"İnsanları sarsacak metinleri arıyorum"
"Elma Labrador Çimen" oyununda sahneyi Nergis Öztürk ile paylaşan Engin Hepileri, son yıllarda büyük sahneleri saran büyük prodüksiyonlar için "Ben çok uzun sürmeyeceğini düşünüyorum bu dalgaların. Genelde de gelip geçicidir böyle şeyler. Çünkü seyirci bir süre sonra elini ayağını çeker," diyor.
Seyhan Akıncı
Söyleşi Fotoğrafları: Ozan Güzelce
Engin Hepileri henüz öğrenciyken girdiği Kenter Tiyatrosu'nun kapısından çıktığında cebinde kendi oyunu vardı. Son oyunu "Elma Labrador Çimen"de sarındığı renkli battaniye, ilk oyunu "Katil Joe"dan emanet... Sahneye taşımayı seçtiği izleğin iz düşümü bir anlamda. Tiyatro.İN kurulalı 12 yıl oldu. Engin Hepileri bugünlerde öğrencisi olduğu İstanbul Devlet Konservutuvarı'nın hocalarından. Urla'daki marangozhanesinde dekor için çivi de çakıyor, yurt dışında merak ettiği oyunların peşine de düşüyor. Biz de StudioİN'in kapısından girdik ve Engin Hepileri'nin tiyatro evreninin peşine düştük.
"Elma Labrador Çimen", herkesin izlemesi gereken çok iyi bir oyun. Siz metni Londra'da okumuş ve bayılmışsınız. Metinde sizi çeken en güçlü şey neydi?
Bir oyuncu aynı zamanda yönetmenlik yapan biri olarak bir oyunun seyirciye ulaşma argümanlarını daha ciddi bir şekilde artık değerlendirmeye başlıyorum. "Elma Labrador Çimen" oyununun sahnelenme, yazılış biçimi beni çok etkiledi. Derinlikli bir teması olmasının yanı sıra sahnelenme konusunda hem oyuncuya hem de rejisöre müthiş fırsatlar veren, üç değişik durum üzerinden anlatan bir metin. Oyunun içerisindeki mevcut demans hastalığının insan beyninde insana yaşattıklarını sahneleme biçimi olarak da Matthew Seager bunu çok güzel yazmış. Yani şunu söylemiş, "Bir demans hastası aslında yaşamadığı şeyleri de beyin ona yaşatıyor gibi hissettiği anda biz bunu tiyatro sahnesinde nasıl görürüz?" Bu beni çok etkilemişti. Tabii ki konusu itibariyle de bir çiftin 50 yıllık yaşam serüvenlerini bir buçuk saat içerisinde özünü çıkartarak seyirciye samimi bir şekilde anlatmaları, hayatı paylaştığımız insanların yaşamsal öneminin ne kadar öne çıktığını anlatan çok duygulu, çok insanın yüreğine dokunan bir metin olduğu için dedim ki ben bunu muhakkak yapmalıyım. Sonra da metni Onur'a (Ünsal) verdim. Onur okudu, o da çok sevdi. Sonra metni Nergis'e (Öztürk)verdik. Nergis zaten tiyatro oyunumuzun kraliçesi. O da çok beğendi ve sonra çalışmaya başladık.
Hem Nergis Öztürk'e hem de Onur Ünsal'a ayrı bir parantez açmak istiyorum burada. Nergis Öztük'le birlikte dördüncü oyununuz. Onur Ünsal'la da ya siz yönetiyorsunuz, o oynuyor ya da o oynuyor, siz yönetiyorsunuz. Bu paslaşmalar sizi nasıl besliyor?
Esasen Nergis'le Onur da ilk kez tanıştılar. Bizim tiyatromuzun 12. senesi olmasına rağmen ve bu 12 sene içerisinde hem Nergis'le hem de Onur'la bolca üretimler yapmamıza rağmen bir araya gelememiştik. Ve hep hayalimizdi birlikte bir şeyler yapmak. Çok da güzel oldu. Ekip tam anlamıyla kenetlendi diyebilirim. Nergis özellikle tiyatro sahnesi üzerinde bir oyuncunun başına gelebilecek en büyük şanslardan biri. Yapıcılığıyla, iyi bir insan olmasıyla, her zaman yardımcı, destekçi ve oyuncuyu arkadan iten, moral olarak ona devamlı destek veren, her zor koşulda ayakta kalabilen müthiş bir oyuncu ve çok sevdiğim bir arkadaşım. Çok uzun yıllardır birlikte çok büyük huzurla çalıştığım ve çok yetenekli bir kadın oyuncu. Bence Türkiye'deki en yetenekli kadın oyunculardan biri. Onur'la konservatuvar yıllarından beri beraberiz. Kenter Tiyatrosu'nda da bizimle çalıştı, Oyun Atölyesi'nde çalıştı, sonra gitti. Moda Sahnesi'ni kurdular ve yaklaşık onlar da 12 senedir Moda Sahnesi'ni müthiş bir şekilde ayakta tutuyorlar. Onur aklını ve pratiğini devamlı tiyatroya çevirmiş olan bir sanatçı. Onun görüşleri benim için çok değerli. Bir kere her daim hazır. Çok okuyor. Hem Türkiye'deki gündemi hem de tiyatro çevresini çok iyi takip ediyor. Çeviriler yapıyor. Beraber büyüdük. Beraber aynı şeyi hayal ettik. Hayal ettiğimiz şeyleri de aslında beraber genişlettik, büyüttük. Bu anlamda çok şanslıyım bu iki değerli sanatçıyla beraber yola bu oyunda devam ettiğim için.
"Elma Labrador Çimen"de Engin Hepileri ve Nergis Öztürk sahne alıyor.
Şu an içinde bulunduğumuz tiyatro ya da sanat evreni insanlara birlikte büyüme şansı tanıyor mu? O usta çırak ilişkisi dışarıdan bakan bir göz olarak çok fazla yok gibi görünüyor...
Katılıyorum. Günümüzün şartları biraz değişmeye başladı. Çok hızlı yaşamaya başladık. Evet, hızlı yaşamak belki bazı avantajlar getiriyor ama bazı dezavantajlar da getiriyor. Biz aslında ham birer meyve gibiyiz. Gençliğimizde çiçek açıyoruz. Açtığımız çiçek daha sonradan meyveye dönüşüyor ama o meyvenin olgunlaşması gerekiyor lezzetlenmesi için. Olgunlaşması için de zamana ihtiyacı
oluyor. Günümüzde biraz daha çabuk olma isteği görüyorum genç arkadaşlarımda. Çabuk olgunlaşma isteği. Bu istek maalesef çok karşılığı olan bir istek değil. Olgunlaşmamış bir meyveyi kimyasallarla birleştirerek olgunlaştırabilirsiniz. Olgunlaşmış gibi gözükür ama aynı lezzeti vermez. Çabuk çürür. Bu noktada galiba bizim mesleğimizde o çürümeyi de gerçekleştirmeden devamlı olgun kalmak çok önemli. Her seferinde daha başka bir lezzet vermek önemli. Buradan yola çıkarsak yok diyemem. Benimle birlikte çalışan ya da benim ustalarımın da bana aktardıkları bilgiyi, tiyatro görgüsünü aktaracağım arkadaşlarım var. Onlar da emin olunuz ki şimdi fark etmeseniz de 5-6 sene sonra belki 10-15 sene sonra ortaya çıkacaklar ve kendi cümlelerini söyleyecekler. Bundan eminim. Ama elbette eskisi gibi değil. Sayılar gittikçe azalıyor. Yıllarını sadece bu sanat için harcamaya çoktan hazır olan insan sayısı galiba biraz azaldı. Bu da çok doğal olarak popüler kültürün ve televizyonun belki de dijital medyanın bize getirdiği çabuk tüketme dünyasının içerisinde kendilerini ne kadar koruyabildiğine bağlı. Bu da çok kişiye özel bir durum. Bana sorarsanız bu fırtınada ne kadar korunabilirseniz emin olun bir gün bir yerden çok daha renkli, çok daha güzel, biraz önce söylediğim gibi çok daha lezzetli bir meyve olarak ortaya çıkabileceksiniz.
Tiyatroya dair son zamanlardaki en büyük tartışmalardan biri sahneler. İki keskin uç var; küçük sahneler yutuluyor ve sermayenin desteklediği büyük sahnelerde ışıltılı gösteriler var. Ve orada alışık olmadığımız popüler isimleri görüyoruz. Bunu nasıl yorumluyorsunuz? Bu geçici bir dalga mı?
Biz kültürel olarak bu tür büyük müzikalleri bilen ve seven bir kültürüz. "Hisseli Harikalar Kumpanyası"ndan tutun "Devekuşu Kabere" ve daha pek çoklarına kadar... Fakat burada ne vardı biliyor musunuz? Bizi çeken, bize ulaşan bir sıcaklık, bir samimiyet vardı. Bu tür büyük işlerin yapılması çok hoşuma gidiyor. Bunu samimiyetle söylemeliyim. Ama nasıl yapıldığıyla ilgilenmek gerekiyor. Şu bir tartışma konusu, peki hiç mi yapılmasın, denenmesin mi? Elbette denensin. Ben üretimin arkasındayım. Yeter ki sahne sanatları adı altında daha fazla şey üretilsin. Üretildikçe daha fazla istihdam sağlanacak, daha fazla sahneye ihtiyaç olacak, daha fazla konuşulacak, belki devlet, belki özel sektör tarafından desteklenmek zorunda kalacak. Bu noktada dengeye ihtiyacımız var. Çünkü arka tarafta hâlâ çalışmaya devam eden, popüler olmayan, bizim de çok iyi bildiğimiz, içerisine emek verdiğimiz küçük sahnelerimiz var. Ve bu küçük sahnelerin içerisinde müthiş cevherler var. Yeni yazarlar, yeni oyuncular, yeni dramaturglar, yeni yönetmenler var. Önemli olan bu dengeyi kurabilmek. Biz maalesef ülkede bu dengeyi hiç kuramıyoruz. Sosyal politik yaşamımız da birazcık Türkiye'de böyle. Ya çok yukarlarda ya çok aşağılarda bir yaşam var. Halbuki orta direk denen bir şey vardı eskiden ve onun bir gerçekliği vardı. Şimdi biz o katmanı kaybedince bu sahnelere de yansıyor. Belki hiç tiyatroya gitmemişim, bir dizi izlemişim ve o dizide çok sevdiğim bir karakterin tiyatroda oyunu var ve onu canlı göreceğim. Bunun için ciddi bilet fiyatlarıyla fedakarlık yapıyorum. İşte bu anın çok değerli olduğunun farkına varması gerekiyor herkesin. Özellikle bizim tarafımızdaki üretenlerin farkına varmış olması gerekiyor ve o gelen insana aynı değeri vermek gerekiyor. İşte o değeri vermek için de bazı şeyler yapmak gerekiyor.
Ne gibi şeyler mesela?
Belki daha fazla çalışmak, yapılacak olan işe daha fazla önem vermek, işin popülerliğinden ziyade içeriğiyle ilgilenmek. Yani evet çok güzel dekorlar, çok güzel ışıklar, müthiş kostümler görebiliyoruz ama bir tek cümle bile duymadığımız oluyor. Bizi, hayatımızı değiştirebilecek ya da fikrimizi değiştirebilecek bir tek cümle bile duymadan ayrıldığımız büyük müzikaller olabiliyor. Böyle olmaması gerektiğini biliyorum. Şimdi eskisi kadar politik de olamıyoruz. Çok apolitik olmak durumunda kalıyoruz. Dolayısıyla da eski komedilerimize baktığımızda ufak ufak hicivler, taşlamalar var bunun içerisinde. Dolayısıyla da aslında sanatçıya biraz daha özgür bir alan bırakılmış bu bahsettiğimiz eski müzikallerde, '70'lerde, '80'lerde. Günümüzde çok daha zor bunları dile getirmek aldığımız tepkiler nedeniyle. Belki bundan kaçışın bir sebebi de olmuş olabilir sahnede izlediğimiz şeyler. Ama o cümleyi söylemek illa da politik olmak demek değil bence. İnsani olmak, ruhen bir şey söylemek de çok değerli diye düşünüyorum. Herhangi bir oyuna girdiğimiz anla çıktığımız arasında bir fark olması lazım. Yani o günün bütün koşuşturmasının içerisinde binbir zorlukla geldiğim tiyatro
oyunu beni aynı şekilde hayata bırakıyorsa orada bir sorunu var demektir. Oradan çıktığım anda değişmeliyim, dönüşmeliyim. Kafamda ya da yüreğimde bazı küçük değişiklikler, bir pırpırlanma olmalı. Toplumla ilgili artık başka fikirlerim var diyerek bir tiyatrodan çıkmak bambaşka bir değer. Galiba bunları atlıyoruz. Ben çok uzun sürmeyeceğini düşünüyorum bu dalgaların. Genelde de gelip geçicidir böyle şeyler. Çünkü seyirci bir süre sonra elini ayağını çeker.
Seyirciye de düşen sorumluklar var mı?
Yani ben sizi sevdim geldim ama siz bana bir şey vermiyorsunuz der bir süre sonra. 20-25 senelik deneyimimde bunu öğrendim. Ben kendi kalitemi tutmak zorundayım. Ben kendi sözümü söylemek zorundayım. Ben o sözü söylemediğim zaman seyirci bana hemen kızıyor. Çok net bir şekilde bunu belli ediyor ve gelmiyor. Hemen bunu biletlerden anlayabiliyorsun. Bu kadar parayı, küçük tiyatroların emeği ve isteği varken neden onlara harcamadınız da bu büyük prodüksiyonlara harcayıp hiç ettiniz dediğim çok fazla projeyle karşılaşıyorum. Biz tiyatronun çevresindeki insanlar olarak farkındayız ama emin olun dışarıda da duymaya başladım ve çok kızmış, sinirlenmiş tiyatro seyircisi de biliyorum. "Bu kadar para verdim, bu mu karşılığı?", "Bu kadar kötü işlerle mi karşılaşmak zorundayım?" diyen çok fazla tiyatro izleyicisi var. Ben de herkese aynı şeyi söylüyorum. Sizin aracılığınızla burada da söylemiş olalım. Lütfen tiyatro izlerken seçici olalım. "Ama canım ben gitmezsem ne olacak?" demeyelim. Evet, gitmezsek onlar olmayacak. Doğru oyunlara gidersek doğru oyunlar devam edecek. Onun için de tiyatronun seçiciliği burada bizim için çok değerli.
Tiyatro.İN'in yaptığı son işlere baktığımızda "Kim Bu Ben"den "Müfettişler"e, "Elma Labrador Çimen"den "Anne"ye distopik, karanlık bir tarafı var. Tam da tiyatroyu merak eden ve bir şeyler üzerine düşünmek isteyenlerin ilgisini çekecek metinleri görüyoruz. Bu da herhalde tesadüf olamaz...
Evet, ilgimi çekiyor böyle şeyler. Eğitimim dolayısıyla aldığım müfredat da ustalarımın tiyatroya bakışı da buydu. Ben ne olursa olsun Yıldız Kenter'in talebesiyim. Hâlâ da öyleyim. Öyle kalmaya devam edeceğim. Neden öyle olduğumun esasen cevabını yıllar içerisinde buldum. Çünkü Kenter Tiyatrosu'nda oynanan her oyun bir söz üzerine oynanırdı. Ve biz o sözü esasen seyirciye aktarmak üzere yola çıkardık. Tiyatro.İN hayata geçtiği an itibariyle hayalimdeki oyunların içerik olarak da sertleştiğini görüyorum. Bu bence dönemimizin de getirdiği sertlikle ilgili bir şey. Bu sertlikten kastımız ne olabilir? Belki sözü biraz daha sert söylemek olabilir. Bu metinleri değerlendirdiğimizde benim seyirciyi kışkırtma isteğim diyebiliriz. Çünkü hayatı buradan algılıyorum. Tiyatro.İN'in külliyatını ortaya çıkaran şeyler, bu meselelerin hiç de hafife alınacak meseleler olmadığının farkında olunmasıyla ilgili. Net bir şey söylemekten bahsediyorum. Ve dünyada bunu bu şekliyle tutan müthiş yazarlar var. Ben bunların yeni yazımlarını takip ediyorum. Onların etkilendikleri çağdaşlarını takip ediyorum. Ve tiyatro sanatına getirdikleri yeni biçimleri takip ediyorum. Ne yaptıklarını çok iyi bildiğim tiyatrolara gitmeye çalışıyorum. Bu da beni etkiliyor ve sanatsal görüşüm de yolculuğumu da etkiliyor. Ve ortaya da bu tür oyunlar çıkıyor. Birazcık daha insanları sarsacak, birazcık daha belki fikirlerini değiştirecek, onları evirecek yepyeni metinlerle karşılaştığımda bunları seyirciyle buluşturmak benim çok hoşuma gidiyor.


