Monsieur Minimal Roxy ve Kulüp Müjgan’da
Yunanistan’ın indie-pop sahnesinin en özgün isimlerinden Monsieur Minimal, %100 Music katkılarıyla 15 Kasım’da, 30. yılını kutlayan Roxy Club sahnesinde İstanbul dinleyicisiyle buluşuyor ve İstanbul’un ardından 16 Kasım’da Ankara Kulüp Müjgan’da sahne alıyor. İstanbul konseri öncesi Milliyet Sanat için gerçekleştirdiğimiz söyleşide sanatçı müziğinin köklerini, yeni albümünü ve sahne heyecanını anlattı.
Suzan Somalı Sönmez
ssomalisonmez@gmail.com
Geçtiğimiz yıl Gezgin Salon Festivali’nde İstanbul’da sahne alan Monsieur Minimal, bu kez şehrin en köklü mekânlarından Roxy Club’a dönüyor. Ardından Ankara Kulüp Müjgan^da sahne alıyor. Atina’da yaşayan müzisyen ve prodüktör, analog synth’lerin sıcaklığıyla ‘60’lar ve ‘70’lerin nostaljik tınılarını harmanlıyor; müziğinde baharın tazeliğini rüya gibi melodilerle buluşturuyor.
Gerçek adı Christos Tsitroudis olan Monsieur Minimal, 1980’de Giannitsa’da doğdu. Müzik yolculuğu 14 yaşında kurduğu amatör gruplarla başladı. Monsieur Minimal adını, müziğinde sadeliği ve zarafeti vurgulamak için seçti; Fransızca ‘Monsieur’ kelimesiyle kendine bir kimlik, “Minimal” ile müziğinin özünü tanımladı. 2007’de Coca-Cola Soundwave Festival’de “Silk” ve “Love is a Circle” ile dikkat çekerek sahneye güçlü bir giriş yaptı.
Albümden albüme evrilen hikâye
Sanatçı, 2008’de yayımladığı “Lollipop” albümüyle indie-pop sahnesinde parladı; “Love Story” şarkısı Türkiye’de hit oldu. Ardından gelen “Pasta Flora” (2010) ve “Minimal to Maximal” (2012), Atina’nın karanlık ruhunu melodilere taşıdı. 2015’teki “High Times”, “Gaidadelic” ile en derin dönemini simgelerken, “Erotica “(2017) daha cesur bir estetik sundu. 2020’de çıkan “Easteria”, Doğu’nun mistik havasını elektronik dokularla harmanladı. Son olarak 2024’te yayınlanan “Seven (From East to West)” soul, funk, disko ve indie unsurlarını ustalıkla birleştirerek kariyerinin en iddialı albümlerinden biri oldu.
Monsieur Minimal “Silk”, “Love is a Circle”, “Smile” gibi teklileriyle uluslararası tanınırlık kazandı; “Smile” ABD ve Kanada’da Safeway reklamlarında kullanıldı, Citroën’in Yunanistan kampanyasında yer aldı. “Lollipop” parçası, Yunanistan Turizm Organizasyonu’nun global tanıtım videolarında kullanıldı.
Uluslararası sahneler
Yedi albümle Yunanistan’da indie-pop estetiğinin öncülerinden biri haline gelen Monsieur Minimal ABD’den Fransa’ya, Rusya’dan Türkiye’ye uzanan sahne deneyimiyle global bir kimlik kazandı. Moby’nin 2011 Atina konserinde açılış performansını üstlenen sanatçı, ABD ve Kanada’da televizyon spotları ve filmler için müzikler üretti, müziği uluslararası radyo ve TV listelerinde yer aldı.
İstanbul konseri öncesi Milliyet Sanat’a söyleşi
İstanbul Roxy sahnesi öncesinde yaptığımız söyleşide Monsieur Minimal, yeni albümü “Seven” için “Olgunluk döngüsünün tamamlandığını hissediyorum,” diyor. İstanbul dinleyicisiyle buluşmanın heyecanını ise şu sözlerle ifade ediyor: “İstanbul’da tekrar sahne alacağım için ve ilk kez Roxy Club’da olacağım için çok mutluyum.”
Müzikal yolculuğunuz 2008’deki “Lollipop” albümüyle başladı. Son albümünüz “Seven” ile bu yolculuk nasıl evrildi? Soul, funk ve disko öğelerini indie-pop ile harmanlarken sizin için en heyecan verici yenilik neydi?
’Lollipop’ beklentiler, heyecan, deneysellik ve masumiyetle dolu bir yolculuğun başlangıcıydı. Gerçek şu ki, her albümde müzikal olarak gelişmeye ve yeni unsurlar katmaya çalışıyorum. ‘Seven’ ile olgunluk döngüsünün tamamlandığını hissediyorum. Soul, funk ve diskonun indie-pop ile kaynaşması, ‘Easteria’ sound'undan doğal bir ilerleme olarak ortaya çıktı. Aynı ruhla, bir sonraki albümümde de bu yolda devam etmek istiyorum.
"Love Story" parçası genç aşıklar için bir marş haline geldi. Sizce bu duygusal yankıyı yaratan neydi? Melodisi mi, sözleri mi yoksa zamanın ruhu mu?
Sanırım insanlar, gerçekleşmemiş bir gençlik aşkını anlatan şarkının sadeliğindeki gerçeği fark ettiler. Karmaşık bir şey yazmaya çalışmadım. Sadece saf, neredeyse çocuksu bir duyguyu ifade etmek istedim. Belki de çağımızda eksik olan şey budur: masumiyet ve filtresiz sevme ve var olma özgürlüğü.
Atina'ya taşındıktan sonra, şehrin karanlık ruhunu "Pasta Flora" ve "Minimal to Maximal" gibi albümlerde yansıttınız. Bu şehir müziğinizi nasıl etkiledi? Atina'nın atmosferi yaratıcı sürecinizi nasıl etkiliyor?
Atina çelişkili, büyüleyici, canlı ama aynı zamanda sert bir şehir. Pasta Flora, Selanik'te yaşadığım dönemde yazılmıştı ve hayatımın o güzel ve unutulmaz dönemine ithaf edilmişti. Minimal to Maximal ve High Times Atina'da yazıldı, bu yüzden şehir onları doğal olarak etkiledi. Atina'nın bana "ilham verdiğini" söyleyemem. İlhamımı çoğunlukla müziğin kendisinden ve kişisel hayatımdan alıyorum. Atina, betonun arasında şiir aramanıza neden olan bir şehir. Ama kendime şair diyemem.
"High Times" albümünüzde, karanlık ve içe dönük bir ton taşıyan "Gaidadelic" parçası yer alıyor. O dönemdeki duygusal durumunuz müziğinizi nasıl şekillendirdi? Karanlık zamanlar yaratıcılığı benzersiz bir şekilde besliyor mu?
Ülkemin o dönemde yaşadığı sosyal ve ekonomik zorluklar nedeniyle, bir iç gözlem ve yeni bir sound arayışı vardı hatta melankolik bir dönemdi. Karanlık zamanların bazen ışığı yeniden bulmak için gerekli olduğuna inanıyorum. En dürüst sanat, o anlardan doğar çünkü etkilemek için değil, iyileştirmek için yaratıyorsunuz.
“Easteria”da ‘East’ ve ‘Hysteria’ kavramlarını birleştirdiniz. Bu albümün tematik yapısı nasıl oluştu? Doğu ezgilerini Batı kaosu ile birleştirmek sizin için ne ifade ediyor?
Bu, Doğu müziğine olan sevgimden ve yeni bir kültür ile ses arayışımdan kaynaklanıyor. Annem evde Türk halk müziği dinlerdi. Aslen İzmirliydi ve bunun bende son yıllarda daha da belirginleşen derin bir iz bıraktığını düşünüyorum. Ayrıca şu anda en sevdiğim gruplardan biri Altın Gün. Doğu, maneviyatın yanı sıra coşkulu bir enerji de taşıyor. Easteria, Akdeniz bakış açısıyla duygu ve kaos arasında denge kurmak için bu iki gücü birleştirme girişimimdi.
15 Kasım’da İstanbul’un ikonik mekânlarından Roxy Club’da sahne alacaksınız. Bu sahne sizin için ne ifade ediyor? İstanbul seyircisiyle bağınız hakkında neler paylaşmak istersiniz?
İstanbul’da tekrar sahne alacağım için ve ilk kez Roxy Club’da olacağım için çok mutluyum. Buradaki önceki deneyimim gerçekten güzeldi ve şarkılarım Yunanca olsa bile müziğimin enerjisiyle dinleyiciyle yeniden bağ kurmak için sabırsızlanıyorum.
2011’de Atina’da Moby’nin konserinde açılış yaptınız. Bu deneyim kariyerinizi nasıletkiledi? Uluslararası sahnelerde performans sergilemek müziğinizi nasıl şekillendirdi?
Moby bir dönem müzikal idollerimdendi. Yunanistan’a geleceğini öğrendiğimde konserinin açılışını yapmak istedim. Böyle bir sanatçıyla sahneyi paylaşmak harika bir deneyimdi ve konser sonunda beni bizzat tebrik etmesi daha da tatmin ediciydi.
‘60'lar ve ‘70'lerin nostaljik tonlarını analog synth'ler kullanarak rüya gibi melodilerle harmanlıyorsunuz. Bu retro-modern füzyonu nasıl tanımlarsınız? Geçmişin sesleri bugünün duygularına nasıl dokunuyor?
Müziğim son derece duygusal, bu yüzden her zaman sevgi, yaşam sevinci ve özgürlük duygularıyla dolu sıcak bir atmosfer yaratmaya çalışıyorum. Benim için retro sadece nostalji değil, aynı zamanda gerçek bir şeyle bağlantı kurmanın bir yolu. 60'lar ve 70'lerin sesleri sıcaklık ve gerçeklik içeriyor. Amacım, bu atmosferi taze bir estetik ve sesle ve kendi pop müzik filtremle günümüze taşımak.
ABD ve Kanada’da TV spotları, reklamlar ve filmler için müzik bestelediniz. Görsel medya size nasıl bir yaratıcı alan sunuyor? Bir sahne için beste yapmak albüm yaratmaktan nasıl farklı?
Görsel medya için beste yaparken başkasının hikâyesine hizmet ediyorsunuz. Albüm yaratırken kendi hikâyenizi anlatıyorsunuz. İkisi de duygusaldır , ancak farklı bir ö zgürlük türü vardır. Film veya reklamda bir şeye “uyum sağlamanız” gerekir; diskografide ise özgürsünüz.
Yunanistan’da indie-pop estetiğinin öncülerinden biri olarak, genç müzisyenlere ne tavsiye edersiniz? Kendi sound’larını arayan yeni nesillere nasıl bir yol haritası önerirsiniz?
Kendimi öncü olarak görmüyorum; benden önce birçok harika sanatçı ve grup vardı. Ayrıca hâlâ gencim. Yeni veya deneyimli her sanatçıya söyleyeceğim şey dürüst ve özgün olmalarıdır. Müzik endüstrisi sürekli değişir ama gerçek her zaman kalır. Trendlerin veya modanın kurbanı olmayın. Özgün olun ve kendinizi sanatınızla ifade edin. Gerçekten önemli olan budur. Başarı bambaşka bir hikâye. Bunun için birçok faktörün bir araya gelmesi gerekir.
Siyaset ve tarih milletler üzerinde derin bir etkiye sahiptir. Sizce müzik bu etkileri aşmanın bir yolu olabilir mi?
Belki, hümanist değerler ve ideallerle yönetilen bir dünyada. Ama dünyamızın bugünkü şekillenme biçimine bakınca o kadar iyimser değilim. Müziğin artık o kadar güçlü olduğuna inanmıyorum.
Son yıllarda müzik dağıtımı radikal bir dönüşüm geçirdi. Bu değişim yaratıcı ve profesyonel tercihlerinizi nasıl etkiledi? Bu dönüşümden memnun musunuz ve buna nasıl uyum sağlıyorsunuz? Dijital platformlar ve algoritmalar hakkındaki düşüncelerinizi paylaşabilir misiniz?
Aşırı maruziyet ve algoritmalar çağında yaşıyoruz ama aynı zamanda aracısız olarak her yere ulaşma gücüne sahibiz. Bu hem özgürleştirici hem de yorucu. Dengeyi korumaya, teknolojiyi yaratıcılığımı ve hatta karakterimi tanımlamasına izin vermeden kullanmaya çalışıyorum. Müzik ve sanat, her şeyden önce birer metadır ve ancak ondan sonra ürün haline gelir.


