Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Diğer » Mağaraların karanlığı gün yüzüne çıkıyor

Mağaraların karanlığı gün yüzüne çıkıyor

Mağaraların karanlığı gün yüzüne çıkıyor11 Aralık 2025 - 03:12
Özge Kahraman’ın mağara metaforu üzerinden hafıza, zaman ve bilinçaltı arasındaki bağı irdelediği sergisi “Karanlığın Hafızası” Haliç Sanat 2’de sanatseverleri ağırlıyor. 15 Şubat 2026’ya kadar sürecek sergiyi Kahraman’la konuştuk.
Yeliz Tingür
yeliztingur@gmail.com
Fotoğraflar: Galip Olcayto
 
Özge Kahraman’ın ilk kişisel sergisi “Karanlığın Hafızası”, izleyiciyi yalnızca yeraltının fiziksel karanlığına değil, hafızanın ve bilincin en derin katmanlarına doğru da bir yolculuğa çıkarıyor. Yeraltını yalnızca fiziksel bir mekân olarak değil; zaman, hafıza ve bilinçaltı arasında açılan bir geçit olarak ele alan sergi, çizimden LiDAR taramalarına, 3D modellemeden videoya uzanan çok katmanlı bir anlatı kuruyor.
 
Sanatçının 12 yıllık mağaracılık deneyiminden beslenen sergide yeraltı, dış dünyadan kopuşla iç dünyaya geçiş arasındaki bir eşik olarak konumlanıyor. Mağaralardaki mineral dokular, ona hafızanın da jeolojik katmanlar gibi biriktiğini ve zamanla görünmez hâle gelebildiğini hissettiriyor. Bu nedenle sergideki işler yalnızca mağaranın fiziksel yapısını değil, onunla kurulan derin ruhsal bağı da yansıtıyor.
 
Sergi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) tarafından restore edilerek kültür sanat merkezine dönüştürülen Balat’taki Fener Evleri’nde yer alan Haliç Sanat 2’de, 15 Şubat 2026 tarihine kadar ziyaretçilerini bekliyor.
 
 
Özge Kahraman
 
Biraz serginin hikâyesini dinlemek isterim. İlk kişisel serginiz “Karanlığın Hafızası” nasıl ortaya çıktı? Bu serginin oluşum sürecini ve sizi bu noktaya getiren yaratıcı motivasyonları anlatır mısınız?
 
“Karanlığın Hafızası” uzun yıllardır zihnimde yavaşça biriken bir düşüncenin görünür hâle gelmesi. Mağaralarda geçirdiğim zaman içinde karanlığın aslında bir boşluk değil; hem jeolojik hem de psikolojik izlerle dolu bir hafıza alanı olduğunu fark ettim. Yeraltında zaman maddeselleşiyor, bedenin ve duyuların sınırları değişiyor ve mekânla kurulan ilişki başka bir algı düzlemine taşınıyor. Bu sergi, o karanlığın bana öğrettiklerini bir araya getirme arzusundan doğdu: katmanları, izleri, sessizliği ve görünmez olanı yeniden düşünme çabası. Serginin motivasyonu da tam burada şekillendi — mağaranın maddi gerçeğiyle zihnin içsel derinliğini aynı anda taşıyabilecek bir anlatı oluşturmak.
 
 “Karanlığın Hafızası”, 12 yıllık mağaracılık deneyiminizden besleniyor. Mağaraya inişi hem 'bedensel bir keşif' hem de 'zihinsel bir derinleşme eylemi' olarak tarif ediyorsunuz. Bu iki eylem, üretim sürecinizde hangi noktalarda birbirini besliyor ve dönüştürüyor?
 
Mağaraya inişin fiziksel yönü; bedenin ağırlığını, nefesin ritmini, yerçekiminin etkisini çok somut şekilde hissettiren bir deneyim. Ancak mağaranın karanlığına girdikçe bu bedensel gerçeklik zihinsel bir alan açmaya başlıyor. Yönsüzlük, sessizlik ve zamanın yavaşlaması bilinçaltını harekete geçiriyor. Üretimimde bu iki alan birbirini sürekli dönüştürüyor: bedensel deneyim veriyi, dokuyu ve formu belirlerken; zihinsel derinlik onların anlamını, ritmini ve mekânsal karşılığını kuruyor. Bu nedenle hem çizimlerimde hem de dijital üretimlerimde mağaranın fiziksel topografyası ile içsel topografyam çoğu zaman üst üste biniyor.
 
 
Sergide yeraltı; zaman, hafıza ve bilinçaltı arasındaki ilişkileri çözümlemek için bir metafora dönüşüyor. Kendi hafızanızda veya geçmişinizde mağaralarla kurduğunuz bu bağ nasıl bir iz bırakmış durumda?
 
Yeraltı benim için hem dış dünyadan kopuş hem de iç dünyaya geçişin eşiği. Mağaralarda karşılaştığım mineral yüzeyler-oluşumlar, binlerce yılın sıkışmış zamanını taşıyan sessiz arşivler gibi. O dokulara dokunmak, hafızanın da tıpkı jeolojik katmanlar gibi biriktiğini, gömüldüğünü ve bazen görünmez olduğunu hissettirdi. Kişisel hafızamda mağara, unutulan ile hatırlanan arasındaki ince çizgide duran bir metafor hâline dönüştü. İçinde zamanın başka bir akışla hareket ettiği, bilincin derinlerine çağıran bir mekân. Bu nedenle sergideki işler yalnızca mağaranın maddeselliğini değil, onunla kurduğum ruhsal bağı da taşımakta.
 
Çizim, 3D modelleme, LiDAR taramaları, haritalama, video ve fotoğraf gibi çok çeşitli araçlar kullanıyorsunuz. Bu teknik çeşitlilik üretim pratiğinizde nasıl bir karşılık buluyor? Bu farklı araçlar mağaranın maddeselliği ile zihinsel katmanları bir araya getirme sürecinizi nasıl etkiliyor?
 
Bu çeşitlilik benim için bir dağınıklık değil; mağaranın çok katmanlı yapısını yakalayabilmek için gerekli bir yöntem. LiDAR ve haritalama bana ölçümsel kesinlik sunarken, çizim ve noktalama bu verileri daha sezgisel ve bedensel bir dile çeviriyor. 3D modelleme ve video ise mağaranın içsel hareketini, zamanla kurduğu ilişkiyi görünür kılmama imkân tanıyor. Bu araçlar birlikte çalıştığında maddi yüzeyle zihinsel katman arasında geçirgen bir yapı oluşuyor. Üretim pratiğim de tam olarak bu geçirgenlikten besleniyor: verinin keskinliği ile sezginin bulanıklığı arasında yeni bir anlatı alanı açılıyor.
 
 
Özge Kahraman, “Agarta Serisi”
 
Nokta, eserlerinizde taşın, bilincin ve geçmişin mikroskobik bir temsiline dönüşüyor. Nokta formuyla kurduğunuz bu yoğun ilişki nasıl başladı? 
 
Noktayla kurduğum ilişki mağarada başladığı için çok doğal ve sezgisel. Kask ışığımın nemli kaya yüzeyinde yarattığı noktasal parlamalar, mağarayı ilk keşfettiğim zamanlarda beni en çok etkileyen görüntülerden biriydi. O tekil ışık parçacıkları hem jeolojik birikimin hem de zihinsel hareketin çok küçük ama yoğun birer izi gibi geliyor bana. Nokta, zamanın mikroskobik bir birimi olduğunu hissettirdi; aynı zamanda başlangıç, iz ve hafıza taşıyıcısı. Bu yüzden nokta tekniği sadece bir çizim yöntemi değil, mağaranın bana öğrettiği bir görme biçimi hâline dönüştü.
 
"Karanlığın Hafızası", Haliç Sanat 2 gibi tarihi bir mekânda sergileniyor. Bu mekânın tarihsel ve mimari yapısı, işlerinizle nasıl bir ilişki kurdu?
 
İBB Miras ve İBB Kültür’ün katkılarıyla Haliç Sanat 2’de gerçekleşen “Karanlığın Hafızası” isimli sergim, mekânın tarihsel ve mimari yapısıyla güçlü bir ilişki kuruyor. Haliç Sanat 2’nin taşıdığı tarihsel katmanlar, sergideki yeraltı temasını doğal bir şekilde genişletti. Yapının kendi belleği, duvarlarındaki izler, zamanın bıraktığı kırılmalar; mağara fikriyle beklediğimden daha güçlü bir ilişki kurdu. Yerleştirmeleri kurgularken bu belleği görünür kılmaya çalıştım. Mekânın kendisi, hacimleri ve ışığı; karanlık ve aydınlık arasındaki geçişleri daha derin bir atmosfere taşıdı. Aslında mekân, serginin sessiz bir eş-yaratıcısı hâline geldi.
 
 
Sergileme tasarımınızda, izleyiciye kendi bilinçaltı keşfini deneyimlemesi için nasıl bir atmosfer yaratmayı hedeflediniz?
 
İzleyicinin mağaranın içine gerçekten “girdiğini” hissetmesi benim için çok önemliydi. Bu nedenle mekânı yönlendiren değil, içine doğru çeken bir akışla kurguladım. Karanlık–aydınlık geçişlerini kontrollü bir ritimle düzenleyerek, izleyicinin gözün karanlığa alışmasıyla başlayan o içsel adaptasyon sürecini mekânda yeniden kurmak istedim. Çizimlerin noktasal yoğunluğu, videoların ışık titreşimleri ve LiDAR yüzeylerinin kırılgan verileri bir araya gelerek sessiz fakat derin bir atmosfer oluşturuyor. Bu atmosfer, izleyiciyi kendi hafıza katmanlarına yönlendiren bir eşik işlevi görüyor. Serginin amacı bir anlatı dayatmak değil; her izleyicinin kendi içsel yolculuğunu başlatabileceği bir alan açmak.
 
Bu sergi sizin için nasıl bir dönemeç anlamına geliyor? “Karanlığın Hafızası” üretim pratiğinizde geleceğe dair nasıl bir yön veya kapı açtı?
 
Bu sergi, yıllardır zihnimde biriken tüm düşünsel ve teknik arayışların birleştiği bir eşik oldu. Yeraltının maddi dokusuyla zihinsel derinliğini aynı anda taşıyan bir dil kurabildiğimi hissettim. Bundan sonraki süreçte özellikle lidar verileri, Gaussian Splatting ve çizim teknikleri arasındaki ilişkiyi daha da geliştirmeyi planlıyorum. “Karanlığın Hafızası” bana yalnızca bir sergi değil, yeni bir araştırma hattı açtı: yeraltının fiziksel gerçekliğini, zamanın katmanlarını ve bilinçaltının imgelerini daha bütünlüklü bir yapıda bir araya getirebileceğim uzun soluklu bir yön.