Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Diğer » “Folia”nın sessiz aktivizmi

“Folia”nın sessiz aktivizmi

“Folia”nın sessiz aktivizmi02 Aralık 2025 - 04:12
1 Mart 2026 tarihine dek izlenebilecek Abdülmecid Efendi Köşkü’nde gerçekleşecek “Folia” sergisi, ziyaretçilerini doğa ile insan arasındaki ilişkiyi yeniden düşünmeye davet ediyor.
AYÇA OKAY
 
Kültür ve sanat takviminin son çeyreğinde adını izleyiciyle buluşturduğu andan itibaren yoğun ilgi uyandıran “Folia”, Koç Holding himayesinde, Selen Ansen ve Eda Berkmen küratörlüğünde Abdülmecid Efendi Köşkü’nde gerçekleşiyor.
 
 
Küratörler Selen Ansen ve Eda Berkmen.
 
19. yüzyıl Osmanlı ve Mısır üslubundaki süslemeleriyle dönemin estetik anlayışını yansıtan köşk, edebiyat ve siyasetin kesiştiği, kültürel belleğin canlı bir taşıyıcısı olarak geçmişten bugüne uzanan bir mekânsal hafızaya sahip. Bu bağlamda “Folia” sergisi de yapının tarihsel belleğine katmanlı bir çağdaşlık hissiyle yerleşiyor. Geçmişte sanat ve düşüncenin buluştuğu bu duvarların içine kök salarak, doğanın dönüşüm mantığını mekânın hafızasıyla örüyor ve yeni bir “yaşama biçimi” öneriyor. Latince folia kelimesinin hem “yaprak” hem de “çılgınlık” anlamına gelmesi, serginin temel düşüncesini biçimlendiriyor. Bu ikilik, doğanın içgüdüsel düzeniyle insanın yaratma arzusunu bir araya getiriyor. “Folia” akıl ile sezgi, ölçü ile taşkınlık, doğa ile insan yapımı arasında gidip gelen bir denge kuruyor; bu yönüyle hem zihinsel hem de duygusal bir deneyim sunuyor.
 
 
Rebecca Louise Law, 2025, Sanatçının izniyle. Fotoğraf: Hadiye Cangökçe.
 
İnsanın doğayı kontrol etme isteğinin inceltilmiş bir biçimi
 
İnsan çağının ekolojik krizlerle, iklimsel belirsizliklerle ve duyusal kopukluklarla tanımlandığı günümüzde, “Folia” doğayla kurulan ilişkinin yeniden tahayyül edilmesi gerektiğini hatırlatıyor. Antroposen’in insan eliyle meydana gelen tahripkâr mirasına karşı, insan merkezli olmayan bir duyarlılığı savunarak birlikte var olma, birlikte soluma ve birlikte düşünme biçimlerini sanatsal bir ifade alanı içinde görünür kılıyor. Bu nedenle, sergiye ilişkin sıklıkla yinelenen ‘büyülü bahçe’ söylemine mesafeli yaklaşmayı tercih ettim. Bu metni kaleme alırken, doğayı kendi hâlinde işleyen bir varlık olarak değil, insan eliyle kurgulanmış bir düzenin temsil alanı olarak ele almanın önemini vurgulamak istedim. Doğayı insanın dışında konumlanan romantik bir alan olarak değil, Donna Haraway’in ifadesiyle, ‘birlikte yaşama ve birlikte oluş’un ekolojik dokusu içinde düşünmeyi tercih ettim. “Folia”da karşımıza çıkan bu görsel uyum, aslında insanın doğayı kontrol etme isteğinin inceltilmiş bir biçimi. Yüzeydeki estetik ahenk, derinlerde bir gerilimi gizliyor: doğayı taklit ederken onu yeniden tanımlama, hatta dönüştürme arzusunu. Serginin görünür yüzü sakin, dengeli ve büyüleyici. Fakat görünmeyen, bu büyünün ardında insanın kendi yarattığı ekolojik kaosun izleri var. Işık, form ve malzeme arasındaki hassas denge, bir çeşit laboratuvar düzenini hatırlatıyor; doğanın akışkanlığı burada dikkatle yönlendirilmiş, biçimlendirilmiş. Bu da serginin asıl meselesini açığa çıkarıyor: doğayı yeniden kurma tutkusunun estetik bir maskesi.
 
 
Alix Marie, “Proteus’a Sunular”, 2020-2025. Sanatçının izniyle. Fotoğraf: Hadiye Cangökçe.
 
Yine de bu düzenin içinde bir gerçeklik kıvılcımı var. Farklı türlerin, malzemelerin ve biçimlerin bir arada var olma çabası, bize kaybettiğimiz bir dengeyi hatırlatıyor. Bu bahçede gördüğümüz şey bir ütopya değil; insanın neden olduğu tahribatın minyatür bir ön gösterimi. “Folia” doğa ile uyum fikrinin, ancak onu sahiplenmek yerine onunla birlikte yaşamakla mümkün olabileceğini sessizce söylüyor. Hiyerarşik bir ilişki yerine yatay ve eşitlik üzerine bir ilişki biçimi öneriyor.
 
 
Paloma Varga Weisz, “Yabaniler”, 2023. Paloma Varga Weisz telif hakkıyla Sadie Coles HQ, Londra ve Konrad Fischer Galerie, Düsseldorf izniyle.  Fotoğraf: Hadiye Cangökçe
 
Yüze yakın sanatçı ve üç yüzü aşkın eser, Japonya’dan Güney Afrika’ya uzanan geniş bir coğrafyayı bir araya getiriyor. Cam, ahşap, taş, metal, tekstil ve toprak gibi malzemeler, yalnızca biçim üretmek için değil, doğanın dönüşümünü kendi bedenleriyle anlatmak için kullanılmış. Renk, burada yüzeysel bir estetik unsur değil, canlı bir organizma gibi nefes alıyor. Paslanmış bir metalin kahverengisi, solgun bir yaprağın yeşiline, sonra kırılmış bir camın mavisine karışıyor. Bu tonlar, bir doğa taklidi değil, doğanın ritmini hatırlatan bir nabız gibi mekânın içinde atıyor. Köşkün içine günün farklı saatlerinde süzülen ışığın oyunculuğu, yapıtların yüzeylerinde beliren gölgeler aracılığıyla bu rijit yapıyı yeniden yaşayan bir bedene dönüştürüyor. Duvarlar adeta bir organizma gibi nefes alıyor; pencerelerden süzülen ışık, eserlerin formlarına değdikçe mekânın ritmini değiştiriyor. Yaşayan mimari fikri artık en somut haliyle karşımızda. Yapı, artık sabit bir kabuk değil; ışık, zaman ve insan hareketiyle sürekli etkileşim içinde olan dinamik bir varlığa dönüştü. Mekân, edilgen bir arka plan olmaktan çıkarak, serginin hem maddi hem de duygusal dokusuna eşlik eden bir özneye dönüştü.
 
 
Douglas White, “Siyah Palmiye I”, 2025, Ömer Koç Koleksiyonu. Fotoğraf: Hadiye Cangökçe.
 
Ekososofik düşünme biçimi
 
Büyülü bahçeyi oluşturan tüm yapıtları burada tek tek incelemek mümkün olmasa da, hafızamda yer eden bazı güçlü işler arasında Camila Rocha’nın “Asılı Eğrelti Otu II” adlı dev metal yerleştirmesi öne çıkıyor; yerçekiminden kurtulmuş bir bitki formu olarak köşkün mimarisine ekolojik bir hafıza kazandırıyor. Alix Marie’nin “Proteus’a Sunular” adlı işi, balmumu, çiçek ve metal arasındaki gerilimle doğanın bedenleşmiş hâllerini mitolojik bir dönüşüm alegorisine dönüştürürken; Paloma Varga Weisz’in “Yabaniler” serisi, insan ve doğa arasındaki sınırları bulanıklaştıran bronz figürleriyle içsel bir “vahşilik” duygusunu gündeme getiriyor. Bir hayli etkisi altında kaldığım Douglas White’ın “Siyah Palmiye I” eseri, endüstriyel atıkları palmiye formuna dönüştürerek doğanın tahribatı ile yeniden doğuşu arasındaki kırılgan dengeyi hatırlatıyor. Bu eserin daha önce küçük ölçeğini gördüğümde aynı hisse kapılmadığımı söylemeliyim. Köşkün giriş bölümünde karşılayıcı niteliğindeki tavanda yer alan Rebecca Louise Law’un bakır tellerle örülmüş bitkisel yerleştirmesi ise sınır, koruma ve yayılma arasındaki karşıtlığı mekâna özgü biçimde işliyor. Alt katta yer alan çok sayıda güçlü seramik yapıtın ise ne denli iyi bir sunum içinde olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. 
 
 
Camila Rocha, “Asılı Eğrelti Otu II”,  Sanatçının ve Öktem Aykut’un izniyle. Fotoğraf: Hadiye Cangökçe
 
Bir arada düşünüldüğünde bu yapıtlar, serginin biçimsel, maddesel ve ruhsal dokusunu kuran bir varlık olarak konumlanıyor ve izleyiciyi insanı merkeze alan algıdan uzaklaştırarak çevresiyle birlikte düşünmeye davet ediyor. Bu tavır, ekososofik bir düşünme biçimini görünür kılıyor: doğayı araç değil özne olarak kabul eden, varoluşu hiyerarşik değil karşılıklı etkileşimler üzerinden okuyan bir farkındalık inşa ediyor. Köşkün duvarlarıyla, ışığıyla, nemiyle, sesleriyle sarmalanan bu ‘büyülü bahçe’, her yaşam biçiminin kendi içsel değerini hatırlatıyor. “Folia” sergisi, 1 Mart 2026 tarihine kadar Abdülmecid Efendi Köşkü’nde izlenebilir.