Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Diğer » İDSO 80. yaşını AKM’de kutluyor

İDSO 80. yaşını AKM’de kutluyor

İDSO 80. yaşını AKM’de kutluyor09 Aralık 2025 - 04:12
12 Aralık’ta AKM Türk Telekom Opera Salonu, Denizbank Konserleri kapsamında İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nın 80. yılı için kapılarını açıyor.
Suzan Somalı Sönmez
ssomalisonmez@gmail.com
 
İstanbul’un sesi; kimi zaman bir vapur düdüğünün sisli çağrısında, kimi zaman Galata Kulesi’nden esen rüzgârın bıraktığı uzun sforzato’da gizlidir. AKM’nin fuayesi, kapılar açılmadan önce şehrin gürültüsünü neredeyse en düşük oktava indirir. İçeride orkestranın akordu yükselirken, İstanbul’un çok sesliliği sahnede bir belleğe dönüşür. Bu bellek, 1945 Aralık’ında İstanbul Şehir Orkestrası adıyla atılan bir adımla başlar. Bugün İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası (İDSO) olarak sürdürülen yolculuk, köklerini Muzika-yı Hümâyûn geleneğinden alır; gövdesi İstanbul Belediye Konservatuvarı’na, kurucu iradesi ise Cemal Reşit Rey’e uzanır. 
 
Cemal Reşit Rey ve İDSO’nun 80 yılı
 
Muzika-yı Hümâyûn, II. Mahmud döneminde (1827) Osmanlı sarayında Batı tarzı müzik eğitimi ve icrası için kurulan bir askerî bando ve müzik topluluğuydu. Donizetti Paşa'nın kurduğu kurum, Osmanlı’da Batı müziğinin yerleşmesinde öncü oldu. Cumhuriyet’in ilanından sonra Muzika-yı Hümâyûn, Ankara’ya taşındı ve Riyaset-i Cumhur Musiki Heyeti adını aldı. Bu heyet, zamanla Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası (CSO) haline geldi. İstanbul’da ise Cumhuriyet döneminde kurulan orkestralar arasında İDSO, bu geleneğin bir uzantısı olarak kabul edilir. Yani İDSO, Muzika-yı Hümâyûn’un doğrudan devamı değil ama onun başlattığı Batı müziği geleneğinin İstanbul’daki temsilcisi konumunda. 
 
 
Cemal Reşit Rey
 
Kuruluş hikâyesine gelirsek…
 
Cumhuriyet’in kültürel vizyonu, çok sesli müziği yalnızca bir estetik değil, bir modernleşme sembolü olarak görüyordu. Bu vizyonun İstanbul’daki taşıyıcısı, Türk Beşleri’nin en genç üyesi Cemal Reşit Rey oldu. Paris ve Cenevre’de Marguerite Long’un piyano dersleriyle, Gabriel Fauré’nin estetik ufkuyla yetişen Rey, yurda döndüğünde yalnızca bir besteci değil, bir kurucu irade olarak sahneye çıktı. Darülelhan’da öğretmen, sahnede piyanist, podyumda şef… Ama en önemlisi, İstanbul’a bir senfonik kimlik kazandırma hayali.
 
Bu hayalin ilk kıvılcımı, 1930’larda bir yaylı sazlar grubuyla başladı. Rey, İstanbul Belediye Konservatuvarı’ndaki öğrencilerle küçük oda konserleri düzenledi. 1943’te orkestranın bir konserini dinleyen Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, bu çabayı fark etti ve destek verdi. Böylece İstanbul Belediyesi’ne bağlı bir senfonik orkestra kurulması için resmi adım atıldı. Rey’e verilen görev açıktı: İstanbul’un kendi büyük orkestrasını kurmak.
 
 
İstanbul Belediye Konservatuarı
 
Kolay olmadı. 1945’te İstanbul Şehir Orkestrası adıyla kurulan topluluk, ilk konserini 13 Aralık 1945’te Beyoğlu Saray Sineması’nda verdi. Programda Beethoven’ın “Egmont Uvertürü”, Bizet’nin “L’Arlésienne Süiti” ve César Franck’ın “Re minör Senfonisi” vardı. Franck’ın dev senfonisi, yeni kurulmuş bir orkestranın cesaretini gösteriyordu. Cemal Reşit Rey’in şefliğinde çalınan bu eser, İstanbul’un müzik tarihinde bir dönüm noktası oldu.
 
Ama perde arkasında koşullar zorluydu. Orkestra, provalarını Tepebaşı’ndaki konservatuvarın çatı katında, kömürlüklerde, hatta Barbaros İlkokulu’nun müsamere salonunda yapıyordu. Çalgılar taşınıyor, konserler sinema salonlarında veriliyordu. 1949’da İstanbul Radyosu’nun büyük stüdyosu açılınca nefes alındı; orkestra hem konserlerini hem radyo yayınlarını düzenli hale getirdi. 1960’larda İstanbul Şehir Operası’nın açılmasıyla tempo daha da arttı; orkestra hem konser hem opera için çalışıyordu.
 
Cemal Reşit Rey’in besteci kimliği bu kurumsal vizyonla iç içe geçti. “Onuncu Yıl Marşı”, “Lüküs Hayat” opereti, senfonik şiirler ve konçertolar, Cumhuriyet’in modernleşme sesini taşıdı. Ama en çok, ulusal motifleri orkestra diline tercüme eden “Türkiye Senfonik Rapsodisi”, bu orkestranın kimliğini belirleyen eser oldu. Bugün İDSO’nun 80. yılı açılışında bu rapsodinin çalınması, yalnızca bir saygı değil; kökleri sesle hatırlatmanın ta kendisi.
 
 
Türkiye Senfonik Rapsodisi
 
1972, İstanbul Şehir Orkestrası için bir dönüm noktasıydı. İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nin kurulmasıyla kadrosu daralan orkestra, Kültür Bakanlığı’na bağlanarak İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası adını aldı. Devlet güvencesiyle kurumsallaşan topluluk, Cumhuriyet’in çok sesli müzik serüveninde İstanbul’un en güçlü taşıyıcılarından biri oldu. Kadro, Alman şef Gotthold Ephraim Lessing ve müdür Mükerrem Berk döneminde tamamlandı; düzenli konserler başladı. Böylece Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’ndan sonra Türkiye’nin ikinci devlet orkestrası sahneye çıktı.
Bu yeni kimlikle İDSO, yalnızca İstanbul’un değil Türkiye’nin müzik belleğinde bir okul, bir arşiv, bir hafıza haline geldi. Türk Beşleri’nin eserleri, Ulvi Cemal Erkin’in “Köçekçe”si, Ahmet Adnan Saygun’un “Yunus Emre Oratoryosu”, Ferit Tüzün’ün” Çeşitlemeler”i, Necil Kazım Akses’in senfonileri… Hepsi ilk kez bu sahnede yankılandı. Orkestra, Batı klasiklerini seslendirirken ulusal motifleri senfonik dile taşıyan eserleri de repertuvarına kattı.
 
1980’ler ve 90’lar, İDSO’nun uluslararası vitrine çıkış yılları oldu. Bratislava ve Patras festivallerinden Münih’teki Europa Musicale’e, Atina Festivali’nden Tokyo Opera City’ye uzanan turneler, Türk senfonik müziğinin dünyaya açılan kapısıydı. 1992’de ABD’nin Memphis kentinde “Muhteşem Süleyman” sergisi kapsamında verilen konserler, kültürel diplomasi açısından bir dönüm noktasıydı. 2003’te Japonya’da Asya Orkestralar Haftası’nın açılış konserini vermek, bu yolculuğun zirvelerinden biriydi.
 
İDSO, sahnesinde yalnızca Türk solistleri değil Luciano Pavarotti, Yehudi Menuhin, Gidon Kremer, Jean-Pierre Rampal, Sabine Meyer, Jose Carreras gibi dünya yıldızlarını ağırladı. Türkiye’den ise İdil Biret, Suna Kan, Ayla Erduran, Güher-Süher Pekinel, Fazıl Say, Gülsin Onay, Cihat Aşkın gibi isimler orkestranın belleğine altın harflerle yazıldı. Şefler arasında Hikmet Şimşek, Gürer Aykal, Rengim Gökmen, Erol Erdinç gibi ustalar, İDSO’nun sesine yön verdi.
 
2008’de AKM’nin kapanmasıyla orkestra, İstanbul’un farklı mekânlarında göçebe bir hayat yaşadı: Aya İrini, Cemal Reşit Rey Konser Salonu, Lütfi Kırdar, Fulya Gösteri Merkezi… Bu yıllar, mekân kaybına rağmen müziğin sürekliliğini koruma mücadelesiydi. 2021’de AKM’nin yeniden açılmasıyla İDSO, Taksim’deki yuvasına döndü; DenizBank konserleriyle her Cuma İstanbul’un çok sesliliğini yeniden sahneye taşıdı.
 
İDSO’nun tarihi, İstanbul’un kültürel topografyasıyla birlikte hareket eder. AKM’nin kapanıp farklı salonlara taşındığı yıllardan, yeniden açılışıyla birlikte Taksim’deki yerleşikliğe kavuştuğu döneme; yurt içi ve dışında sayısız turne ve prömiyere İDSO, seksen yıl boyunca Türk bestecilerinin eserlerini ilk kez seslendirme misyonunu sürdürdü; Cumhuriyet’in müzik devrimini sahnede canlı tuttu.
 
80. yıl kutlaması
 
12 Aralık’ta AKM Türk Telekom Opera Salonu, İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nın 80. yılı için kapılarını açıyor. 
 
DenizBank’ın 21 yıldır desteklediği İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası (İDSO)’nın 80 yıllık geçmişini onurlandırmanın ötesinde, geleceğe ilham verme sorumluluğunu da taşıyan bu özel gece, orkestranın zengin tarihine ışık tutacak bir panelle başlıyor. Moderatörlüğünü Serhan Bali’nin üstleneceği panelde; İDSO Orkestra Şefi Hasan Niyazi Tura, orkestra şefi Rengim Gökmen, müzik yazarı ve emekli İDSO sanatçısı Aydın Büke ile emekli İDSO sanatçısı Nazım Acar konuşmacı olarak yer alacak.
 
Konuşmacılar, orkestranın kuruluş yıllarından bugüne uzanan gelişimini, repertuvar geleneğini, Türkiye’nin müzik kültüründeki rolünü ve geleceğe dair perspektiflerini sanatseverlerle paylaşacak. Panelde, orkestranın Cumhuriyet döneminden itibaren üstlendiği sanatsal misyon kapsamlı bir şekilde değerlendirilecek.
 
 
Panelin ardından, şef Murat Cem Orhan yönetimindeki 80. yıl konseriyle gece müzikal bir zirveye taşınacak. Program, İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası kurucusu ve Cumhuriyet dönemi müziğinin öncü isimlerinden Cemal Reşit Rey’in ülkemizin müzikal kimliğini şekillendiren eseri “Türkiye Senfonik Rapsodisi”nden bölümlerle başlayacak. Konserin ikinci bölümünde ise piyanist ve besteci Fazıl Say’ın İstanbul’un seslerinden, siluetinden ve kültürel dokusundan ilham alarak bestelediği “İstanbul Senfonisi” seslendirilecek. Bu özel eserde, Aykut Köselerli (vurmalı çalgılar), Burcu Karadağ (ney) ve Hakan Güngör (kanun) solist olarak yer alacak. 
 
“Türkiye Senfonik Rapsodisi”
 
İDSO’nun 80. yıl konserinde Cemal Reşit Rey’in “Türkiye Senfonik Rapsodisi” eserinin açılış parçası olarak seçilmesi hem tarihsel bir saygı hem de orkestranın kimliğini hatırlatan güçlü bir sembol.
“Türkiye Senfonik Rapsodisi”, Cemal Reşit Rey’in Cumhuriyet’in kültürel vizyonunu müzikle ifade etme çabasının en güçlü örneklerinden biridir. 1971’de tamamlanan eser, Rey’in ulusal motifleri Batı senfonik diliyle harmanlama idealinin bir ürünü olarak doğdu. Besteci, Anadolu’nun melodik ve ritmik zenginliğini bir senfonik şiir formunda yeniden yorumladı; bu nedenle eser, klasik bir senfoni gibi katı bir yapıya değil, birbirine bağlı on kısa bölümden oluşan bir rapsodi karakterine sahiptir. Her bölüm farklı bir ruh ve tempo taşır; kimi yerde coşkulu ve dans ritimleriyle Anadolu’nun kıpırtısını, kimi yerde ağır ve geniş melodilerle halk türkülerinin içtenliğini yansıtır.
 
Rey, bu eserde özellikle yaylıların geniş dokusunu, nefeslilerin parlak renklerini ve vurmalıların ritmik gücünü öne çıkararak Türk müziğinin özgün sesini orkestra diline tercüme etti. Halk ezgilerinden doğrudan alıntılar yapmadı; bunun yerine, onların karakteristik ritimlerini ve melodik kıvrımlarını soyutlayarak senfonik bir bütünlük içinde kullandı. Zeybeklerin ağır adımlarını hatırlatan pesante bölümler, Karadeniz’in canlı oyunlarını çağrıştıran vivacissimo pasajlar, Anadolu’nun hüzünlü türkülerini anımsatan lento ve molto adagio kısımlar, bu panoramanın parçalarıdır. Rey’in amacı, Türkiye’nin kültürel coğrafyasını bir müzik haritasına dönüştürmekti; bu yüzden eser hem ulusal kimliği hem evrensel formu bir araya getiren bir köprü olarak görülür.
 
Besteleme süreci, Rey’in uzun yıllar boyunca biriktirdiği gözlemler ve halk müziği araştırmalarının sonucudur. Paris ve Cenevre’de edindiği armoni ve orkestrasyon bilgisi, Anadolu’nun ritmik çeşitliliğiyle birleşerek bu rapsodiyi ortaya çıkardı. Dolayısıyla “Türkiye Senfonik Rapsodisi”, yalnızca bir müzik eseri değil; Cumhuriyet’in modernleşme idealiyle halk kültürünün buluştuğu bir sesli manifesto olarak kabul edilir. 
 
Fazıl Say’ın “İstanbul Senfonisi”
 
İDSO 80. Yıl konserinin ikinci yarısı, Fazıl Say’ın Op. 28 “İstanbul Senfonisi” ile şehrin içinden geçen bir dinleme deneyimine açılacak. 
 
Çağdaş müzikte Türkiye’nin en güçlü seslerinden Fazıl Say; virtüöz kimliği, besteci olarak kurduğu dil ve sahnedeki enerjisiyle hem Avrupa’nın büyük salonlarında hem Anadolu’nun konser sahnelerinde bir köprü kuruyor. Say’ın müziği Mozart’ın berraklığını, Beethoven’ın tutkusunu ve Anadolu’nun ritmik damarlarını aynı potada eriten bir özgünlük taşıyor. “İstanbul Senfonisi”, bu kimliğin en belirgin örneklerinden biri: şehrin karmaşasını, ışığını, tarihini ve çok sesliliğini müzikte yeniden kuran bir panorama. Say’ın eserlerinde duyulan cesaret, yalnızca notalarda değil; kültürler arası diyaloğun sesinde gizli.
 
 
Konzerthaus Dortmund’un siparişi üzerine 2008-2009 yıllarında bestelenen “İstanbul Senfonisi”, 13 Mart 2010’da Howard Griffiths yönetiminde WDR Köln Orkestrası tarafından ilk kez seslendirildi. Say, bu senfoniyi ‘İstanbul’un ruhunu, seslerini, çelişkilerini ve güzelliklerini müzikle anlatan bir panorama’ olarak tanımlar. Yedi tepeli şehre yedi bölümde bakar; her bölüm, İstanbul’un farklı bir yüzünü müzikte görünür kılar.
 
İlk bölüm “Nostalji”, Marmara kıyılarında dalga seslerini hatırlatan yaylı dokularla açılır; geçmişin dinginliği, hafif bir hüzünle müziğe siner. Ardından gelen “Tarikat”, ritmik vurgu ve mistik renklerle, tasavvuf geleneğinin içsel devinimini çağrıştırır. “Sultanahmet Camii” bölümünde, ışığın ve mimarinin ihtişamı, geniş akorlar ve parlak bakır üflemelilerle sahneye taşınır. “Adalar”, vapurda genç kızların zarafetini, kanun ve ney’in ince süslemeleriyle betimler; bu iki çalgı, senfoninin Doğu-Batı ekseninde kurduğu köprünün en belirgin işaretleridir. “Haydarpaşa”, Anadolu’ya gidenlerin vedasını, tren ritimleriyle ve yaylıların uzun hatlarıyla dramatik bir duyguya dönüştürür. “Âlem”, İstanbul gecelerinin hızını ve kaosunu, vurmalıların enerjisi ve keskin ritmik figürlerle yansıtır. Son bölüm “Final”, denize dönüşü simgeler; müzik, geniş bir crescendo ile şehrin bütün seslerini bir araya getirerek Marmara’nın ufkuna açılır.
 
Senfoninin en özgün yanı, geleneksel Türk çalgılarının orkestranın dokusuna adeta bir kumaş gibi işlenmesidir. Geleneksel Türk çalgılarından ney’in nefesi, kanunun tınısı ve vurmalıların ritmik gücü, Batı senfonik yapısına organik bir şekilde eklenir. Bu, basit bir ekleme değil; çalgıların karakteri korunarak, armoni ve orkestrasyon içinde doğal bir bütünlük oluşturulması anlamına geliyor. Fazıl Say, bu çalgıları senfoninin yapısına öyle ustalıkla entegre ediyor ki, müzikte bir “dikiş izi” kalmıyor; Doğu ve Batı sesleri tek bir gövdede birleşiyor.
 
Konserde Fazıl Say’ın “İstanbul Senfonisi”ne hayat verecek üç solist sahneye çıkacak. Burcu Karadağ (ney), Hakan Güngör (kanun) ve Aykut Köselerli (vurmalılar) Eserin ilk yorumcuları olan bu üçlü, yıllara yayılan deneyimleriyle müziğe derinlik katıyor. Karadağ, Türkiye’nin önde gelen ney icracılarından biri olarak hem klasik hem çağdaş repertuvarda özgün yorumlarıyla tanınıyor; Güngör, kanunun sınırlarını zorlayan tekniği ve uluslararası projelerdeki varlığıyla dikkat çekiyor; Köselerli ise vurmalı çalgılarda ritmik çeşitliliği ve çağdaş müzikteki ustalığıyla biliniyor. 
 
Podyumda çağdaş yorum: Şef Murat Cem Orhan
 
İDSO’nun 80. yıl konserinin podyumunda, bu özel geceyi yönetecek isim Murat Cem Orhan. İstanbul doğumlu şef ve besteci, İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda piyano ve kompozisyon eğitimi aldıktan sonra yurtdışında şeflik çalışmalarını sürdürdü. Kariyerinde N.F. Eczacıbaşı Beste Yarışması’nda kazandığı birincilikler, Svetlanov Şeflik Yarışması’nda ulaştığı final ve 2025’te İtalya Cumhuriyeti tarafından verilen ‘İtalya Yıldızı Şövalyelik Nişanı’ gibi önemli dönemeçler bulunuyor. Türkiye’nin önde gelen orkestralarıyla düzenli olarak çalışan Orhan, çağdaş müzik repertuvarına verdiği önem ve yenilikçi program anlayışıyla tanınıyor.
 
 
Orhan’ın podyumdaki varlığı, müziğe bütüncül bir yaklaşımın ifadesi. Sahnede yalnızca baton değil, vizyon taşıyor; çağdaş müziğin enerjisini klasik geleneğin derinliğiyle buluşturuyor. Bu çizgi, Rey’in kurucu dilini ve Fazıl Say’ın güncel İstanbul anlatısını aynı solukta birleştirecek bir köprü vadediyor. Podyumda duruşu, müziğin ritmini yalnızca yönetmek değil, yeniden kurmak üzerine kurulu. Orhan’ın konser programlarında görülen cesaret, yeni eserleri sahneye taşıma kararlılığı ve orkestrayla kurduğu iletişim, bu geceyi bir yorumdan öteye geçmişin belleğiyle bugünün sesini aynı anda duyuran bir deneyime taşıyor.
 
Kültürel sürekliliğinin simgesi AKM
 
Atatürk Kültür Merkezi’nin hikâyesi, İstanbul’un kültür belleğinin en dramatik sayfalarından. Temeli 1946’da atılan bina, uzun gecikmelerin ardından 12 Nisan 1969’da ‘İstanbul Kültür Sarayı’ adıyla açıldı. Açılış gecesi, Ferit Tüzün’ün “Çeşmebaşı Balesi” ve Verdi’nin “Aida” operası sahnelendi; İstanbul, Cumhuriyet’in çok sesli müzik idealini somutlaştıran bir sahneye kavuşmuştu. Ancak bu sahne, yalnızca bir yıl sonra, 27 Kasım 1970’te “Cadı Kazanı” oyunu sırasında çıkan yangınla kül oldu. Yangın, yalnızca bir binayı değil, bir dönemin kültürel umutlarını da yaktı. Onarım süreci sekiz yıl sürdü; 6 Ekim 1978’de bina ‘Atatürk Kültür Merkezi’ adıyla yeniden açıldı ve Türkiye’nin sanat hayatında bir mihenk taşı haline geldi.
 
2008’de ekonomik ömrünü tamamladığı gerekçesiyle kapatılan AKM, yıllar süren tartışmaların ardından 2018’de yıkıldı. Murat Tabanlıoğlu’nun imzasını taşıyan yeni proje, Hayati Tabanlıoğlu’nun modernist mirasını koruyarak çağdaş bir kültür kompleksi olarak yeniden tasarlandı. 29 Ekim 2021’de açılan yeni AKM, yalnızca bir bina değil; geçmişin izlerini taşıyan, geleceğe dönük bir kültür aksı olarak İstanbul’un kalbine yerleşti.
 
 
Bugünkü AKM, yaklaşık 95 bin 600 metrekarelik alanıyla beş bloktan oluşan bir sanat ekosistemi. 2040 kişilik opera salonu, 802 kişilik tiyatro salonu, çok amaçlı salonlar, galeriler, çocuk sanat merkezi, kütüphane, müzik stüdyoları ve sinema salonlarıyla bir kültür kampüsü niteliğinde. Taksim’e bakan dev kırmızı küre, binanın hem mimari imzası hem de İstanbul’un yeni simgesi. Opera Salonu, at nalı formu ve doğal akustiğiyle dünya standartlarında bir ses deneyimi sunuyor; 85 kişilik orkestra çukuru, döner sahne vagonları, dört ana sahne asansörü ve dijital altyapısıyla en ileri sahne teknolojilerine sahip. Ahşap zemin, yankıyı optimize eden koltuk kumaşları ve tavana gömülü hareketli aydınlatma sistemi hem estetik hem teknik mükemmellik sağlıyor.
 
İstanbul’un tarihsel belleğini ve kültürel sürekliliğini taşıyan AKM, şehri ve ülkeyi sanatın ışığında geleceğe davet ediyor.
 
İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası DenizBank Konserleri 80. Yıl Konseri Programı:
 
12 Aralık 2025 Cuma
AKM Türk Telekom Opera Salonu
19.00 İDSO 80. Yıl Paneli
Moderatör: Serhan Bali
Konuşmacılar: İDSO Orkestra Şefi Hasan Niyazi Tura, Orkestra Şefi Rengim Gökmen, Müzik Yazarı ve Emekli İDSO Sanatçısı Aydın Büke, Emekli İDSO Ssanatçısı Nazım Acar. 
20.00 İDSO DenizBank Konserleri 80. Yıl Konseri
Şef: Murat Cem Orhan 
Soli·stler: Aykut Köselerli· (Vurmalı Çalgılar), Burcu Karadağ (Ney), Hakan Güngör (Kanun)
Cemal Reşit Rey, Türkiye Senfonik Rapsodisi’nden Bölümler 
Fazıl Say, İstanbul Senfonisi Op.28
Konser arasız gerçekleşecek.
 
 
Etiketler: akm  idso  Denizbank Konserleri