‘Negatif ve pozitif’ tarihe yeni bir adres
Bülent Eczacıbaşı Vakfı Fotoğraf Araştırmaları Merkezi, çalışmalarını yürüteceği İstanbul Modern’de düzenlenen bir sunum ve davetle kamuoyunun huzuruna çıktı. Eczacıbaşı, kuruluşu 2023’e dayalı girişimi tarif ederken “Genç kuşakların bu görsel mirasla ilişki kurması, sorgulaması ve yeniden yorumlaması da merkezin asli görevleri arasında,” diye konuştu. Merkezin açılışı onuruna yapıyı şekillendiren akademisyenler ile düzenlenen panel de ayrıca ilgi gördü.
EVRİM ALTUĞ
evrimaltug@gmail.com
Temeli Anadolu’ya ta geç Osmanlı döneminden gelen, başta Türkiye Cumhuriyeti ile dünyada giderek daha çok disiplinli, kültürlü bir başvuru ve veri alanı halini alan ‘fotografik görsel hafıza’nın korunup kayıt altına alınması amacıyla güncel bir kaynak (daha) oluşturuldu.
Kendisi de, dayısı ve İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) Eski Yönetim Kurulu Başkanı, merhum Şakir Eczacıbaşı gibi fotoğraf sanatçısı olan ve yine İKSV’nin Yönetim Kurulu Başkanı olarak aynı bayrağı devralmış bulunan iş insanı Bülent Eczacıbaşı, alanında ‘öncü’ sayılan bir girişimi daha hayata geçirdi: Bülent Eczacıbaşı Vakfı bünyesinde 1 Ekim 2023’te kurulan Fotoğraf Araştırma Merkezi (BEVFAM), fotoğraf arşivlerinin korunması, dijitalleştirilmesi ve araştırmacılarla buluşturulması konusunda alanında biricik merkezlerden bir diğeri olarak ikamet ettiği İstanbul Modern Sanat Müzesi’nde 1 Aralık Pazartesi akşamı yapılan bir sunum ve davet ile görücüye çıkmış oldu.
Kültür ve sanat dünyasından yoğun ilgi
BEVFAM adına yapılan sunum ve açılışta, aralarında İstanbul Modern Sanat Müzesi (İM) Yönetim Kurulu Başkanı ve İKSV Yönetim Kurulu Üyesi Oya Eczacbaşı başta olmak üzere, İKSV Genel Müdürü Görgün Taner’den sanatçılar Hasan Deniz, Eda Yiğit, Osman Bozkurt ve Refik Akyüz’e, İzzet Keribar, Gültekin Çizgen ve Ani Çelik Arevyan’dan, küratör ve eleştirmenler Azra Tüzünoğlu ile İbrahim Cansızoğlu’na, İM Direktörü Çelenk Bafra’dan Salt Genel Direktörü Deniz Ova ve galeri Evin Direktörü Osman Nuri İyem’e, pek çok imza da hazır bulundu. Etkinlikte BEVFAM seçkisi olarak hazırlanan ve farklı deklanşörlerden oluşan kartpostal seti de davetlilerle ilk kez paylaşıldı.
(soldan sağa): Doç. Dr. Ahmet Ersoy (Öğretim Üyesi, Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü), Orhan Cem Çetin (Proje Danışmanı), Doç. Dr. Gamze Toksoy (Öğretim Üyesi, MSGSÜ Sosyoloji Bölümü), Bülent Eczacıbaşı (Kurucu Başkan), Dr. Özge B. Calafato (Öğretim Üyesi, Amsterdam Üniversitesi Kültürel Analiz Bölümü), Demet Yıldız Dinçer (Koordinatör).
Bülent Erkmen’den görsel kimlik imzası
Görsel kimliği kıdemli tasarımcı ve BEVFAM üyesi Bülent Erkmen imzasını taşıyan BEVFAM’ın temel amacı, düzenlenen etkinlikte, “Türkiye’de risk altında olan çeşitli fotoğraf arşivi ve koleksiyonlarını toplamak, muhafaza etmek, dijital ortama aktarmak ve bunları araştırmacıların yanı sıra kamuoyunun hizmetine sunmak” sözleri ile açıklandı.
“Türkiye’nin fotoğraf belleğini koruma altına alıyoruz,” sözü ile yola çıkan BEVFAM, belgesel ve basın fotoğrafçılarından sanatçılara, özel gün stüdyolarından amatör arşivlere, ticari fotoğrafçılardan devlet kurumlarınca görevlendirilen fotoğrafçılara kadar uzanan geniş bir üretim alanına odaklanıyor.
İKSV’nin Bienal hafızası da BEVFAM’a emanet
Yönetim ve işleyiş açısından özerk bir yapıya sahip olacak BEVFAM, Kasım 2025 itibarıyla, Mehmet Bayhan, Tuğrul Çakar, Nusret Elgin, Nusret Nurdan Eren, Sinan Koçaslan, Robert John Marshall, Mert Rüstem, Gülnur Sözmen ve Sinan Turan’ın fotografik arşivlerini bünyesine kazandırmış bulunuyor. Bağış yollu kültürel ve tarihsel birikimi önceleyen BEVFAM’ın sunumunda, hazırlanan protokoller kapsamında İM Fotoğraf Koleksiyonu’nda yer alan bazı arşivler ve İKSV’nin İstanbul Bienali arşivinden bir seçkinin de Merkez’in kendine ait veri tabanına bağlı internet sitesi üzerinden kamuya açıldığı ilan edildi.
Kısa bir tanıtım belgeseliyle meraklıların daha da ilgisini çeken BEVFAM’dan alınan bilgiye göre, ilgili işbirlikleri, Türkiye’de fotoğraf ve kültürel belgelerin erişilebilirliğini artıran önemli bir adım olma niteliği taşıyor.
Eczacıbaşı’dan ‘çok disiplinli çalışma’ daveti
BEVFAM’ın açılış toplantısında konuşan Bülent Eczacıbaşı, Merkez’in görevinin sadece arşivleri korumak değil; aynı zamanda araştırmacıların, akademisyenlerin ve kamunun erişimine açarak bu malzemeleri yaşayan bir bilgi kaynağına dönüştürmek olduğunu vurguluyor.
Eczacıbaşı sunumda, “Tarihçilerden sosyal bilimcilere, sanatçılardan öğrencilere kadar geniş bir kullanıcı kitlesi için bu arşivlerin yeni araştırma ve üretimlere esin kaynağı olmasını önemsiyoruz. Genç kuşakların bu görsel mirasla ilişki kurması, sorgulaması ve yeniden yorumlaması da merkezin asli görevleri arasında,” ifadesini kullanıyor.
BEVFAM Kurucu Başkanı Bülent Eczacıbaşı
Proje Danışmanlığını fotoğrafçı, yazar ve öğretim görevlisi Orhan Cem Çetin’in, Koordinatörlük görevini İstanbul Modern Sanat Müzesi küratörü ve Fotoğraf Bölüm Yöneticisi Demet Yıldız Dinçer’in üstlendiği BEVFAM’ın Danışma Kurulu’nda, Amsterdam Üniversitesi Kültürel Analiz Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Özge B. Calafato, Mimar ve Mimari Fotoğrafçı Cemal Emden, BEK Tasarım ve Danışmanlık Kurucu Yöneticisi Bülent Erkmen, Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ahmet Ersoy ile Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Gamze Toksoy yer alıyor.
BEVFAM gündemine ışık tutan panelden notlar
Öte yandan etkinlik bünyesinde projeye hayat veren ulusal ve uluslararası uzmanlardan üçü ile, iki turlu bir de panel düzenlendi. Soru ve cevaplarla zenginleşen, moderatörlüğünü Orhan Cem Çetin’in üstlendiği panelde konuşan ve geçmişte Çetin ile Geniş Açı Fotoğraf Dergisi bünyesinde de dirsek çürütmüş Calafato, çalıştığı alanla ilgili, şu bilgileri davetlilerle paylaştı: “Çalışmalarımda, 1920 ve 1930’lar erken Cumhuriyet döneminin fotoğraf pratiklerine yoğunlaşıyorum. Aile fotoğrafları ile öz temsiller üzerinden modern Türk vatandaşının inşasına bakıyorum. Bu fotoğraf pratikleri içinde, stüdyo fotoğrafları özellikle, 1920’ler ve 1930’lar bağlamında büyük bir yer kaplıyor. Bunun dışında seyyar ve amatör fotoğraflara da bakıyorum. Ama, kendi alanıma baktığım zaman kesitinde stüdyo fotoğraflarının yeri gerçekten çok büyük.
Bu araştırmada aslında tam da, fotoğraf üretme biçimindeki ‘Dünya Yaratma’ nosyonu ile buluştum ve fotoğrafın stüdyoda yarattığı dünya ile, dışarıda, Cumhuriyet döneminin ve yeni kurulan Türk devletinin ‘milli kimlik’ inşasının nasıl müzakere ettiğine odaklandım.
Bu anlamda, fotoğrafta gördüğümüz kişilerin kıyafetlerinden pozlara, kompozisyonlara, kadın – erkek ve çocuğun nasıl poz verdiğine, bir arada yer aldığına, arka plandan, fotoğrafın ‘materyalliğine’ ve baskının nasıl yapıldığına dair, döneme ait çok fazla bilgiye ulaşmamız, mümkün.
Aynı zamanda, fotoğrafın modernite ile ilişkisini de bu anlamda güçlü şekilde bakabiliyoruz: Fotoğrafta gördüğümüz insanların giydiği kıyafetlerin, dönemin daha global - moda trendleri ile olan ilişkisi, fotoğrafta kullanılan nesneler veya kullanıldığı kamera gibi, döneme dair bize çok fazla şey söylüyor.
Tabii ki, bunu tarihsel bağlama oturtmamız da çok önemli ve ben bu anlamda fotoğraf arkası yazılarına da tarihsel bağlamda odaklandım. Fotoğraf arkası yazıları, sadece bize verilen bilgi veya fotoğraftaki kişilerin kimliği, fotoğrafın çekildiği yer, tarihin ötesinde, onun nasıl bir dil, hitap ile ve bu dilin, özellikle Türkiye’deki 1930’lar dil devrimi bağlamında fotoğrafla ilişkisine de bakıyor. Yine, fotoğraf önü ve arkası yazılarına dair şunu söylemeliyim: Bu unsur bizde fotoğrafın dolaşımına ilişkin de, fotoğrafın nasıl değiş-tokuş yapıldığı, hangi ağlar içinde, aile veya profesyonel ağlar içinde dolaştığına dair çok değerli bilgiler veriyor.”
Doç.Dr. Gamze Toksoy’dan ‘Görsel Sosyoloji’ye dair satırlar
Oturumda söz alan Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Gamze Toksoy ise, fotoğraf tarihine kazandırdığı “Bekâr Odaları” gibi projeleriyle de kayda geçiyor. Toksoy, Cem Çetin’in fotoğrafın ‘sosyolojik bir saha’ olarak değerlendirilmesine ve fotoğrafçının bir ‘Brifing’ ile çalışıp çalışmadığına ya da belgesel bir fotografik çalışma üzerinden bir ‘görsel sosyoloji’ yaratılıp yaratılamayacağına ilişkin sorusunu da, özetle şöyle yanıtlıyor: “Görsel sosyolog için ayırt edici temel özellik, görüntülerin araştırmada merkezî rol alması. Bu, zaten diğer sosyolojik araçlarla yapılan araştırmaların, fotoğraflarda birer ek gibi, ya da yorumsuz kaynaklar veya sadece belge yetenekleriyle kullanılması gibi durumlardan ayrışıyor. Burada, sosyolog fotoğraflarla araştırdığı konuyu kavramaya çalışıyor. Ya da fotoğraflar, soru sormanın, ya da belki yorumlamanın bir tür aracına dönüşüyor.
Sözünü ettiğim her iki araştırmada da, biz fotoğrafçı arkadaşlarla birlikte, onların da böyle bir yaklaşımı olduğunu söyleyebilirim. Onlarla birlikte ortaklaştığımız ve ayrıştığımız soruları sorarak ilerlemeye çalıştık. Yani, her iki araştırmada da, fotoğrafçılar onlara söyleneni yapan, ya da sosyoloğun çizdiği çerçevede çalışan kişiler olmadı. Tam tersi, birlikte bakmak, birlikte anlamaya ve oraya dair sorular sormaya çalışmak ve veriler üretmeye çalışmak gibi bir yaklaşımımız oldu. Sanıyorum, bu disiplinlerarası çalışma ve bir tür kesişim alanlarında, zaman zaman da çatışma alanlarında bilgi üretmeye çalışma, biraz da derinlik kazandırdı. Bunlar hâlâ, görsel sosyoloji alanında hatırlanıyor. Birlikte çalışma, birlikte bakma, ortaklıklar bulmaya çalışma, ama çatışmadan da kaçınmayarak, sosyal bir meseleyi, görüntüleri merkeze alarak anlamaya çalışmak diyebilirim.”
‘Saray’ın baştan sahiplendiği ‘Devlet icadı’: Fotoğraf
Yine aynı panele katılan BEVFAM mensubu ve Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ahmet Ersoy ise, dönemin ‘Saray’ı etrafında gelişmekte olan fotoğraf teknolojisine ilişkin, Orhan Cem Çetin’in arşivsel seçim kriterleri ve dönemin fotoğrafının fiziksel malzeme koşullarına dair, özetle şu beyanlarda bulunuyor:
“...Biz çalışırken, fotoğrafları sadece görsel içerikleri üzerinden değerlendirmeyi çok sakıncalı buluyoruz ki bugünkü, özellikle dijitalleştirme süreçleri buna çok pay veriyor. Gerçekten, Abdülhamid’in koskoca 36 bin karelik arşivi dijitalleştirilmiş durumda ve biz bunu ‘uçar kaçar’ imajlar olarak görüyoruz.
Halbuki her imajın belli bir yeri, kendi kullanım yeri, tarihi, sosyal biyografisi var. Fotoğraflar çekiliyor, paspartu oluyor, albümlere konuyor, o albümler içinde sıralanarak yeniden işlevlendiriliyor; yeniden formatlandırılıyor. Türlü hallere bürünüyor, üstünde zamanın izleri kalıyor, dokunuluyor. Bir taraftan da eskiyor. Dolayısıyla biz, bütün bu işaretleri birer tarihsel veri olarak alıyoruz.
Eğer fotoğraf dediğimiz nesneyi tarihselleştireceksek, onun her tarih kesitinde, kimlerle, nasıl karşılaştığını anlamaya çalışacaksak, bu izlere dikkat etmek çok önemli hale geliyor. O yüzden, BEVFAM’daki çalışmada ve bugün Ara Güler Müzesi’nde, ya da İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nde veya Salt’ta olsun, artık çok daha öz farkındalığı olan bir dijitalleştirme, arşivleme yaklaşımı var.
Burada da öyle olacağını öngörüyorum. Kendi müdahalesinin farkında olan, o malzemenin üzerinde bıraktığı izlerin de bir şekilde kaydını tutan ve bunu şeffaf olarak paylaşabilen yeni, daha katılımcı bir arşivsel yaklaşımdan bahsediyoruz. Bu çerçevede, arşivlerin, tarihçilere fotoğrafın materyal bir nesne olarak özelliklerini aktarabiliyor olması da çok önemli. Arkasında ne olduğu, üstündeki çatlakların nasıl olduğunu, bazen fotoğrafın kendisini görmeden de anlayamıyorsun. Umarım BEVFAM’da da belli araştırmacılara izinler verilerek, fotoğrafla bire bir buluşturma gibi bir imkân olacaktır.
Bülent (Eczacıbaşı) Bey’in de dediği gibi, fotoğrafın bir icat olarak tescillenmesinin hemen sonrasında dahi, fotoğrafın kullanılmaya başladığını görüyoruz. Ama bu, fotoğrafın ‘ıslak aşaması’ dediğimiz, 1870’lere, 1880’lere kadar giden, hem Daguerreotype, hem Collodion gibi, çok külfetli, pahalı, zor tekniklerin kullanıldığını gösteriyor. Patlayıcılığı var, zehirli. Gerçekten çok hakim olmak gerekiyor. Ayrıca o malzemeye sahip olacak maddi birikime de sahip olunması gerekiyor.
Özellikle Kodak kutuların o kolay kullanılır, küçük tripoddan arınan makinelerin kullanıldığı döneme kadar, çok külfetli, pahalı bir meşgaleden bahsediyoruz. Dolayısıyla da fotoğraf, Osmanlı topraklarında iki kulvarda ilerliyor. Birincisi, fotoğrafın gerçekten maddi, ticari bir getirisi olması. Bir sürü insan, bu işe para yatırıp, giriyorlar ve birtakım büyük fotoğraf stüdyoları, bu teknik üzerinden icraat yapıyor.
Diğer kulvar ise devlet. Devlet fotoğrafı hem bir iktidar teknolojisi olarak kullanıyor, kontrol, nerede ne oluyor vb. adli kayıtları tutmak adına fotoğraf, Devlet için çok kullanışlı. Bir de, devletin imkânları var tabii. Sonra, Osmanlı toprakları üzerinden ilerleyen, 1890’lara doğru, fotoğrafın daha sıradan insanlar tarafından kullanılmaya başladığından bahsedebiliyoruz.
Son olarak, özellikle devletin bu fotoğraf malzemesini bir belge, kayıt olarak saklama şekilleri, oradaki öncelikleri, eleyici, seçici durumu, bizim fotoğraf tarihimize de nasıl baktığımızı ayrıca şekillendiriyor. Oradaki ‘eksiklik’ler, ‘sessizlik’ler veya bir yerlerde arşiv eğer bağırıyorsa, ona çok maruz kalıyorsanız, oradaki öncelikler, bizim fotoğraf tarihi ile ilgili ‘büyük anlatı’mızı da şekillendiriyor.”


