Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Diğer » İnsan masum doğar zalim ölür

İnsan masum doğar zalim ölür

İnsan masum doğar zalim ölür17 Nisan 2022 - 02:04
Yavuz Ekinci yeni romanı “Belki de Dünyanın Sonundayım”da iktidar yolculuğunun izini sürüyor: "İnsanı, insanın içindeki o habis ruhu görmek istedim"

 

Efnan Atmaca 

 

Yavuz Ekinci, iktidar yolculuğunun insana neler yaşattığını anlattığı "Belki de Dünyanın Sonundayım" romanıyla okurla buluştu. Kitap, tarihin referanslarıyla insanın doğasından kaynaklı kendi iktidarını kurma hırsının nelere yol açtığını, onu nereden nereye sürüklediğini gösteren evrensel bir hikâye anlatıyor. Lafı fazla uzatmadan yazara bırakmak istiyorum. Ama öncesinde yazarın okura kitapta yönelttiği sorunun altını çizeyim: "Beni kim hatırlayacak?" 

 

Edebiyatın en kadim konularından biridir “Babalar ve oğullar”. Kitabınızda babalar ve oğullar üzerinden okuyoruz hikâyeyi. Siz ne dersiniz bu konuda?

 

Oğul, ancak babanın cesedi üzerinde boy verir. Babanın gölgesinde büyüyen oğul güdüktür. Kusurdur. Babalar ve oğullar, kardeşler kadim bir konudur. Birçok destana, romana ve oyuna konu olmuştur. Çünkü dramanın kaynağı ailedir. Trajedi ailedir. Hırsımızın, kavgamızın, kıskançlığımızın ilk raundunu aile arenasında veririz. Aile hayatta hazırlandığımız ilk okuldur. 

 

Osmanlıya atıfta bulunan bir roman yazma fikri nereden doğdu. Benim gibi meraklı okurlar her isimde acaba kime gönderme yapılıyordur diye elbette kafa yoracaklardır. Ama anladığım saltanatta vuku bulan tüm olaylardan seçmeler var kitapta. Özellikle bir olay var mıydı size ilk kelimeyi yazdıran?

 

"Belki de Dünyanın Sonundayım", bir yolculuk romanı. İnsanın kendi ruhuna yaptığı içsel bir yolculuk… İktidar deyince insanın aklına devlet, saltanat, saray, meclis, payitaht gelir. Oysa iktidar evdir, ofistir, okuldur, sokaktır, parktır, trafiktir… Derdim tarihi roman veya bir Osmanlı romanı yazmak değildi. Derdim iktidar yolculuğuna çıkan birinin ruh hâlini, içsel yolculuğunu, değişim ve dönüşümünü, mazlumken zalimliğe everilişini, korkularını, kâbuslarını, tedirginliğini, endişelerini anlamak ve anlatmaktı. İnsanı, insanın içindeki o habis ruhu görmek istedim. Çünkü insan masum doğar ama zalim ölür. Romanda birçok gönderme var. Kimi olayları Osmanlı’dan, kimilerini Roma’dan, kimilerini Bizans’tan, kimilerini Moğollardan, Kimilerini Safeviler’den aldım. En güçlü görünen en çok korkandır. Osmanlı’da kaç şehzade katledildi? Roma’da kaç imparator eceliyle öldü? Bizans’ta kaç prensin gözlerine mil çekildi? Bu romanı bitirince şunu anladım saray dediğin bir mezbahanedir. 

 

“Artık insana inanmıyorum”

Zaman her şeyi değiştirirken insanın iktidar olma ve bunun uğruna her şeyi yapma isteğini değiştiremiyor. Gün gelir değişir mi?

 

Eskiden insana inanırdım ama artık inanmıyorum. Pandemide marketlere saldıranları, Kiev’den kaçan insanların bir diğerini trenden atmasını, depremde ölülerin ziynet eşyalarını çalanları, linç için mahalleyi ateşe verenleri, bir sırtlan sürüsü gibi mezardan ceset çıkarmaya gidenleri görünce umudum daha da azaldı. Görünürde insan değişse de aslında birçok hırsı değişmiyor. Benciliği onu terk etmiyor. Çünkü insan paylaşmayı bilmiyor. Bütün kavgalar paylaşamamaktan gelir. Değişimin anahtarı paylaşmayı öğrenmektir. Ama insanın benciliğinin sınırı yok. İnsan, yaşarken kendini çok kudretli görüyor ama aslında zavallıdır. Gün gelir üstüne konan sineği ürkütmeyecek kadar zavallıdır. Ama bu zavallılığını hep saklamakla meşguldür. Ama o gün geldiğinde yalnız olacak. 

 

Zaman herkesi siliyor tarih sahnesinin üzerinden. Yazı yazmak, romanlarla insanlara ulaşmak silinmek istememe arzusundan mı doğuyor?

 

Hamlet, ölürken Horatio’ya “Ölüyorum Horatio. Ben gidiyorum ama sen buradasın. Anlat beni!” der. İnsanın en zayıf yanı unutulma korkusudur. Mağara duvarına çizdiğimiz resimler, kayalara oyduğumuz şekiller, parktaki banklara çakıyla kazıdığımız şekiller, tuvalet kapılarına yazdıklarımız, okul sırasına çizdiğimizin tamamında hatırlanma arzusu, “Ben de buradayım” deme duygusu vardır. Bildiğimiz ilk edebiyat metninin kahramanı “Gılgamış”tır. Gılgamış ölümsüzlük için yollara düşer, Uruk’a eli boş dönünce hikâyesini mezar taşına kazır. Bugün hâlâ “Gılgamış”ı hatırlıyorsak mezar taşına yazdığı hikâyesinden dolayıdır.