Handan İnci’yi kaybettik
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi (MSGSÜ) Rektörü Prof. Dr. Handan İnci Elçi, hayatını kaybetti. Türk edebiyatının saygın isimlerinden olan Prof. Dr. Elçi, derin akademik birikimi ve özellikle Ahmet Hamdi Tanpınar üzerine gerçekleştirdiği kapsamlı araştırmalarla tanınıyordu.
Handan İnci Elçi 61 yaşında hayatını kaybetti. Üniversiteden yapılan açıklamada, "Üniversitemizin rektörü Prof. Dr. Handan İnci Elçi'yi kaybetmenin derin üzüntüsünü yaşıyoruz. Ailesine, öğrencilerine ve sevenlerine başsağlığı dileriz." denildi.
Üniversiteden ölüm nedeni hakkında resmi bir açıklama gelmezken, Prof. Dr. Handan İnci Elçi’nin beynindeki tümör nedeniyle uzun süredir kemoterapi tedavisi gördüğü, durumu iyiye gitmesine rağmen son günlerde kötüleştiği ve acı haberin geldiği öğrenildi.
YÖK Başkanı'ndan başsağlığı mesajı
Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Başkanı Prof. Dr. Erol Özvar da hayatını kaybeden Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi (MSGSÜ) Rektörü Prof. Dr. Handan İnci Elçi için başsağlığı mesajı yayımladı.
Özvar, sosyal hesabından yayımladığı mesajında, "Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Rektörü Handan İnci Elçi'nin vefatını derin bir teessürle öğrenmiş bulunmaktayım. Merhumeye Allah'tan rahmet, ailesine, sevenlerine ve yükseköğretim camiamıza başsağlığı diliyorum." ifadelerini kullandı.
Handan İnci Elçi kimdir?
Türk edebiyatının saygın isimlerinden Handan İnci Elçi, lisans eğitimini 1986 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde tamamladı. Yüksek lisans ve doktora çalışmalarını da aynı üniversitenin Yeni Türk Edebiyatı Anabilim Dalı’nda yaptı. Yüksek lisansını “Edebî Mecmualarda Edebiyat Akımları Üzerine Araştırma” ve doktorasını “Tanzimat Devri Türk Romanında Baba” başlıklı teziyle aldı. Çalışmalarında özellikle Servet-i Fünûn topluluğu, Halit Ziya Uşaklıgil ve modern Türk edebiyatının gelişim evrelerine odaklandı. 1994 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde araştırma görevlisi olarak başladığı akademik hayatı, doçentlik ve 2012 yılında aldığı profesörlük unvanlarıyla devam etti.
Üniversitenin ilk kadın rektörü
15 Mayıs 2018’de MSGSÜ Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanlığı’na atandı. 2019 yılında da MSGSÜ’ye rektör olarak atanan Elçi, üniversitenin ilk kadın rektörü olarak tarihe geçti. Prof. Dr. Elçi, Türk edebiyatı üzerine hazırladığı kitapları, eleştiri yazıları ve araştırmalarıyla tanınıyordu. Aralık 2017’de kurulan Tanpınar Araştırma Merkezi’nin kurucu başkanıydı. Edebiyatı toplumsal ve kültürel bağlamlarıyla da ele alan bir akademisyendi.
Edebiyata adanmış bir ömür
Edebiyat alanında birçok eser veren Handan İnci’nin önemli çalışmaları arasında “Cevdet Kudret’e Mektuplar”, "Suat’ın Mektubu", "Bir Gül Bu Karanlıklarda", “Roman ve Mekân / Türk Romanında Ev” gibi edebi ve bilimsel kitaplarının yanı sıra “Orpheus’un Şarkısı – Tanpınar’ın Romanlarında Aşk ve Kadın” gibi eserlerin yayına hazırlanması yer alıyor. Ayrıca “Bir Gül Bu Karanlıklarda - Tanpınar Üzerine Yazılar”, “Ayfer Tunç’la Karanlıkta Kelimeler” gibi derlemeler hazırladı. Tomris Uyar’ın yazılarını bir araya getirdiği “Aşkın Yıpranma Payı” ve “Kitapla Direniş” kitaplarının yanı sıra Beşir Fuad üzerine hazırladığı “Şiir ve Hakikat” çalışması da dikkat çekti.
Prof. Dr. Handan İnci Elçi’nin başta ailesine, yakınlarına, sevenlerine ve öğrencilerine başsağlığı ve sabır diliyor, Milliyet Sanat’ın Mayıs 2024’te okurlarla buluşan 781. sayısında yer alan “Temsil ve Hafıza” sergisi üzerine yaptığımız söyleşisiyle kendisini saygıyla anıyoruz.
Akademi’nin “Temsil ve Hafıza” gösterisi başladı
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, ‘Akademi’ ruhunun tarihsel, disiplinler arası ayak izlerini, bünyesindeki İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nde Ağustos’a dek yer alan sergi projesiyle kalıcılaştırdı.
EVRİM ALTUĞ
evrimaltug@gmail.com
1882’de Sanayi-i Nefise Mektebi adıyla doğan, uzun süre Güzel Sanatlar Akademisi olarak devam eden, günümüzde Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ne dönüşen Türkiye’nin ilk sanat okulunun hikâyesi, “Temsil ve Hafıza” isimli ilk sergiyle izleyenlere sunuldu.
Cumhuriyet’in 100, Üniversitenin 142. kuruluş yılı kapsamında hazırlanan sergi, 1948’de kurum hafızasına büyük darbe vuran yangındaki kırılmaya kadar olan döneme odaklanıyor ve bu süreçte Akademililerce yürütülen “temsil” ve “hafıza” politikaları üzerinden bir okuma öneriyor.
Akademi tarihinin 1948’e dek uzanan ilk bölümünü gözler önüne seren etkinliği, MSGSÜ Rektörü Prof. Dr. Handan İnci Elçi ve MSGSÜ İstanbul Resim ve Heykel Müzesi Müdürü Hasan Karakaya ile küratörlüğünü üstlenen MSGSÜ Güzel Sanatlar Fakültesi’nden Prof. M. Sinan Niyazioğlu ve Doç. Yasemin Nur Erkalır ile Mimarlık Fakültesi’nden Prof. Nezih R. Aysel ile ele aldık.
Bu yıl, bu sergiyi açmak Türkiye’de sanat eğitimi adına ne ifade ediyor?
Yasemin Nur Erkalır: Kurumumuz ile müzeyi beraber anlatan çok bağlantılı ve kapsamlı bir sergi oluşturuldu. Bu sergiyi müzemizde açmak, kurumumuzun müze ile bağını öğrencilerimizle paylaşmak öğrencilerimizin kurumu sahiplenmesi ve sanat eğitimi için çok değerli.
Handan İnci Elçi: Ben de İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nin şimdiki adı Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi olan Akademi’deki eğitim programları açısından öneminden başlayayım. Çünkü müze ile kurumumuzu birbirinden ayırmamız mümkün değil. 10 yıldır kapalı olan müze yeniden açıldı. Şöyle ifade edelim: Bir tıp fakültesi için hastane ne anlama geliyorsa 142 yıldır ressam ve heykeltıraş yetiştiren üniversitemiz için de müze o anlama geliyor. Bir yandan eğitim öğretim programını takip ederken bir yandan da bu alanlardaki seçkin eserleri tarihsel süreç içinde görebiliyor öğrenciler. Zaten müze açıldığından beri Güzel Sanatlar Fakültemizin ilgili bölümleri ile Sanat Tarihi Bölümümüz derslerinin bir kısmını burada yapıyor.
Şimdi gezdiğimiz ‘'Temsil ve Hafıza'’ adlı sergi ise kurumsal tarihçemizin görsel bir sunumu. Bu sergiyi de büyük ölçüde müzedeki eserlerle yapıyor. Bu ne demek? Bu, aslında müzenin Akademili sanatçılar tarafından oluşturulduğunun somut göstergesi. Sanayi-i Nefise Mektebi’nden Güzel Sanatlar Akademisine alt başlıklı bu hafıza sergimizde müze birikimi ile Akademi birikimi iç içe geçmiş durumda.
Biz, burada aslında bir ‘sanat sergisi’ yapmadık. İçinde sanat da olan bir kurum hafızası sergisi yaptık. Ancak Güzel Sanatlar Akademisi’ne ait geçmiş bu müzenin de geçmişini oluşturduğu için bir yanıyla da önemli sanat eserlerini görebildiğiniz bir sergi de oldu. Dolayısıyla üniversitemiz kendi geçmişini sergilerken, Türkiye’de sanatın gelişimini de sergilemiş oluyor, bir sanat tarihi sergisi sunuyoruz, diyebiliriz. Türkiye’de üretilen resim ve heykellerin büyük bir kısmı Akademi’den çıktığı için Türkiye’nin sanat tarihini sunuyoruz.
Akademi’yi var kılan farklı bölümlere değinelim mi?
Handan İnci E.: Yetiştirme, üretme, muhafaza etme ve sergileme… Üniversitemiz ve müze, ülkemizin sanatı için işte bunu yapıyor. Türkiye’nin en büyük sanat koleksiyonunu barındıran, 12 binden fazla eserden söz ediyoruz, evet bu koleksiyonu oluşturan eserleri sergileyen, bakımını yapan, muhafaza eden, zaman zaman başka kurumların sergilerine destek olmak için paylaşan bir üniversite olarak üzerimizde aslında çok büyük bir sorumluluk var. Zaman zaman bir devlet üniversitesinin imkânlarını çok aşan bütçe ihtiyaçlarımız oluyor. Bunun için gerekli destekleri, yeniden buluşmaya başladığımız sanat dostu sermaye çevrelerinden bekliyoruz tabii.
Nitekim bunun çok güzel bir örneğini geçtiğimiz günlerde yaşadık. Zühtü Müridoğlu’nun Cumhuriyet’in 50. yılı için yaptığı ve giderek yıpranan beton heykeli QNB Finansbank’ın katkısıyla bronza dökerek müzemizin önüne yerleştirdik. Bu bir başlangıç ve devam etmeli. Örneğin biz ‘70’lerden beri artık yeni eser de satın alamıyoruz. Bu tarihten sonra edindiğimiz eserler bağış yoluyla geliyor. Bunun da son örneği koleksiyoner Cengiz-Lale Akıncı çiftinin geçtiğimiz yıl müzemize yaptığı 700 parçalık muhteşem bağış oldu. Bu kıymetli bağışın altını her konuşmamda çizmek isterim.
Toplumumuzun ‘görsel kültür’ünü var etmek açısından Akademi’nin önemini nasıl yorumlamak söz konusu olabilir? Medyanın, alfabe ve tasarım üzerinden kimliğin var olmaya çalıştığı bir sürecin tanığı ve paydaşı olarak, Akademi’ye nasıl bakabiliriz?
M. Sinan Niyazioğlu: 1920’li ve 1930’lu yıllardaki ulus-devlet ideolojilerinin sosyal mühendislik politikalarında ‘devrim ve ilerleme’ söylemleri ön plana çıktı. Sovyetler Birliği’nde sosyalizm, Avrupa’da faşizm, ABD ve İngiltere’de liberalizm… Hepsinde Birinci Dünya Savaşı’nda yaşanan sosyal ve iktisadi çöküşün ardından geleceğine umutla bakan ‘ulus’ kimlikleri yaratıldı. ‘Yeni insan’ kavramı, 1920’li ve 1930’lu yılların hakîm ideolojilerinde yaratılan ortak söylemdir.
1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde de kültür devrimleriyle yeni insanın yaratılması hedeflendi. Akademi, sanat, mimarlık ve kültür sahasında Cumhuriyet’in yeni insanını, yeni cemiyetini eğitim ve üretimle biçimlendiren öncü kurum olma misyonunu yüklendi. Kurumda verilen uygulamalı sanat eğitiminin yanı sıra, kuramsal derslerde de farklı ve yeni bir bilinç kazandırılması ilke edinildi. Örnek vermek gerekirse Akademi’de Ahmet Hamdi Tanpınar ders verdi ki Tanpınar uzmanı olarak sözü Handan Hocamıza bırakalım.
Handan İnci E.: Bu üniversite resim, heykel, tezyinî sanatlar ve mimarî alanında olduğu kadar edebiyat alanındaki hocalarıyla da çok güçlüydü. Ahmet Haşim’in ardından hocalığı üstlenen Ahmet Hamdi Tanpınar’ın önce öğrencileri sonra dönemin önde gelen ressam ve heykeltıraşları olacak sanatçılar hakkında yazdığı eleştiriler çok kıymetlidir. Aslında, biz kurum olarak özellikle Cumhuriyet’le birlikte Türkiye’nin kültür sanat politikalarının şekillenmesinde hem öncü olmuşuz hem de sonraki kuşakları yetiştirmişiz.
Hasan Karakaya: Türkiye’nin kültür sanat politikalarının şekillenmesinde ilk sanat okulunun öncü kimliği üstünde önemle durmak gerekiyor. Temsil ve Hafıza sergisi Kurumun olduğu kadar dönemin hafızasına da vurgu yapıyor. Yer yer sehven yapılan hataları da düzeltiyor: Medreseler kapatılınca son hattatlara, tezhip sanatçılarına, tezyini sanatlara kapılarını açan Akademi'de Süheyl Ünver Hoca’mızın da ders verdiğini öğrendim. Çifte Saraylardaki ‘Sebil’in kitabesi tahrip edilirken, Halil Edhem Bey’in, o kitâbeyi kazıdıkları esnada koşarak durdurduğunu öğrendim. Bu serginin temsil ettiği kimlik, bu politikaların oluşması kadar, bu politikalardaki yanlışlıklara da göndermeler içeriyor. Öte yandan, İsmail Hakkı Altunbezer'in yazdığı ''Resim ve Heykel Müzesi-Atatürk'ün emriyle 1937'de tesis edilmiştir'' yazılı kitabenin ortadan kaldırıldığı gibi yakın tarihte öne sürülen yanlışlıklara da sergilediği kitabe ile cevap vermesi de çok önemli. Küratörlerimizin de işaret ettiği farklı okumalara dair kimliği ile bu sergi, resim, heykel, fotoğraf, dönem yayınları, mimari projelerle bilgi dolu bir içerikle ve Kurum’un geçmişini temsil eden akademi hocalarımızın tasarladığı mobilya ve dönemi vurgulayan vitrinleri ile kamuoyu ile buluştuğu için çok mutluyum.
Handan İnci E.: Bu sergiyle Sanayi-i Nefise’den Akademiye ilk defa kendimizi anlatıyoruz. Biz kurum olarak kendimizi çok anlatmamışız. Şöyle dört başı mamur bir kitabımız bile yok. Buna gerek de duymamışız galiba. “Bizi bilen bilir” gibi bir durum var ki ben buna kesinlikle katılmıyorum. Özellikle genç kuşaklar için bunu mutlaka yapmamız gerekiyor. Zaten öğrencilerimizin bir kısmı bu sergiyi gördüklerinde şaşırıyorlar, okulları hakkında hiç bilmediklerini öğreniyorlar. O yüzden bu sergi ayrıca önemli.
Burada, elbette 142 yıllık geçmişi bir anda gösterebilmemiz mümkün değildi. Sergiye konanlar arka plandaki çalışmanın ve malzemenin ancak dörtte biri. Mekân ve sergileme pratikleri açısından kısıtlama yapmak gerekti. Bu da bazı şeylerin dışarıda kalmasına yol açtı. Burada sergi küratörlerimize Prof. Sinan Niyazioğlu, Doç. Yasemin Nur Erkal Hoca’mıza, Nezih Aysel Hoca’mıza ve elbette müze müdürümüz Hasan Karakaya’ya çok teşekkür ediyorum. Çünkü beni geri çevirmediler ve kimsenin kolay kolay cesaret edemediği bir şeyin içine girdiler.
Burada ne yapılırsa yapılsın bir şeyler eksik kalacağı için ve ‘eleştiri’ Akademi camiasının özünde hep var olduğu için hakikaten böyle bir cesareti göstermeleri benim için kıymetliydi. Sergi bildiğiniz gibi kuruluş yılımız olan 1882’de başlıyor ve ciddi bir kayba yol açan o trajik yangına yani 1948’e kadar geliyor.
Peki sonrasında ne oldu? Üniversitenin yükselişinde, atölyeler, ekollerde neler yaşandı? Onları çalışmak için de yeni bir ekip iş başı yapacak. Bunu da 143. Kuruluş yılımız olan 2025 Mart ayına hazırlayabilmek. Nihai hedef ise bütün bunları sonunda büyük bir kitap halinde sunabilmek.
Hasan K.: Akademi kurucusu olduğu, banisi olduğu ülkemizin ilk sanat müzesi olan İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nin bu yeni müze yapısında 'Temsil ve Hafıza' sergisinin yapılması ve geçmişimizin hatırlanması son derece anlamlı. Sergimiz 1937 tarihli Altunbezer Hocamızın Latin harfleriyle yazdırdığı eski Dolmabahçe Sarayı’ndaki Müze’mizin 1937 tarihli kitabesi ve kuruluş metnimizin yer aldığı hemen giriş bölümden başlıyor.
Bu düzenleme, müzenin belleği ile ilişkisi bağlamında konuyu ele alan bir sergilemenin yanı sıra kurumun sürekliliğine de vurgu yapıyor. Serginin, müzenin kuruluşunu ele aldığı kısımda yine Veliahd Dairesi girişinde yer alan diğer kitabesi ile de bunu pekiştiriyor.
Akademi aynı zamanda kurumsallaşmada da bir ‘avangart’ duruş sergiliyor. Yeni bölümler açılıyor değil mi?
Handan İnci E.: Akademi’nin mimari, sanat ve tasarım alanlarında kurucu olduğu kesin de her zaman “avangart” kimliği sürdürdüğü söylenemez. Mezunlarımızın daha sonra gösterdikleri gelişmeyle değilse de içeride bir duraklama dönemi yaşadığımız ortada zaten. Şimdi Akademi’de birikimin yanı sıra çağdaş dille sanat üretme alanlarını da açmak için çalışmalar yapıyoruz.
Örneğin, Resim Bölümü’nde, rahmetli Gülçin Aksoy’la çok konuştuğumuz gibi bir Güncel Sanat Atölyesi kurdurma planımız var. Aslında sanatın her alanında yeni ifade araçlarına ve biçimlerine alan açmalıyız. Üniversitemizde yaratıcı, yenilikçi ve çağa uygun dönüşümleri hayata geçirmekten geri duramayız.
Nezih R. Aysel: Akademi kültürü kendi içindeki hocasını yetiştirmeyi, sürekliliği ve hatta diğer kurumlara hoca yetiştirmeyi de içeriyor. Bu aktarım düşünsel bir süreklilik sağlıyor. Burada, sergide gördüğünüz külliyatın küçük de olsa bir parçası olma, tanıklık etme duygusu, bugün Akademi mezunlarının ve hocaların içinde de var.
Bu duygu, mekânlar, nesneler, hocalar ve mezunlar üzerinden öğrencilere aktarılıyor, böylelikle Akademi, sanatçı ve mimarlardan oluşan geniş bir çevre için merkez olma durumunu sürdürüyor. Bu güçlü aidiyetin çok değerli olduğunu düşüncesindeyim.
“Tanpınar’ın da dediği gibi: ‘Değişerek Devam Etmek’”
Handan İnci E.: İstanbul Resim ve Heykel Müzesi 1937’de kurumsal kimliğe kavuştuğunda Dolmabahçe Veliaht Dairesi’ndeki binamızın kapısına bir kitabe konmuştu. Geleneksel Türk Sanatları bölümünden hocamız İsmail Altunbezer’in hakkettiği bir kitabeydi. Şimdi bu göz alıcı çağdaş binamızın içinde eski kitabemizi de sergileyerek devamlılığımızı vurguluyoruz. Tanpınar’ın ‘değişerek devam etmek’ cümlesinin bir örneği gibi, bir zamanlar kayıp olduğu dillere düşen bu taşı, bu kimlik kartını, yeni binamızda sergiliyor olmamız tam da 'Temsil ve Hafıza'’nın hedefini ortaya koyuyor.
Tıpkı bu İRHM’de mimarîyi yeniden oluştururken, müzenin kendine sahip çıkması gibi.
Handan İnci E.:. Evet, çok iyi hatırlattınız, bunu da vurgulamak gerek. Yeni müze binamız da hocamız Sedad Hakkı Eldem’e ait Antrepo’nun yol tarafından görünümü korunarak inşa edildi.
Hasan K.: Şu anki öğrenciler çok şanslı. Benim zamanımda, Veliaht Dairesi’nde iken fiziksel anlamda orası bir ‘saray’dı. Nem alan bir yerdi. Sadece %1’in altında eser görülebiliyordu. Şu an %10 civarındaki müze koleksiyon eserini görmek mümkün.
Handan İnci Elçi’den ‘Müze Akademi’ müjdesi
Handan İnci E.: Şunu vurgulamak isterim: Sinan ve Yasemin Hocalarımız 1937’de kurulmuş bu müzenin eğitim programlarından yetişmiş iki öğrenci. Bu müze aynı zamanda bir eğitim kurumudur. Müzede öğrenme programlarını ilk burada başlıyor ve sonra örnekleniyor. Elbette bıraktığımızdan daha yüksek bir çıtada başlatacağımız programlarla burada bir ‘Müze Akademi’ açacağımızı müjdeleyelim. Değerli sanatçı hocalarımızın da ders vereceği ve bu hafızayı, bu birikimi yeni kuşakları aktaracakları Müze Akademi’nin ders yapacağı mekân da atmosfere uygun düzenlendi. Yıllardır atölyelerde kullanılan mobilyalarla döşendi. Çocuklarımız üzerinde kim bilir kimin fırçasından damlamış boya lekeleriyle dolu masalarda, taburelerde çalışacaklar.
