Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Diğer » Mimar Koyunoğlu’nun hayret verici dünyası

Mimar Koyunoğlu’nun hayret verici dünyası

Mimar Koyunoğlu’nun hayret verici dünyası20 Haziran 2025 - 03:06
Erken dönem Cumhuriyet Türkiye’sinin mimarlık tarihine yaptığı ‘millî’ katkılarla tarihe geçen Arif Hikmet Koyunoğlu, ibretlik yaşam öyküsü ve fotoğraf makinesinin geleceğe bıraktığı biricik kadrajlarla İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nde. “Maceraperest Bir Mimarın Fotoğrafhanesi”, geç Osmanlı ve erken Cumhuriyetin bu özgün imzasını 1920 ve 1930’lu yıllardaki cam baskı ‘resim’leriyle günışığına çıkarıyor. Sergide ustanın Sanayi-i Nefise Mektebi yıllarından, Erzurum’daki askerlik dönemi ve Babıâli’deki ‘Yeraltı Fotoğrafhanesi’ne, oradan Ankara, Bursa, Nevşehir, Bandırma, Kırşehir ve İzmir gibi pek çok yere yaptığı mesleki keşif gezilerine dek uzanan nice mimari ve sosyal kanıtları bir araya geliyor.
EVRİM ALTUĞ 
evrimaltug@gmail.com
 
İstanbul Tepebaşı’ndaki Suna ve İnan Kıraç Vakfı İstanbul Araştırmaları Enstitüsü (İAE), 17 Mayıs 2026’ya kadar yer alacak yeni sergisini Türkiye Cumhuriyeti’nde “Devlet Sanatçısı” unvanını almış ilk mimar Arif Hikmet Koyunoğlu’nun objektifinden arşivlere süzülen ‘hayretler verici’ dünyasına ayırdı. (1) 
 
1893’te İstanbul’da dünyaya gelmiş, 1982’de yine İstanbul’da hayata veda etmiş, tabiri caiz ise, hayatı neredeyse bir dijital film platformu adına dizi olmak üzere âdeta pusuda bekleyen Koyunoğlu’na ait çok sayıda portre, manzara, yapı ve tarihi eser detayına yer verilmiş bu sergi, Zeynep Ögel, F. Gülru Tanman ve Mustafa Ergül’ün proje yöneticisi olarak ziyaretçilere sunduğu ‘edebî ve biyografik bir lezzet’ ile deneyimlenebiliyor. Merkezin giriş katı boyunca uzanan nice sürprizi içinde taşıyan “Maceraperest Bir Mimarın Fotografhanesi” isimli serginin danışmanlığını kıdemli mimarlık tarihçisi M. Baha Tanman ve Esra Özdoğan üstlenirken projede yaklaşık 20 kişinin ve baskıdan grafik tasarıma, nakliyeden sergi kurulumuna pek çok kurumun da emeği geçiyor.  
 
 
(soldan sağa) Mimar Arif Hikmet Koyunoğlu’nun torunları Osman Koyunoğlu, Eren Koyunoğlu ve İAE sergi ekibi.
 
Türkçe ve İngilizce duvar metinleri ve künyelerle tasarlanan sergide Koyunoğlu arşivindeki 
97 fotoğraf asılı olarak, üç ekranda ise 141 fotoğraf izleyicilerle buluşuyor.
 
Etnografya Müzesi, Türk Ocağı ve Çocuk Esirgeme Kurumu’nun mimarı
 
2022 tarihli Yıldız Teknik Üniversitesi (YTÜ) Yüksek Lisans Tezi’nde (2), akademisyen Özge Lale’nin de vurguladığı gibi, Koyunoğlu, “...eğitimini Osmanlı Devleti’nin son yıllarında Sanayi-i Nefise Mektebi’nin mimarlık bölümünde tamamlayan; kariyerinin önemli bir bölümünü Erken Cumhuriyet döneminde sürdüren; 1930'ların başında Ankara’da Etnografya Müzesi, Türk Ocağı, Çocuk Esirgeme Kurumu gibi döneminin simge yapıları konumuna gelmiş¸ önemli yapılarını tasarlayan; yine aynı yıllarda mimarlık üzerine yayınlanmış¸ metinleriyle Türkiye mimarlık gündeminde yer edinen tarihsel bir figür,” olarak biliniyor.
 
 
Arif Hikmet Erzurum’da nakliyecilik ve ticaret yaptığı günlerde, 1919.
 
Kabri, eşi Mübeccel Hanım ve Ailesi adına kendi tasarladığı, Üsküdar Nuhkuyusu Aile Mezarlığı’nda yer alan Koyunoğlu’na adanan sergi, hatıraları ve özdeyişleri refakatiyle, kendisini aynı zamanda bir mimar olmanın yanı sıra, antrenör, asker, aşçı, atlet, fotoğrafçı, galerici, gazeteci, hamal, kabzımal, kayakçı, kırtasiyeci, kuyucu, madenci, meyhaneci, müteahhit, nakkaş, nakliyeci, nalbant, rehber, ressam, savaş fotoğrafçısı, sigortacı, tayfa, temizlikçi, tercüman, tesisatçı, vaiz ve yemenici kimliği ile de tanıma imkânını bizlerle buluşturuyor!
 
 
Nilüfer Çayı kıyısında Arif Hikmet, eşi Mübeccel, kızları Özcan ve akrabaları, Bursa, 1930’lar.
 
Nevşehir Hacı Bektaş-ı Veli Dergâhına Atatürk emri ile proje düzenledi
 
İAE’deki sergiye Koyunoğlu Ailesi’nden torunları, Osman ve Eren Koyunoğlu’nun da verdikleri destek ile açtıkları arşiv üzerinden oluşan samimi atmosfer, sergi kurgusuna da yansıyor. Atatürk Sanat Armağanı ve Mimarlar Odası Onur Plaketi Sahibi Koyunoğlu’nun sergisinde, ‘ibret verici’ nice belgesel fotoğraf art arda geliyor. 
 
Bunlar arasında örneğin, gençliğinde tanıştığı hatta körebe oynayıp hastalığına şifa olduğu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün emri ile 1923’te tamirat ve misafirhane inşası adına gittiği Nevşehir’deki Hacı Bektaş-ı Veli Dergâhından fotografik izlenimleri ya da İzmir’in Basmane’de 13 Eylül 1922’de başlayan yangını öncesinde kadrajına aldığı Konak – Kadifekale sahil manzarası, Patras (Yunanistan), Adana ve Bandırma ya da Kırşehir izlenimleri veya genç Türkiye’nin kalbi Ankara’ya dair türlü perspektiflerden görülen kendi yapıları veya erken dönem Türkiye Cumhuriyeti mimarlığı yapılarına ait fotoğraflar da bulunuyor. 
 
 
Bektaşi dervişleri Mehmed ile Bektaş, Hacı Bektaş-ı Veli (solda) ve Abdal Musa (sağda) tasvirli resimlerle.
 
 
1922 yangını öncesi İzmir’in görünümü, Konak ve arkada Kadifekale.
 
Yapı ve anıt tasarımlarını suluboya ile de renklendirme yolunu seçen Arif Hikmet Koyunoğlu’nun sergisinde ayrıca, “Annem gayet cesur, erkek gibi bir hanımdı. Hayatta hiç bir şeyden yılmamış. Beni de böyle korkusuz, hiç bir şeye metelik vermeyen bir erkek olarak yetiştirmeye çalışmıştı,” diyen çok yönlü figürün ailesine dair pek çok portre ve anı fotoğrafı da sıralanıyor. 
 
Tarihin tanığı tarihi fotoğraf makinesi de görücüye çıktı
 
Bununla birlikte etkinlikte Koyunoğlu’nun her yere sırtlanıp taşıdığı ahşap, erken 1900’lere ait ve torun Eren Koyunoğlu koleksiyonunda bulunan, Demaria Lapierre - Mollier marka fotoğraf makinesine de yer veriliyor. 
 
 
Arif Hikmet, arşivlerden yansıyan sözleriyle bize daha 10 yaşında kayda geçen bu dönemi de şöyle anlatıyor: “İlk fotoğraf makinemi, 1903 senesinde bir tesadüf neticesinde almıştım. Alışveriş ettiğimiz dükkânlardan, Sâdık Kehnemuyi ismindeki kırtasiyeci dükkânı, en çok uğradığımız bir yerdi… Bir gün babamla oraya uğramıştık. Vitrinde siyah bir kutu duruyor ve üzerinde, ‘fotoğraf makinası’ yazılı bir etiket ve Almanca bir broşür duruyordu. Sadık Bey’e, ‘Bununla fotoğraf çekilir mi?’ diye sordum. ‘Evet’ demiş, ‘Bu makine, fotoğraf atölyeleri dışında kolayca resim almak için icat edilmiştir…’ Hayretle bakmıştım. Çünkü bizim İstanbul’daki üç fotoğrafhanede (o zaman İstanbul’da hatta bütün Türkiye’de üç fotoğrafhane vardı. Amatör filan hiç yoktu,) gördüğümüz kocaman makinelerin yanında, bu bir oyuncak halinde kalıyordu. Makineyi aldım. Bir düzine de cam.”
 
“Yeraltı Fotoğrafhanesi” İAE’nin içinde yeniden belirdi
 
Koyunoğlu’nun sergisindeki “Yeraltı Fotoğrafhanesi” ise mimarın fotoğraf tutkusunun en yoğun olduğu, ekmek parasını da buna adadığı, 1920 Mart Babıâli bodrum katı dönemine saygı duruşunda bulunuyor. Geç Osmanlı döneminde ‘elektrikle fotoğraf alınır’ deyip dönem İstanbul’unun kozmopolit, mistik ve büyüleyici genç kadınlarına ait örtüsüz, kimliksiz, gizemli, melankolik portreleri tüm doğal güzellikleri ile cam baskı alarak, çektiği ‘resim’lerle tarihe geçiren Arif Hikmet Koyunoğlu işgal İstanbul’una ait bu dönemini sergiye şu arşivlik sözlerle yansıtıyor:
 
“O zaman, Türk kadını resmi almak ve vitrine koymak âdet değildi. Bir gün bir Fransız yüzbaşı gelmiş ve sırf beni sevdiği için vitrinde teşhir etmeme izin veren bir hanımın resmini istemişti. Vermeyeceğimi söyleyince belindeki kasaturasını çıkarmış ve camı kırarak almak istemişti. Resmi zorla elinden almıştım. Biraz da kavga ederek, ötesini berisini yaralamıştım. Zaten kırdığı cam da elini kesip kanatmıştı. Kavgaya Fransız polisleri gelmiş ve beni ite kaka, üslerine götürmüşlerdi. O zaman Sirkeci’deki Dördüncü Vakfı Han Fransızların kışlası idi.”
 
 
Arif Hikmet’in Yeraltı Fotoğrafhanesi’nde çektiği iki kadın, İstanbul, 1920–1921
 
Zamanla, askerden terhis olduktan sonra açtığı bu fotoğrafhaneyi bir galeriye dönüştüren, ressam dostlarına ait eserleri ya da İstanbul’un tarihi yerlerine dair fotoğraflarını satışa koyan, hatta dostu Şinasi Bey’in dahi kadın kılığında portresini çeken espritüel bir kişilik olarak Koyunoğlu, Milli Mücadele hareketine de yine burada verdiği gizli silah depolama desteğiyle bilhassa hatırlanıyor. Öyle ki sergiden öğrendiğimize göre, fotoğraf çektirmek için gelen bir İngiliz askeri bile, bu silah sandıklarının üzerinde portre fotoğrafı için poz veriyor. O dönemde stüdyosunu haraca kesmek isteyen bir İngiliz polisini, Babıâli yokuşu boyunca kovalayan Koyunoğlu, bu olaydan da stüdyosuna gelerek kendi ‘resmini çektiren’ Amiral Bristol’un eşinin devreye girmesi ile kurtuluyor. Koyunoğlu daha sonra, ailesi ile bu olayların artışından kaynaklanan güvenlik riski sebebiyle yıllarca emek verdiği Ankara’ya göçüyor.
 
 
Arif Hikmet Şeriye ve Evkaf Vekâleti’nde çalışırken, Ankara, 1921–1923.
 
Mimarlığı adına çok sevdiği içkiye bir gecede, sırf eli titremeye başladığı için veda eden Arif Hikmet Koyunoğlu’nun sergisi, Bursa Tayyare Sahnesi ve Sineması veya Eskişehir Çarşı Camii’nin de mimarının hayatın hemen tüm seviyelerine yönelik iradeli, dirençli karakterini, çocuksu kâşiflik ve maceraperestlik özelliklerini de yansıtması bakımından büyük değer taşıyor. 
 
Sergi ayrıca özellikle ziyaretçilere sunulan Mimarlık dergisi arşiv yazıları veya etkinliğin yakında basılacak büyük hacimli biyografik sergi kitabının kapsamlı önsözü niteliğindeki Koyunoğlu kronolojisiyle kendini tüm doygunluğu ile bütünlüyor. Bu vesileyle (gururla) hatırlamak gerekirse Arif Hikmet Koyunoğlu ile bir kapsamlı röportaj da 1980 yılında Milliyet Sanat Dergisi’nde Sevim Kırdar’ın imzasıyla yayımlanmış bulunuyor. 
 
Atatürk emri ile Dumlupınar anıtı, Ziya Gökalp’in mezarı da Arif Hikmet imzalı
 
Sanatçının hayatının belli yaşlarından portre fotoğraflarıyla ya da tarihi anıt ve yatırlara dönük kadrajlarıyla değerlenen sergi, kendisinin Erzurum’da 1915’te Avusturyalı subaylarla çıktığı kar taliminden samimi kompozisyonlarla zenginleşirken arşivler bize Sarıkamış Harbi’ndeki kayakçı asker taburunda Arif Hikmet’in de yer aldığını ve harbe giden 30 bin askerden sağ kurtulmuş 216 isimden birinin de kendisi olduğunu aktarıyor.
 
 
Arif Hikmet ve askerler Kızıldağ’da kayak taliminde, 1915–1919.
 
Ziya Gökalp’ın İstanbul Fatih İlçesi Mollafenari mevkiinde yer alan anıt mezarı ile Cumhuriyet’in ilk anıtlarından sayılan, Atatürk’ün emri ile ortaya koyduğu Dumlupınar anıtını da tasarlamış Koyunoğlu’nun sergisi bu anlamda, ustanın başkent adına hayal edip tasarladığı olası Resim ve Heykel Müzesi ile Cumhuriyet tak projeleriyle de tarihselliğini artırıyor. 
 
Ustanın yurdun dört yanındaki yerel mimari ve kamusal yapı örneklerini belgelediğini ispat eden sergide ayrıca, Arif Hikmet’in Osmanlı mezar taşları ile camii bezemelerine yönelik duyarlılığının da altı çiziliyor. Koyunoğlu bu anlamda, Ankara’daki Maarif Vekaleti Binası veya bugünkü İsrail Konsolosluğu konutu tasarımı ile 1975’te Resim ve Heykel Müzesi olarak el değiştiren ikonik Türkocağı binasıyla da erken Türkiye Cumhuriyeti mimarlığı adına kalıcı isimlerden biri olduğunu geleceğe ispat ediyor.
 
 
Arif Hikmet tasarımı Türk Ocağı’nın ön cepheden görünümü, Ankara, yak. 1930.
 
Arif Hikmet, sergiyle ikram edilen edebî ve gerçeküstü biyografisinden de öğrendiğimiz kadarıyla ölümden defalarca kurtulmayı başarıyor. Bu küçük anlatılara bir ek olarak (2) öğrendiğimiz kadarıyla Koyunoğlu, 1913’te yaşadığı bir anısını daha, kaynaklarda şöyle aktarıyor: “...İstanbul’a varınca rıhtıma çıkar çıkmaz garip bir tesadüf beni şaşırtmıştı. Arkadaşım mimar Said karşıma çıkmış ve beni görünce bağırıp yere düşmüş ve bayılmıştı. Elini yüzünü yıkadık, kendisine geldi. Meğer arkadaşlar kati olarak öldüğümü zannettiklerinden, beni anmak için o gün Cihangir Camii’nde mevlit okutmuşlar. Sait de oradan geliyormuş. Zaten çok asabi olan, beni bir kardeş gibi seven Said beni ani olarak karsısında görünce hayal görüyorum diye ürpermiş, bayılmış.”
 
 
Yeşil Cami’nin giriş cephesinden bir pencere, Bursa.
 
1929-1930 aralığında, İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü Halil Edhem Bey’in sayesinde Bursa Yeşil Camii’nin rölövelerini çıkarma ve fotografik tespitini yapma işini alan Arif Hikmet Koyunoğlu öte yandan, Mimarlık dergisi için yazdığı, eski Türk mimarisinin tarihsel örneklerini köprüler, camii ve külliyeler ile kaplıca, türbe ve minberleri belgelediği bir fotograflı mektupta (3), şu ifadelere yer veriyor: 
 
“Avrupa’da, hatta bütün dünyada delileri dövmekle ve türlü feci vaziyetlerde tedaviyle uğraşırlarken, Türkler bu insanlık dışı hareketi kınamışlar ve bilim adamlarının türlü tecrübeleri sonucunda tespit ettikleri insanî ve aklî bir tedavi usulü bulmuşlar ve bu buluşlarının çizdiği daire içinde, Türk mimarları da ilk tımarhane (deli tedavi hastanesi) binalarını yapmışlardır. Bu binalar, birçoğu eski dinî yapılarımızın yakınlarında bulunmaktadır. Bunlardan Edirne Beyazıt Camii yanındaki hastaneyi senelerce evvel incelemiştim. Bina yatakhaneleri, hamamları, etrafı duvarla çevrili güzel bahçeleri ile her şeyi tam ve sağlıklı bir yapı idi.
 
Bu binanın vakıfnâmesinde şöyle yazılıydı: ‘Delilerin (mecanninin) musıkî ve telkin ile tedavileri iyi neticeler verdiğinden, burada haftada bir defa da ince saz terennüm oluna.’
 
Bugün medenî dünyada delileri dövmekten vazgeçmişler ve Türklerin bulundukları bu usul-û tedaviyi yapmaktadırlar. Türk bilim adamlarının düşüncelerinden ilham alan Türk mimarları da akıl hastanelerinin güzel örneklerini yaratmışlar ve mimarinin bu medenî kolunda da güzel eserler yapmışlardır.”
 
Bugün halen faaliyette bulunan ve Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi Kasa Galeri olarak hizmet de veren Minerva Han’da 77 yaşına dek açtığı bürosunda mimarlık ve mühendislik için ter döken Koyunoğlu ayrıca İAE’den edinilebilen, 1980 Mart ayı tarihli bir diğer arşivsel okur mektubunda ise Türk mimarlığının dünyadaki pozisyonundan şu anekdot ile söz ediyor:
 
“...Eskiyi inceleme, yenilik oluşturur. Bu sözümü söylerken, geçenlerde yüksek tahsilli bir zatın, bir profesörün şu fikirde bulunmasına şahit olmuştum: ‘Eski Türk mimarisi yalnız bir cephe (fasat) mimarisidir,’ diyordu. Bu muhterem zatın, eski eserlerimizden haberi ve bilgisi olmadığı ortaya çıkmıştı. O’na anlatmaya başladım. 
 
Türk mimarisi gibi bütün medenî dünyaya öncü olan bir mimari yoktur. Sizin dediğiniz gibi bu mimari yalnız bir cami girişinin süslenmesi değildir. Türk mimarisinin yüzlerce dalı vardır.
 
Akıl hastaneleri, imaretler (Fukaraya parasız yemek veren hayırevi), hamamlar, kervansaraylar, köprüler, medreseler, tabhaneler (düşkün evleri), barajlar, şehirlere su verme tesisatları, çeşmeler, su terazileri, hanlar, saraylar, türbeler ve mezarlıklar ve binlerce medeniyete yararlı bina ve tesisat. 
 
En basiti olarak şunu da ekleyeyim: Avrupalılar aptesaneleri bile Türklerden öğrenmişlerdi. Nasıl olur da mimarimize basit bir cephe mimarisi diyorsunuz?
 
Muhterem zat cevap veremedi. Yutkundu durdu…”
 
Bir derleme: Arif Hikmet Koyunoğlu yapıları
 
İAE’de düzenlenen bu özel sergiye bir katkı olarak, Atatürk Ansiklopedisi’nin ilgili maddesinde ise tamamlanan Koyunoğlu yapıları (4) tekrar niyetine şöyle kayıtlara geçiyor:
 
ANKARA: Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi (Türkocağı), Etnoğrafya Müzesi Evkaf numune evleri dört adet (2’si İş Bankası ilk binası, yıkıldı)  Çocuk Esirgeme Kurumu (Himaye-i  Etfal)  5. Celal Bayar Evi, Maraş Mebusu Mithat Alam Evi, (İsrail Elçiliği), Falih Rıfkı Atay Evi Ruşen Eşref Ünaydın evi; BURSA: İkizce ve Karacaoba göçmen köyleri evleri, Tayyare Sineması ve İşhanı, ERZURUM: İttihat ve Terakki Kulübü Binası, TOKAT: Erbaa Tütüncü Hakimzade köşk ve deposu, ESKİŞEHİR: Çarşı Camisi, Havaalanı hangar ve binaları, İZMİR: Hasan Rıza Sevsay Evi, Müfide Okaya Evi İSTANBUL: Recep Peker Evi (İstanbul Anıtlar ve Rölöve Bürosu Binası), Maçka “Bizegöre Apt.” (İş Bankası eski Müd. Nejat Bey Apt.), Florya, Eczacı Hasan Bey Köşkü, Bebek, Rakım Enç Apt., Büyükdere Sait Rıza Sevsay ev ve Apartmanı Talimhane, Denizkızı Eftelya (Billur Apartmanı), Ortaköy, Musevi Mezarlığı yanı, Tütüncü İskenderbey Köşkü, Avukat Hüsamettin Erduran’a ait Apt.), Kabataş Setüstünde Parmakkapı apartmanı Av. Hüsamettin Erduran Köşkü, İç Erenköy, Ziya Gökalp Mezarı.
 
Torunları Koyunoğlu’nu Milliyet Sanat’a anlattı
 
Diğer yandan İAE’deki sergiyi destekleyen ve arşivlerini açan torunları, Sanat Tarihçisi Dr. Eren Koyunoğlu ile Osman Koyunoğlu da Milliyet Sanat adına özel buluşmamızda dede Koyunoğlu’na dair hayli ilginç anekdotlar aktarıyor. Hocaları, mimarlar Giulio Mongeri ile Paul Valery’nin dedelerine alenen sahip çıkarak onu Beyoğlu’ndaki St. Antoine Kilisesi’nin tavan tezyinatı ve birçok yapı çalışması gibi projelere sevk ettiğini vurgulayan ikili, Arif Hikmet’in özellikle Balkan Savaşı için çağrıldığında öğrenci olarak, Atina’daki Akropolis’in rölövesini yaptığını hatırlatıyor. 
 
 
Mimar Arif Hikmet Koyunoğlu’nun torunları Osman Koyunoğlu ve Eren Koyunoğlu.
 
1970’lerin sonunda sık sık yurtdışı seyahati yapan Koyunoğlu’nun evinden ilginç misafirlerin de geçtiğine değinen torun Osman Koyunoğlu bu anlamda 1925’te Çankaya’da Ruşen Eşref Bey’in köşkünü yapan, Eskişehir Çarşı Camii’ni Atatürk’ün tavsiyelerini gözeterek inşa eden ve Ankara Etnografya Müzesi’nin inşaatına başlayıp ilk taşı İsmet İnönü’ye koydurtan dedesinin, yine aynı yılın Ağustos ayında ise Vehbi Koç’un babası, Koçzade Mustafa Efendi’den Keçiören’de kiralık bir bağ evi aldığını ve o sırada da Vehbi Bey’i lalasının eşek sırtında okula taşıdığını hatırladığını aktarıyor. 
 
Vehbi Bey’in yıllar sonra kadirşinas bir kişilik olduğu için Arif Hikmet’i ziyaret ettiğine değinen Osman Koyunoğlu o dönemde Ankara’da mevcut üç beş otomobilden bir tanesinin de Koyunoğlu tarafından kullanıldığını zaten atların da az olmasından dolayı birçok Ankaralının ya katır ya eşekle ulaşım sağladıklarını sergi ekibi eşliğinde bize vurguluyor.
 
 
Arif Hikmet Koyunoğlu’nun otoportresi, 1968.
 
Torun Osman Koyunoğlu, Milliyet Sanat adına yaptığımız görüşmede öte yandan, kendisini en çok etkileyen unsurun, Türkocağı Binası’nın Ankara’da yenilenip de Resim ve Heykel Müzesi’ne dönüştürüldükten sonra, dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün eşi Emel Hanım’a, “Bu binalar sağlamdır, bunlar benim mezar taşlarım,” dediğini iletiyor ve ekliyor: “Özellikle Türkocağı binasından çok bahseder, o yapıyı çok severdi.”
 
Gelen bir diğer soru üzerine ise torun Osman Koyunoğlu, 1910’ların başında dönemin Avusturyalı rütbeli asker Viktor Pitschmann’ın Palandöken florası adına yaptığı illüstrasyon albümü için de desen ve suluboyalarıyla emek verdiğini ifade ediyor. Yıllar sonra, dedesinin fotoğrafları arasında ona ait olmayan bir anıtsal yapıya rastlayan Osman Bey, bu binanın da, dedesinin hocası Clemens Holztmeister’ın imzasını taşıyan Berlin Tabiat Müzesi’ne ait olduğuna dikkati çekiyor. Bu müzeyle irtibat kurup, fotoğrafı onlara armağan edip çok sevindiren Koyunoğlu öte yandan, dedesinin Nevşehir’deki dergâhlarla ilişkisini de şöyle anımsıyor:
 
“Orada yaptırdığı bina, aslında misafirhanedir. Sanırım o binayı yapması Atatürk tarafından istenmiş. Nevşehir Hacı Bektaşi Veli Dergâhı Misafirhanesi olarak yaptığı o binaya biz gidip baktıysak da, bugün o bina orada bulunmuyor. Yıkılmış. Kendisi burada bir süre kalmış. Oradaki babalarla anıları ve fotoğrafları da burada bulunuyor. Hatta oradaki yasak resimlerin de babalarla fotoğraflanmasını yakınlık kurarak başarmış görünüyor.”
 
Atatürk’ten Arif Hikmet’e: “Öyle bir camii inşa et ki…”
 
Öte yandan, Arif Hikmet Koyunoğlu’nun modern mimarlık akımları hakkında da eleştirel bir pozisyon aldığına değinen torun Osman Bey ile Eren Bey, bizlere şunları aktarıyor:
 
“O dönem çıkan Türkyurdu dergisinde kendisinin kaleme aldığı birçok eleştirisi vardır. Örneğin Mimar Sinan’ın art arda anıldığı dönemlerde yazdığı metinler ya da Selçuklu mimarisi veya ahşap evler gibi Türk mimarisinin geçmişi üzerine kaleme aldığı metinler vardır. Yaşlılık döneminde, 1970’lerin sonunda bu tür metinleri Mimarlık dergisinde yer alır.
 
Yine, Eskişehir’deki Çarşı Camii ile ilgili, daha sonradan anlattığı bir anısı vardır. Muhtemelen Atatürk tarafından kendisine ‘Öyle bir camii yap ki, biz bunu daha sonradan gerektiği zaman okula çevirebilelim,’ denmiş; hakikaten camii ölçülerine baktığınızda, kubbesinin binanın içinde olduğunu görebilirsiniz. Ahşap kubbeyi alıp kaldırabilirsiniz.”
 
 
Şiddetli bir kış günü bir değirmen önünde Erzurumlular, 1915–1919
 
Öte yandan torunları, Türkiye’de Arif Hikmet’e en yakın şehrin, göçü ve üretimi dolayısıyla Ankara olduğunun da altını çiziyor. Birçok binanın aynı bölgede ve benzer olduğunu aktaran torunları öte yandan kendisinin modern, yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin köy tasarımı üzerine iki köye odaklandığına da değiniyor. Görüşmemizde ayrıca sergi ekibinden aldığımız çok kıymetli bir bilgiye göre, Köy Enstitüleri’nin kurulmasından önce böyle bir çalışmayı 1920’li yılların ilk ve ikinci yarısında ortaya koyan Arif Hikmet’in ayrıca kendisi de aslen mühendislik eğitimi almış yazar Oğuz Atay için de bir özel ‘köy tasarımı’na emek verdiği ortaya çıkıyor.
 
1930’lu yılların iktidarıyla, Ankara şehir planlaması sürecinde Clemenz Holzmeister’ın yaptığı çalışmalar üzerinden bir ihtilaf yaşamış Arif Hikmet Koyunoğlu bu dönemde Ankara’nın Türk mimarlara emanet edilmesi konusundaki ısrarı nedeniyle yönetimle ayrılığa düşüyor.  
 
Diğer taraftan torun Dr. Eren Koyunoğlu dedesi Arif Hikmet Bey’in fotoğraf makinesini hem mimarlık hem fotoğraf tarihi açısından sürekli kullanmış olmasındaki nadirliği de dile getiriyor. “Bunu yapan da yoktur,” diyen Dr. Koyunoğlu, “Kayıt tutan yok. Cam negatifler 4K çözünürlük gibi bu kadar temiz netice alabileceğimizi ben de tahmin etmiyordum. Üstelik TIFF değil, bunlar JPEG neticeler!” Kendisinin çocukluktan da bir makinesi daha olduğunu aktaran torun Koyunoğlu’nun sözleri üzerine sergi ekibi de bize Baha Bey’in, dedelerinin kendisinin çektiği Silahtarağa Elektrik Santrali genişletme açılış kareleri üzerine, makinesini bir takdir belgesi niyetine ona hediye ettiğinden söz ediyor. Bu anlamda Arif Hikmet Koyunoğlu’nun mimarlık ve sanat tarihine tek tek fişleyerek yaptığı, bugün birçok yerde el üstünde tutularak akademik hafızaya harç olmuş ‘objektif’ katkıları, daha da biricik (5) hale geliyor.
 
Bilgi ve referanslar:
 
1. https://www.iae.org.tr/Sergi/Maceraperest-Bir-Mimarin-Fotografhanesi/213
 
2. Özge Lale, Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Anabilim dalı, Mimarlık Tarihi Programı Yüksek Lisans Tezi: Arif Hikmet Koyunoğlu’nun metinleri üzerine retrospektif bir değerlendirme. - YÖK Online Tez Arşivi
 
3. İAE Koyunoğlu Sergisi Ziyaretçi Metinleri – Mimarlık Dergisi arşivi
 
4. https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/detay/870/Arif-Hikmet-Koyuno%C4%9Flu-(1889-1982)
 
5. https://archives.saltresearch.org/handle/123456789/215444