti var. O yıllarda daha televizyon gündemde değil, radyo da keşfedilmemişti. Fotoğraf vasıtasıyla kendini dışarıya anlatma kaygısı da var. Aynı zamanda Sultan II. Abdülhamid’in imparatorluğun çeşitli yerlerini tanıma gayreti de var. (...) Abdülhamid Albümü veya Yıldız Albümü olarak bilinen bu albüm binlerce fotoğraflardan oluşuyor. Bunlar aynı zamanda Amerikan Kongre Kütüphanesi’nde de yer alan çalışmalar.”
II.Abdülhamid emriyle ‘ilk’ Filistin kareleri
Öte yandan Demirören Yayınları’nın gündeme ayna tutan bir diğer arşivsel ürünü ise yine Sultan İkinci Abdülhamid’in ‘Her resim bir fikirdir,’ sözü ile Filistin’de çektirdiği fotoğrafları kütüphanelere kazandırıyor. 30 x 40 cm. büyük boy sınırlı sayıda prestij kitap olarak hazırlanan 328 sayfalık eser, Yıldız Fotoğraf Albümleri’nde Filistin şehirlerinin görüntülerini içeren yaklaşık 1300, ABD Kongre Kütüphanesi’ndeki 400 ve NY Halk Kütüphanesi’ndeki 200’e yakın fotoğraftan damıtılan 293 tarihi karelik özgün bir çalışma olarak kayda geçiyor.
Türkçe, İngilizce ve Arapça olarak, özel kutu ve çantası eşliğinde basılan kitap, Kudüs, Nablus ve Akka sancağı şeklinde, 1900’lerin başındaki idari yapıya göre bölümlere ayrılırken Yüksel Yücel’in metinlerini hazırlayıp, editörlüğünü Mehmet Çelik’in üstlendiği çalışmanın koordinasyonunu Gökhan Çavuş ve Şule Onur imzalıyor. Kapak tasarımı Aydın Tilbet’e ait birinci baskısı Kasım 2024’te yapılmış eser hakkında açıklamada bulunan Demirören Yayınları Danışmanı, Editör, Eleştirmen ve Hürriyet Gazetesi Köşe Yazarı Doğan Hızlan ise şu önemli ifadeleri kullanıyor: “En önemlisi tarihi anlatırken belgesel ya da resimdir. Bu bakımdan Sultan II. Abdülhamid’in fotoğraflara önem verdiğini biliyoruz. Kitap, sadece Sultan II. Abdülhamid’in yönetimindeki Filistin’i göstermiyor. Aynı zamanda, dünya haritasını da gösteriyor. Filistin’in coğrafyasını da bu eserde görüyoruz. Bir yerin coğrafyasını görürseniz, tarihini anlamak için önemli yardım alırsınız. Bunlara baktığımızda bugünkü Filistin’i değerlendiriyorsunuz.
Mescid-i Aksâ’nın Ana Giriş Kapısı (1898-1914)
Bu kitaplar daima gizli kalmış eserlerdir, devrin sadece siyasi değil yaşam biçimini de gösterir. Sultan II. Abdülhamid’in nasıl biri olduğunu, fotoğrafa ve resme düşkünlüğünü de göstermiş oldu. Bu yüzden kitabı okuyanlar Osmanlı’nın sadece bir dönemini görmeyecekler. Ayrıca Osmanlı’nın gelişimini, değişimini, Türkiye’de ve yurt dışındaki sınırlarımızda nasıl bir yönetim olduğunu, bu zamana nasıl geldiğimizi görecekler.
Ömer Bin Hattab Meydanı (Kudüs)
Bu yüzden herkesin kitabı okumasını tavsiye ediyorum. Tarihin her bölümünü yayınlayan bu kitap, bugünü daha iyi anlamamızı sağlayacaktır. Dünü bilmeden bugünü anlamak mümkün değildir. O nedenle dünya siyasetinin bugününü anlamak için de önemli bir kitaptır. Görsel belgeler tarih yazımında metinlere kıyasla çok önemlidir çünkü yazdığınızda ispat meselesi vardır. İkisini karşılaştırdığınızda değişimi ve gelişimi daha iyi görürsünüz.
Zeytindağı
Aynı zamanda kitap o zaman ki Filistin nasıldı, bugün nasıl, değişim nasıl yaşandı; dünya siyaseti nasıldı, nasıl değişti ve burayı nasıl değiştirdiği konusunda katkı sağlıyor. Bugün Türkiye’de, komşu ülkelerde ve dışında gündemde olan birçok siyasi olayı anlamamız için geçmişi bilmek lazım. Tarihin doğru ve iyi değerlendirilmesi için bu kitabın okunmasını istiyorum. Demirören Yayınları çok önemli bir iş yapıyor. Çünkü bu kitapla bize dünden bugüne olan Türkiye ve dünya haritasının bilgisi ile resmini veriyor.”
Bilgi: https://demirorenyayinlari.com/
