Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Diğer » İnsan olmayı bekleyen ruhun kitabı

İnsan olmayı bekleyen ruhun kitabı

İnsan olmayı bekleyen ruhun kitabı25 Haziran 2025 - 05:06
Elif Soykan, hem mizahi hem de felsefi yaklaşımıyla dikkat çeken ilk kitabı “Ben Ne Zaman İnsan Olacağım?” da tek amacı ‘insan olmak’ olan bir ruhun, elmayla başlayıp yıllarca farklı bedenlerde yeniden ve yeniden hayat bulduğu trajikomik yolculuğunu anlatıyor. Hem eğlendiren hem de düşündüren kitap, absürt öğelerle bezeli kurgusu ve akıcı diliyle “İnsan olmak ne demek?” sorusunu mizah yoluyla sorguluyor.
Elif Soykan, İnkılâp Kitabevi’nin markası Üçüncü Göz’den çıkan ilk kitabı “Ben Ne Zaman İnsan Olacağım?”da bir ruhun yolculuğu üzerinden yaşam ve ölüm konusunu mizahi bir dille ele alıyor. Sosyoloji eğitiminin ardından yurtdışında sinema ve televizyon alanında eğitim alan Soykan, ilk başta sinema filmi olarak kurguladığı kitabını ileride bir filme dönüştürmek istediğini ifade ediyor.
 
Kitaptan elde edeceği gelirin tamamını, kendisinin de bir dönem gönüllüsü olduğu Türkiye Çağdaş Yaşamı Destekleme Vakfı’na bağışlayacağını açıklayan Soykan ile yeni kitabı hakkında konuştuk. 
 
 
Elif Soykan. Fotoğraf: Deniz Özgün
 
“Ben Ne Zaman İnsan Olacağım?” bir varoluş alegorisi gibi. Bu anlatının temelini oluşturan felsefi arka planı nasıl oluşturdunuz? Yazım sürecinde hangi edebi ya da düşünsel kaynaklardan beslendiniz?
 
Yalnızca tek bir beden formundan bahsetmenin koskoca evrene saygısızlık olacağını düşünüp ardını sorgulamakla başladı bu yolculuk. Yani aslında tamamıyla bir merak ürünü bu hikâye. Üstelik insan dışındaki formlarla insana bakmak bana hem daha ilgi çekici hem de daha samimi geliyor. 
 
Elma karakterinin tüm hayat sorgusunu ben de yaşadım. Hâlâ da yaşıyorum. Hatta umarım hepimiz yaşıyoruzdur — çünkü henüz kimse ne kendini ne de karşısındakini çözebilmiş değil…
 
Beni besleyen birçok kitap, sergi, mekân, sinema filmi olduğu gibi bu kitabı yazarken etkilendiğim bir çok varlık da oldu. Zamanla kendimi, bir kediye bakarken ‘acaba benim gibi görünmek istiyor mudur?’ ya da bir elmayı ısırırken ‘bana söylemek istediği bir şey var mıdır?’ diye sorarken buldum. Bunların her biri ayrı ayrı içimdeki hikâyeyi ortaya çıkarmamı tetikleyen küçük kıvılcımlar oldu diyebilirim.
 
Kitabınızda ruh, defalarca bedenlenerek insan olmayı arzular. Bu metaforik döngü, klasik doğum-ölüm anlatılarından çok daha çağdaş bir sorgulama içeriyor. Bu yapıyı kurgularken Türk edebiyatında ya da dünya edebiyatında size ilham veren örnekler oldu mu?
 
Hayatlarımızın bir devir daim içinde olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla kendi inancım doğrultusunda hikâyeyi bu şekilde kurguladım. Kitabın sonundaki şu cümle de tam olarak bu düşünceyi yansıtıyor: “Yaşam belki öldükten sonra başlıyordur. Ya da belki hiç ölmüyoruzdur, sadece doğuyoruzdur. Belki de fazla ciddiye alıyoruz yaşamı da ölümü de...”
Bazen bir cümle bütün yapıyı açık eder ya… O cümle bu diyebilirim.
 
Eserde absürt öğelerle bezeli bir mizah var. Edebi olarak absürdizmin gücüne inanıyor musunuz? Bu yaklaşımı tercih etmenizin temel nedeni nedir: gerçekliğe karşı bir eleştiri mi, yoksa başka bir anlatı katmanı mı?
 
Benim gerçekliğe dair zaten kadim bir sorunum var. Kitapta da sıkça bu “gerçeklik” meselesinin üstüne gittim. 
 
Sezgisiyle zihninin oyununu ayıramayanın gerçeğiyle, sezgilerinin peşinden gidenin gerçeği bir olabilir mi? Peki bunun kararını kim verecek? İşte böyle düşünürken birinin çıkıp “ama gerçek bu” demesi bana zaten başlı başına absürt geliyor. Dolayısıyla hikâye de kendiliğinden bu absürtlükle yoğruldu.
Mizah ise benim yazma refleksim. Derin ve çok katmanlı bir konuyu, hele ki ruh–zihin–beden ilişkisini didaktik veya akademik bir dille değil, samimi ve erişilebilir bir yerden anlatmak istedim. Mizah, okurla aramdaki mesafeyi ortadan kaldırıyor. Gülümserken bir şeyin içine sızmak çok daha etkili oluyor.
 
Kurgunuzda zaman çizgisi doğrusal değil; bir ruhun döngüsel zamanla ilerleyen hikâyesi var. Bu anlatı biçimi bilinçli bir yapısal tercihti diyebilir miyiz? Zamanı bu şekilde kullanmak size ne tür anlatı olanakları sundu?
 
Evet, kitap döngüsel bir akışla ilerliyor. Tıpkı hayat gibi… Hiçbir formda “bir son” yok. Onun yerine bir yolculuk, bir dönüşüm var. Ben de o akışa güvenip, karakterin kendini bulma sürecine eşlik ettim. Çünkü bana göre geçmiş ya da gelecek dediğimiz şey, zihnin bir kurgusu... Zaman, anlardan ibaret. Bu düşünce tarzı, yaşayış biçimi olarak da anlatı biçimi olarak da bana sınırsız bir özgürlük sunuyor diyebilirim.
 
“İnsan olmak ne demektir?” sorusunu merkezine alan bir metin yazarken bu kadar evrensel ve soyut bir kavramı kişisel bir öyküye dönüştürmek zorlayıcı oldu mu? Edebiyatın bu tür büyük soruları kişisel kılma gücüne inanıyor musunuz?
 
Aksine, bu kadar soyut bir kavramı kişisel bir öyküyle anlatmamak bana daha zor gelirdi. Üniversitede sosyoloji okurken bile bu soyutluk içinde kendime bir dünya kurar, oradan yaklaşırdım anlatılanlara. 
Kitapta, insan olmak gibi evrensel bir konunun — o “serin felsefi” meselenin — ne kadar basit ve bize ait bir sorgu olduğunu göstermek istedim. O sorgunun hayal dünyamıza sızabilmesi için bir öyküye ihtiyacı vardı. Ve o öykü bende hazırdı.
 
Edebiyatın bu tür soruları aydınlatma gücü olduğuna kesinlikle katılıyorum ve herhangi bir sanat alanının da tam olarak buna hizmet etmesi gerektiğini düşünüyorum. Bunu bu hikayeyle başarabildiysem ne mutlu bana!
 
 
İlk kitabınızı yazarken edebi sesinizi nasıl buldunuz? Mizah, trajikomedi ve felsefi derinlik gibi farklı tınıları bir araya getirme sürecinde hangi içsel eşiklerden geçtiniz?
 
Kendimi iyi bir hikaye anlatıcısı olarak görüyorum. Tabii umarım bir gün bunu okuyuculara sorma fırsatım da olur. 
 
Biraz önce de bahsettiğim gibi mizah, benim yazma tarzım. ‘İnsan olmak’ gibi derin ama bir o kadar da bize ait bu sorguyu, bir elmanın ‘insanlık mertebesi’ne ulaşma çabasıyla başlatınca trajikomik bir evren kendiliğinden kuruldu. Ben de zaten başka türlü yazmayı düşünemezdim.
 
Kitabın bir film senaryosundan evrilmesi, anlatım dilinizi nasıl etkiledi? Edebi metinle görsel düşünme arasında nasıl bir denge kurdunuz? Sözcüklerle görüntü yaratmak sizde nasıl bir yazınsal tatmin duygusu yarattı?
 
Evet, bu hikâye aslında bir fotoğraf projesiydi. Sinema & TV eğitimi alırken fotoğraf dersinde, dört kareyle devamlılık içeren bir hikâye yaratmamız istenmişti. O gün ruhun devamlılığı fikri aklıma düştü. Bir elma, bir ağaç, bir karınca ve kendi fotoğrafımla bir anlatı kurdum. O kadar yerine oturmuştu ki başka bir versiyon düşünmedim. Meğer kitap o gün doğmuş da ben henüz farkında değilmişim.
Yıllar sonra hikayeyi kitaba dönüştürme fikriyle yazmaya başladığımda çoğu sahne zaten zihnimde çoktan çekilmişti. Tek sorun: yazmayı bitirdiğimde elimde bir kitap yerine uzun bir tretman vardı. Editörümün yönlendirmesiyle bu sefer, senaryosu elimde olan bir hikayenin kitabını yeniden yazmaya başlamış oldum. 
 
Zihnimde canlanan sahneleri yazıya dönüştürmek benim için bir oyundan farksızdı. Şimdi elimde hem kitabı hem de senaryosu var.
 
Kitabınızda yer yer fabl anlatısına yakın imgeler, doğa ile bütünleşmiş karakter dönüşümleri görüyoruz. Bu anlatı biçimini seçerken masalsılık ve felsefi derinlik arasında nasıl bir denge kurmaya çalıştınız?
 
Yazarken hiçbir türü hedeflemedim. Hikâye beni nereye götürüyorsa ben de onunla yürüdüm. Baş karakterimin — Öz 1789 — hayalini gerçekleştirmeye çalışırken ne gerekiyorsa onu yazdım. Alegori gerekiyorsa alegori, felsefe gerekiyorsa felsefe… Zihnim de zaten düz ilerleyen bir yapıya sahip değil. Bazen metaforik, bazen absürt bir dil kendiliğinden çıkıveriyor. Kısacası yazarken tür düşünmedim; yazdıktan sonra da etiket koymak istemedim. Okura bıraktım.
 
Eseriniz, dil açısından oldukça oturmuş, ritmi yüksek ve anlatımı akıcı. Bu anlatı tonunu geliştirirken özellikle kaçındığınız ya da üzerine titrediğiniz dilsel tercihler oldu mu?
 
Bu şekilde anlaşılmak beni çok mutlu ediyor. Yazarken, zihnimdekileri aktarırken kendimi mümkün olduğunca özgür bırakmaya çalıştım. Gereğinden fazla düşünmekten ya da süslemeye çalışmaktan özellikle kaçındım. Samimi bulmadığım hiçbir şeyi sırf “daha uzun dursun” ya da “afili görünsün” diye yazmadım. Her cümle, yalnızca o ana hizmet etsin istedim.
 
Sıradaki projelerinizi sorsam?
 
Şu an üzerinde çalıştığım senaryo projelerim var. Umarım yakında onlarla karşınızda olurum!