Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Diğer » Madrid-İstanbul arası kültür alışverişi

Madrid-İstanbul arası kültür alışverişi

Madrid-İstanbul arası kültür alışverişi22 Temmuz 2025 - 03:07
İspanya’nın başkenti Madrid’deki saygın koleksiyon temelli Thyssen- Bornemisza Müzesi’nin Genel Direktörü, Pera Müzesi’ndeki sunumunda Milliyet Sanat’la da randevulaştı. Picasso, Klee, Pollock ve Warhol’u misafir edecek olan müzenin Genel Direktörü Evelio Acevedo dünya meselelerine olan duyarlıklarını sergileri ile örneklerken gelecek yıl Dali ve Freud’u birlikte anlamak için özel bir serginin de yolda olduğunu ifade ediyor.
EVRİM ALTUĞ 
evrimaltug@gmail.com
 
Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi (1) yakın zaman önce özel bir misafiri daha ağırladı: İspanya’nın başkenti Madrid’de yer alan (Museo) Thyssen-Bornemisza Müzesi’nin (2) Genel Direktörü Evelio Acevedo, iki kurum arasındaki işbirliği ve vizyonu geliştirmek adına İspanya Büyükelçiliği Kültür Ataşeliği ve Cervantes Enstitüsü’nün de katkılarıyla kapsamlı bir sunum yaptı.
 
 
Thyssen-Bornemisza Müzesi Genel Direktörü Evelio Acevedo
 
Madrid’deki Paseo del Prado Caddesi üzerinde yer alan Thyssen-Bornemisza Müzesi, temelini sanat meraklısı, işadamı Baron Hans Heinrich Thyssen-Bornemisza’nın özel koleksiyonundan alıyor. Ancak bu kamuya açık ulusal müze 21. yüzyılın kültür ve sanat ajandası ile gelecek nesillerin ihtiyaçlarına dönük yönetim, tasarım ve planlama organizasyonlarıyla da geniş kitlelerin ilgisine mazhar olmayı başarıyor. Müzenin 2018’de ‘Güncel Sanat’ biriminin temelini atmış olması da buna bariz bir gösterge olarak kayda geçiyor. 
 
1929 Büyük Buhranı ile gelen dev birikim
 
Müzeye adını veren Baron Thyssen’in böylesi bir koleksiyona ulaşmasında 1929’daki Wall Street çöküntüsü ile gelen küresel Büyük Buhran’ın rolü bulunuyor. Bir yanıyla krizi fırsata çeviren Baron, bu süreçte hayatını idame ettirmeye çabalayan pek çok ABD’li zenginin hayatlarını sürdürebilmek uğruna ‘haraç mezat’ sattıkları türlü dönem ve imzalara ait sanat eserlerini koleksiyonuna toplamayı başarıyor.
 
 
Thyssen-Bornemisza Müzesi
 
Bu öngörülü geleneği daha sonra oğlu Hans da devam ettirerek müzenin günümüzdeki çeşitliliğini perçinliyor. Oğul Hans’ın iyice genişlettiği koleksiyon yakın geçmişte de 1985’te hayatını birleştirdiği Carmen Cervera’nın eşini ikna etmesi sonucu İspanyol Hükümeti ve aile arasındaki anlaşmayı takiben müzenin Thyssen-Bornemisza ismi ile 1992’de doğumuna vesile oluyor. 
 
Bir bakıma Avrupa tarihi adına açık, görsel bir kamu ansiklopedisi sayılabilecek Thyssen-Bornemisza Müzesi’nin erken dönem işlerinin birçoğu tahmin edileceği gibi Baron Thyssen’in emeği ile bir araya getiriliyor. Bu meyanda öne çıkan yapıtlar arasında, 14. ve 15. yüzyıldan İtalyan ressamlar ağırlıkta. Bunlar arasında İtalyan üstadı Ducio öne çıkarken müze envanterinde Jan Van Eyck ile Albrecht Dürer ve Hans Holbein de dikkat çekiyor. 
 
 
Katalan Ulusal Sanat Müzesi ile işbirliği
 
Tam ifadesiyle ‘müze gibi koleksiyon’ dedirtecek bu sanat birikiminde, bununla birlikte, Titian, Caravaggio, Rubens, Van Dyck, Rembrandt, Carpaccio, Degas gibi imzalar resmigeçit yaparken oğul Hans’ın modern olana ilgisi de bunu perçinliyor. Müzede bu meyanda Claude Monet, Auguste Renoir, Edgar Degas ve Vincent Van Gogh’un orijinal işleri de art arda izleniyor. Bunu, 20. yüzyıl sanatını tayin etmiş Picasso, Mondrian ve Hopper gibi üstatlar izliyor. Hal böyle iken kabına sığmaz koleksiyondaki kimi eserler de yapılan özel anlaşma doğrultusunda Barselona’daki Katalan Ulusal Sanat Müzesi’nde teşhir ediliyor.
 
 
Edgar Degas, “Swaying Dancer (Dancer in Green)”,  1877 – 1879, Museo Nacional Thyssen-Bornemisza. © Museo Nacional Thyssen-Bornemisza, Madrid.
 
 
Edward Hopper, “Hotel Room”, 1931. Museo Nacional Thyssen-Bornemisza, Madrid © Heirs of Josephine Hopper / Licensed by Artists Rights Society (ARS), VEGAP, Madrid. All rights reserved
 
Sanat ve ekonomi adına bir fikir verebilmek adına Thyssen-Bornemisza Müzesi varlığını sürdürebilmek ve 2011’de yaşanmış ekonomik darboğazı aşmak için de klasik İngiliz ressam Constable’ın “The Lock” isimli çalışmasını o dönemin rakamı ile 22,4 milyon Pound’a (1 milyon 216 bin 16 TL) satmış bulunuyor. 
 
Etkinlikte bir açık oturuma da imza atan Pera Müzesi Direktörü M. Özalp Birol’un da müzeyi tanıtırken dediği gibi “Toplum için, herkes için müze” şiarı ile hareket eden ve bir yandan da kurumsallığını muhafaza eden Thyssen-Bornemisza Müzesi’nin Genel Direktörü Evelio Acevedo, Pera Müzesi’nde yaptığı sunumda kurumun hem fiziksel hem de dijital olarak mükemmeliyet gayesi ile çalıştığına dikkati çekiyor.
 
 
Thyssen-Bornemisza Müzesi Genel Direktörü Evelio Acevedo ve Pera Müzesi Direktörü M. Özalp Birol
 
Bir hastane ve okul olarak müze
 
“İçeri ve dışarı doğru eşitlik” ilkesi ile davranan müze, Acevedo’ya göre ‘âdeta bir hastane ve okul gibi davranarak” da kendini sosyal mânâda kodluyor. “Ekonomik otonomi” ile hizmet vermeyi seçen Thyssen-Bornemisza Müzesi esnek yönetim anlayışıyla da şeffaflığı çatısından eksiltmiyor. Evrensel erişilebilirlik sertifikası almış kurum ayrıca Madrid’e kattığı sosyo ekonomik katkıyı da övünerek sahipleniyor. Müze öte yandan Google Arts and Culture platformu kapsamında da dünyaya kendini tanıtmaya devam ediyor. 
 
 
Thyssen-Bornemisza Müzesi kalıcı koleksiyonu © Hélène Desplechin
 
2013’te AB nezdinde imzaladıkları ‘Etik Politika’ metni ile Haziran 2023 verileri uyarınca artık daha şeffaf olduklarına değinen Genel Direktör Acevedo 18. yüzyıldan kalma bir yapıda hizmet vermeyi sürdüren kurumun, 2024 yılı ziyaretçi ortalamasını yılda bir milyon kişi olarak açıklarken, yaptıkları son bir araştırmaya göre son üç aydaki yaklaşık 200 bin ziyaretçinin yüzde 58’inin İspanyol, yüzde 42’sinin ise uluslararası kesimlerden olduğunun altını çiziyor. Acevedo ayrıca sunumunda müze internet sitesini bir yılda 4,5 milyona yakın kişinin ziyaret ettiğini bu meyanda internette 13 milyon dolayında sayfalarının tıklandığını ve 160 bin dolayında Podcast içeriğini ulaştırdıklarını gururla aktarıyor.
 
 
Cumartesi günleri 23.00’te kapanan bir adres
 
Kurum yöneticisi Acevedo bu bağlamda özellikle 35 yaşa kadar olan gençleri büyüteç altına alarak, yeni projelere alt yapı sağladıkları özel bir laboratuvar girişiminden yine övgüyle bahsediyor. Bu yolla koleksiyonlarındaki ana parçalara çağdaş yorumlar getirdiklerini de belirten Acevedo, kurumun cuma ve cumartesi günleri saat 21.00 ve saat 23.00’e kadar açık tutulmasını da yine aynı vizyonun bir neticesi olarak örnekliyor. 
 
2024 ve 2028 arası hedeflerini “sosyal ve kültürel, toplumsal bir bilinç yaratabilmek” olarak niteleyen Acevedo, Pera Müzesi’ndeki sunumunda ayrıca, yakın zamanda 650 civarı disiplinler arası özgün yapıt eşliğindeki “(Marcel) Proust ve Sanatlar” sergisini (3) düzenlediklerinden gururla söz ediyor. Bilindiği gibi yedi ciltlik “Kayıp Zamanın İzinde” (1913-1927) klasiği ile bilinen erken dönem modern Fransız aydını, romancı, deneme yazarı ve eleştirmen Marcel Proust bugün de birçok sanatçı ve yapıt için bir dönüm noktası olarak değerlendiriliyor.
 
 
Thyssen-Bornemisza Koleksiyonlarındaki “Sömürge Belleği” sergisinden görünüm. © Laura Martínez Lombardía
 
Picasso, Klee, Warhol ve Pollock sergileri yolda
 
Thyssen-Bornemisza Müzesi şu sıralarda, 21 Ekim 2025 ve 25 Ocak 2026 arası Comunidad de Madrid ve Madrid Kültür, Turizm ve Spor Müdürlüğü desteğinde izlenebilecek “(Andy) Warhol, (Jackson) Pollock ve Diğer Amerikan Mekânları” isimli bir sergi için hazırlıklarını sürdürüyor. Hâlihazırda bünyesinde dört sergiye ev sahipliğini sürdüren kurumun bir diğer yakın gelecek projesi ise modern üstatlar Pablo Picasso ile Paul Klee’yi buluşturuyor. 28 Ekim ve 1 Şubat arası yer alacak bu sergi de Alman sanat simsarı, koleksiyoner Heinz Berggruen’in kataloğunda yer alan ve şu anda Berlin’deki Berggruen Müzesi’nde bulunan 50 başyapıtı bir araya getiriyor. Öte yandan Thyssen-Bornemisza Müzesi Genel Direktörü Evelia Acevedo bir ‘bombayı’ daha patlatıyor. Müze, 20 Ekim 2027’de ise, gerçeküstücü Katalan üstat Salvador Dali ile psikanalizin babası Sigmund Freud’un öğretilerini sanat tarihsel ve psikanalitik bağlamda bitiştiren önemli bir proje için daha geriye saymaya başlamış bulunuyor. 
 
Hal böyle iken Milliyet Sanat’ın da sorularını içtenlikle yanıtlayan Thyssen-Bornemisza Müzesi Genel Direktörü Evelio Acevedo, geleceğin Avrupa Birliği kültür politikaları ve sanat yönetimine yönelik önemli değerlendirmelerini esirgemiyor. 
 
 
Sunumunuzda günümüz yaşam koşullarının eskiye ziyade daha ‘sabırdan yoksun’ olduğuna vurgu yaptığınızı hatırlıyorum. Neredeyse tüm müze ve kurumlar artık çok daha uzak görüşlü, daha tutarlı tahminler yapmaları gereken bir durum ile karşı karşıyalar. Ekonomi, siyaset, lojistik ve tarihin ta kendisi, bu değişkenleri bir araya getiriyor. Ama öbür taraftan tam da yaşadığımız zamanlar bu kurumlar üzerinde belli bir baskı yaratıyor. Görüşünüz nedir?
 
Programımızı dörder yıllık aralıklar üzerinden ele alıyoruz. Bu, önümüzdeki dört yılın çoktan bittiği anlamını da taşıyor. Elbet, bu zamanlarda şu veya bu mazeretle, dünyada pek çok değişim de yaşanıyor. Ama bana kalırsa önemli olan böylesi aracılık eden bir müzenin ‘kamu’lara, türlü ziyaretçilerine tercihlerinde en çok türde ve kapsayıcı hizmeti nasıl verebildiği olsa gerek. Müze olarak sunduğumuz çok sayıda sergiyi ‘büyük sergiler’ olmamakla birlikte içeriklerindeki çoğulluk adına ön plana alıyoruz. Bu bize, yeni sanatçıları tanıma olanağını ve ekoloji, kadınlar veya LGBTİ+ gibi farklı sosyal meseleleri de ziyaretçilerin ilgisi nezdinde gündeme getirme ve bu konulara odaklanma imkânını veriyor. 
 
Hatırlarsanız Avrupa Birliği birkaç yıl önce ‘göçmenlik-sığınmacılık’ meselesini büyük bir mesele edinmiş durumdaydı. Biz müze olarak o günlerde, 20. yüzyıl ilk yarısı modern Alman sanatının isimlerinden “Max Beckmann – Sürgün Figürler” (4) sergisini açtık. Bize göre o Nazi rejimi sırasında yaşadığı soruşturmalar adına da emsal konumundaydı. İlk dönemlerini Almanya’da geçirse bile ardından Hollanda’ya sığındı, Naziler buraya da geldi ve ardından New York’a gitti. 
 
Bize göre Beckmann sergimiz göçmenlik temelli farklı meseleleri temsil etmesi adına bariz bir örnekti. Dönemin etkisini müzemizde açtığımız bu sergimiz üzerinden örgütlediğimiz ‘sığınmacılık’ temalı forum ve konferanslarımızla da gösterdik. Bu bizim her şeyi bir araya getirme çabamızın kimi tartışmalı meselelere yakınlığımızın ve toplumsal etki temelli dahi olsa bu girişimlerin asıl o insanlar, ziyaretçiler nezdinde yarattığı sosyal alâkanın ve müzemizin sanatla ortaya koyduğu emeğin bariz bir örneği olarak gösterilebilir. 
 
 
Müze derken, hem ulusal, hem de uluslararası ölçekle, artık bir ‘devlet’ gibi sorumlu bir çalışma düzeniniz de yok mu? Sunumunuz bunu da vurgulamıştınız, neden?
 
Bu gibi programlara yıllar öncesinden, ortaklaşa, karşılıklı danışarak, organizasyonlar üreterek başlıyoruz. Müze olarak altyapı bağlamında eserlerimizin farklı adreslere ulaşımı bizim için elbette öncelikli bir mesele olarak öne çıkıyor. Çünkü koleksiyonumuzda 800’ün üzerinde eser bulunuyor ve pratikte neredeyse hepsini teşhirle yükümlüyüz. Bununla birlikte ‘hiç bir şey için beklemekte olan’ büyük bir depoya sahibiz. Dolayısıyla sanat eserlerinin ‘dolaşım’ı üzerine dikkatli davranmakla yükümlüyüz. Çünkü kapasite bağlamında diğer müzeler üzerinden de yaşadığımız arz ve talep dengesini düşünürsek durum bizi böyle davranmaya itiyor. Böylece müze olarak iletişimde olduğumuz dünyadaki en önemli müzeler üzerinden hangi eserleri edinip hangilerini emanet edineceğimiz üzerine önemli bir düşünme zemini oluşuyor. Bunun sonunda ortaya çıkan pozitif neticenin verdiği referans sayesindedir ki şu anda gördüğünüz programlarımız da şekilleniyor. 
 
Bir sanat koleksiyonunu İspanya’nın dışına yollamak aslında daha karmaşık. Koleksiyon parçalarımız bugüne kadar Meksika, Çin gibi noktalara ulaştı. Evet müze olarak yeni fırsatları da kolluyoruz ama operasyonlarımızın kalitesine gösterdiğimiz öncelik gereği, yurt dışına sayıca öyle çok fazla yapıtı göndermemeyi de tercih ettiğimiz söylenebilir. 
 
Tabii bunda müzemizin kendi ziyaretçisine duyduğumuz sorumluluğun da payı büyük. Bu müzenin misyonu için de hayati ve makul bir önem arz ediyor çünkü zaten amacı kamuyla buluşturulmak olan koleksiyonumuzu Madrid’deki müzemizde ziyaret edebilecek yabancı izleyicilerimiz adına böylece eylemsel olabiliyoruz. Bu da programlarımızı çeşitlendiriyor.   
 
 
‘Kültür endüstrisi’ denen yapının bugünkü en önemli gündem maddelerinde, sizin ajandanızdan baktığımız zaman neler görülebilir?
 
Sunumumda da belirttim, günümüzün en önemli meselesi ‘faydalı’ olabilmek. Müzemizde ne mutlu ki güzel bir alan içinde sergilenmekte olan, ulusal kültür mirasımız adına büyük önem taşıyan çok güzel eserler var. Bunlar kültürümüz adına birer tanık halindeler. Bu tanıklık onlara tarih boyunca gelmiş ressamlar tarafından sunulmuş. Bunlar sayesindedir ki bizler tarih, din, mitoloji, aşk ve mizah, sadakat türleri ya da insanın en iyi ve en kötü halleri ile hatta şu an yeni sayılacak ekoloji üzerine fikir edinebiliyor, tanık olabiliyoruz. Zira sözgelimi 17. yüzyıl Hollanda resimlerine baktığınızda ekolojiden hâlihazırda bahsettikleri aşikârdır. 
 
Ya da 19. yüzyıl endüstri devrimi açısından konuya bakarsak Van Gogh bize endüstri devriminin geleneksel zirai bölgelerdeki etkilerinden bahseder. Yine 19. yüzyıl Amerikan resmine baktığımızda buradaki ormanların geçirdiği inşaat sürecinde oluşan yeni kentler görülebilir. Toplamda bu işlerin gerek sosyal gerekse ekonomik bağlamda sürdürebilirlik meselesini ele aldıkları söylenebilir. 
 
Biz bunları 20 veya 21. yüzyıl için yeni kabul ediyoruz ama hayır, durum böyle değil. İnsanların durumunu da bu algı ve perspektifle ele almakla yükümlüyüz. Dolayısıyla toplamda ‘beşeri bilimler’e özellikle enternasyonal bağlamda baktığımızda bu alan daha önceleri üniversitelerde dahi yadırganan, kıymeti bilinmeyen bir alan olarak görülmekteydi. 
 
Ama şimdi şimdi fark ediyoruz: İyi bir hukukçu, iyi bir mimar ve iyi bir doktorun bile ‘iyi bir insan’ olması söz konusu. Bu kimseler mesleklerinde sırf teknik vesilelerle değil, ama toplum için çalışıyor. Her biri, yaptıklarıyla medeniyeti temsil eden kimseler. 
 
Bu açıdan hele de şu günlerde üstlenmemiz gereken rolün tam da bu olması gerektiği kanaatindeyim. Sosyal bağlamda mümkün olabilirse, bununla zengin bir kültür mirası da oluşacak. Bunun yarattığı türlü biçimlerle ise eleştirel düşüncenin kapısı aralanabilecek, kimi konular üzerine farkındalıklar ortaya çıkabilecek ve nihayetinde de insanlığın tutarlılığı üzerine yeni gelişmeler söz konusu olabilecek.
 
 
Müze olarak türlü yönleriyle Marcel Proust’u teşhir ettiğiniz gibi yakın gelecekte Warhol, Pollock, Salvador Dali ile Freud’u da kesiştiren bir sergiye de hazırlandığınızı belirttiniz. Bunlar gibi çoklu okumalara açık sergilerle yönetim olarak beklentileriniz, kastınız nedir?
 
Sanata bu yönden yaklaşmak, farklı bir perspektife olan ihtiyacı beraberinde getiriyor. Pollock, Proust, Dali veya Warhol gibi bu ‘karakter’ler, bizlere aslında her şeyin birbirleriyle bağlantılı olduğunu ifade eden birer hatırlatıcı vazifesi görüyor. Resim dediğimiz sırf sanatçının fikrinden çıkmıyor. Sanatçı, yaptıklarıyla yaşadığı toplum ve hayata dair bir tepkide bulunuyor. Şurası önemli ki ressamlar da örneğin Marcel Proust gibi bir karakteri daha çok anlamamıza vesile olabiliyor. 
 
Evet, Proust kendini yazarak ifade ediyor ama yaşadığı dönemin toplumuyla da irtibatta. Bu toplumdaki karakterleri yazdığı romanlarına işliyor. Hatta bazen, sergide gördüğümüz türde olduğu gibi Paris, Venedik veya Normandiya sahili gibi kesimlerde bu portreler ortaya çıkabiliyor. Bu da ortaya o ‘zamanın cemiyeti’ne yönelik bir portre çıkarıyor. Aristokrasinin geri çekilmesi, burjuvazinin yükselişi buradaki sanatçıların işlerinde görülebiliyor. Bu anlamda Proust sergisi bize “Kayıp Zamanın İzinde” bir yazar olarak Proust ve Proust’un tam da romanının temeline karşılık gelen ‘zamanını’ daha iyi anlama fırsatı sunuyor. Yani sanat bilgiyi halka taşımak adına harika bir aygıt haline geliyor. 
 
Bilgi ve referanslar:
 
1. https://www.peramuzesi.org.tr/ 
2. https://www.museothyssen.org/en 
3. https://www.museothyssen.org/en/exhibitions/proust-and-arts 
4. https://www.museothyssen.org/en/exhibitions/beckmann-exile-figures