Jane Austen 250 yaşında
Jane Austen’ın hikâyeleri uzun zamandır yalnızca roman sayfalarında yaşamıyor. Onun dünyası, kostümlerin, dekorların, sonsuz uyarlamaların arasına karışarak kültürel belleğin bir parçası hâline geldi. Bu ay 250. yaşını kutladığımız yazarın sinemadan sahneye, modadan sergilere dev bir endüstriye dönüşümüne baktık.
Hazal Baydur
hazalbaydur@gmail.com
Bu ay, yayımlanan ilk kitaplarının kapağında adını 'Bir Hanımefendi' imzasının ardına gizlemek zorunda kalan bir yazarın, Jane Austen’ın 250. doğum gününü kutluyoruz. Popüler kültürün en çok uyarlanan bu kült isminin, bir zamanlar kendi ismiyle kitap yayımlayamadığını düşünmek başlı başına dehşet verici. Hampshire’daki küçük bir köy evinde başlayan kadınların hayal kurma biçimini değiştiren o keskin zekâ bugün dev bir endüstriye dönüşmüş durumda.
'Austen evreni' artık yalnızca edebiyat tarihinin değil, moda endüstrisinin, dijital platformların ve sosyal medyanın da bir parçası. Bunun nedenini yalnızca Austen’a duyulan hayranlıkta değil, modern kültürün kadın yazarları sahiplenme ve aynı anda tüketme biçiminde aramak gerekiyor. Her çağ kendi Austen’ını yaratıyor. 19. YY'ın ahlak rehberi, 20. YY'ın romantik ikonu, 21. YY'ın BookTok yıldızı. Bu yazıyı biraz da yazarın yüzyıllar sonra bile bu kadar güncel kalmasının ardındaki o formülü anlamaya çalışmak için yazıyorum.
Jane Austen Merkezi, İngiltere’nin Bath şehrinde bulunuyor.
Austen, “Erkekler, hikâyelerini anlatma konusunda bizden çok daha fazla ayrıcalık sahibiydiler, kalem her zaman onların elindeydi," derken kendi çağıyla ilgili müthiş bir tespitte bulunuyordu. Yazı erkeklerin mülküydü. 18. YY İngiltere’sinde kalemi eline almak toplumsal otoriteye dahil olma eylemlerinden biriydi. Edebiyat kamusal bir alandı ve bu alanın sahibi erkekti. Austen bu sınırı geçerken, toplumun dayattığı kuralları kabullenir gibi yaparak onların içini boşalttı. Kapaktaki 'Bir Hanımefendi' ibaresi bu yüzden inanılmaz dirençli bir dilemma taşıyordu, isim yok ama cinsiyet açıkça belirtilmiş. Sessiz kalarak konuşmak, itaat eder gibi yaparak meydan okumak. Bu 'uyum yoluyla geliştirilen direnç', karakterlerine de yansıyor. Belki de her şeyi başlatan formül buydu.
İkonik kadın karakterler
Elizabeth Bennet ("Gurur ve Önyargı") toplumun uygun kadın kalıbını zekâsıyla tersyüz eder. Dilini ve ironisini bir savunma değil, bir iktidar aracı olarak kullanır. İtaatkâr görünürken sözün kontrolünü eline alır, konuşmanın bir direniş biçimi olabileceğini gösterir. Emma Woodhouse ("Emma") ise ayrıcalığın içinde yetişmiş, iyi niyetle de olsa kendi iktidarını kullanmanın sınırlarını test eden bir kadındır. Onun iyilik adı altındaki çöpçatanlıkları, kadınlara tanınan tek güç alanı olan duygusal manipülasyonun ironik bir yansımasıdır. Austen, Emma’yı yargılamaz, onu ayrıcalığın kadınlar üzerindeki kör noktalarını göstermek için kullanır. Elinor Dashwood ("Akıl ve Tutku") sessizliğin stratejik bir biçim olduğunu hatırlatır. Bastırılmış duyguların ardında bir tür gözlem gücü ve içsel denge vardır. Sabrı edilgen bir pozisyon olarak değil bir kontrol biçimi olarak sunar. Kısacası Austen’ın kadınları genellikle itaat eder gibi yaparak düzenin boşluklarını bulurlar. Uyum gösterirler ama bu uyumun içinde dilin alt tonlarında kendi iradelerini inşa ederler. Austen, erkeklerin kurduğu dünyanın dilini kullanır ama her cümlede o dili biraz daha kendine ait hâle getirir.
Jane Austen’ı okurken hep aynı şeyi fark ediyorum. Kadınlar değişiyor, elbiseler değişiyor, çağ değişiyor ama toplumsal bağımlılıktan kurtulma mücadelesi hep tanıdık geliyor. Her nesilden bir Elizabeth Bennet'in çıkması bu yüzden garipsenmiyor: Kibar görünmeye, mantıklı olmaya, sevilmeye çalışırken bile kendi aklını ve zekasını ilerlemek adına yegâne direniş aracı olarak kullanan kadın karakterler.
“Gurur ve Önyargı” ilk kez 28 Ocak 1813’te yayımlandı.
Fakat maalesef aradan iki buçuk asır geçmesine rağmen kadınlar için yazılan hikâyelerin sonunda hâlâ 'mutlu son'un ne anlama geldiğini tartışmak zorunda kalıyoruz. Austen’ın sonları sanıldığı kadar mutlu mu, emin olamıyorum. Evlilikle biten kitapları bana aşkın taçlandığı finalden ziyade kadının toplumsal konumunun mühürlendiği yeni bir durak hissiyatı veriyor. Bu yüzden 'şimdilik mutlu son' ifadesi Austen romanları için belki de en isabetli tanımlamadır çünkü kadın karakterler hikâyenin sonunda bir huzur alanına yerleşmez, yalnızca toplumsal oyunu şimdilik kazanırlar.
Austen’ın dünyasında evlilik, bir kadının adını, statüsünü ve hatta evini değiştirir. Bu değişim bir yükselişten çok bir dönüşümdür. Hatta kimi zaman küçük bir ölüm olduğunu bile söyleyebiliriz. Çünkü roman bittiğinde kahramanların hayatı artık eski hâline dönemez. Tıpkı "Mansfield Park"ın Maria Bertram’ının hiçbir zaman evliliğinden önceki hayatına geri dönemeyeceğini fark ettiği o an gibi.
Görülmenin politik ağırlığı
"Bridget Jones’un Günlüğü", "Clueless" ya da "Bridgerton" gibi serbest uyarlamalar, Austen’ın keskin ironisinden çok onun temsil ettiği duygusal formülden besleniyor. Kadının bağımsız olma arzusunu da görüyoruz, arzulanabilir olmaktan vazgeçemeyişini de. Romanlardaki toplumsal eleştiri, popüler kültürde çoğu zaman romantik anlatı kalıplarına uyarlanarak yumuşatılıyor, Austen’ın ironisi, seyircinin kendini iyi hissettiği güvenli bir aşk hikâyesine dönüştürülüyor.
Direkt uyarlamalardan ziyade kitaplardan esinlenilerek yazılan serbest uyarlamaları daha özgün bulduğum için çok daha fazla seviyorum. "Bridget Jones’un Günlüğü" bu serbest uyarlamaların belki de en ünlüsü. Elizabeth Bennet’in keskin zekâsı ve dil oyunları, 2000’lerin başında kendini analiz eden, 'yeterince iyi' olma baskısı altındaki Bridget’e dönüşür. Artık mesele mülk ya da statü değildir, kadın kendi değerini kanıtlama hakkı için mücadele eder. Fakat post-feminist çağın tuzağı tam da burada başlar. Özgürlük, vaat edildiği kadar özgür değildir, sistem bu kez kadından özgür ve başarılı olmayı sürekli performe etmesini bekler. Başarılı, bakımlı, neşeli ve üretken olmak zorundadır. Kadının kurtuluşu, bir kez daha kendi kendini kanıtlamak zorunda bırakıldığı o bitmeyen döngüye bağlanır. Elizabeth Bennet hikâyesini aklını kullanarak yönlendirir, Bridget Jones ise kendi hikâyesinin içinde seçim yapma kudretini giderek yitirir. Finalde, aktif bir seçim değil, doğru erkeğin onu 'eksiklerine rağmen' seçmesiyle ödüllendirilir. Austen’ın ironik denklemi yani aşkın toplumsal koşullarla müzakere edilmesi burada yerini kadere bırakır.
St. Nicholas Chawton kilisesinin avlusunda bulunan Jane Austen heykeli.
Daha az bilinen ama çok daha keskin bir uyarlama ise “Fire Island" (2022). Film, "Gurur ve Önyargı"yı kuir bir topluluğun dünyasında yeniden kurar. Noah ve Will, Elizabeth ve Darcy’nin çağdaş yansımalarıdır. Toplumun normlarına uyum sağlamak için verilen mücadele, bu kez cinsellik, kimlik ve sınıf ekseninde ilerler. Balolar yerini drag performanslarına, dedikodular Instagram DM’lerine bırakmıştır ama öz aynı kalır; kimliğini gizleyerek görünür olma çabası, arzunun ve aidiyetin sınırlarında kendine yer açma mücadelesi. Austen’ın ironisi burada yepyeni bir biçim kazanır. "Fire Island", Austen’in 'uyum yoluyla direniş' temasını kuir bir bakışla yeniden tanımlar. Aşkın normatif sınırlarını kırarken aynı zamanda toplumun kabulü için oynanan oyunu da görünür kılar. Austen’ın karakterleri gibi filmdeki kahramanlar da sevmenin, arzulanmanın ve görülmenin politik ağırlığını taşırlar.
Eleştiriden nostaljiye metalaşan miras
Jane Austen’ın hikâyeleri uzun zamandır yalnızca roman sayfalarında yaşamıyor. Onun dünyası, kostümlerin, dekorların, sonsuz uyarlamaların arasına karışarak kültürel belleğin bir parçası hâline geldi. Oysa bu dekorun arkasında sınıf, miras ve emek ilişkileri duruyor. Austen’ın romanlarında kadınlar, evliliğin ekonomik ve ahlaki kuralları içinde sınırlı bir özerklik alanı açmaya çalışır. Bugünün yaratıcıları da endüstrinin kalıpları içinde benzer bir gerilimi kendi sesini korumak ile pazarlanabilir olmak arasındaki ince hat üzerinde yaşıyor. Bu yüzden Austen’ı yeniden okumak sadece nostalji değil eleştirel bir eylem de sunabilir. Sadece her yeni uyarlamada sormamız gereken şöyle birkaç soru varmış gibi hissediyorum artık. Bu hikâyeyi kim, hangi koşullarda, neyi görünmez kılarak anlatıyor?
Austen’ın kalıcılığının sırrı kadın olmanın toplumsal ekonomisini görünür kılan o ince ayarlı bakışta yatıyor. Bu döngü kolay kolay kapanmayacak gibi çünkü piyasa için bundan daha verimli bir mucize formül yok. Hem marka değerine sahip hem de telifi çoktan düşmüş bir kadın yazar. Tam da bu nedenle anonimlikten markalaşmaya uzanan çelişkili hattın içinde Austen hâlâ yalnızca edebiyatın değil kadınların politik hafızasının da bir parçası. Sırf bu sebepten bile olsa bağlamından koparılarak yapılan her uyarlama bana kültleşmiş bir kadın yazarın sömürülmesi hissiyatı veriyor. Yani şimdi mesela teknofaşizm terimi bu kadar popüler olmuşken oralarda bir yerlerde Elizabeth Bennet’ı idealist bir stajyer, Mr. Darcy’yi ulaşılamaz bir teknoloji yöneticisi yapan bir senaryo yazıldığını duysam asla şaşırmam.


