"Olabilecek en doğru politik roman"
"Tatar Çölü" sadece kendisinin değil aynı zamanda insanlığın sınır bölgesi olarak on yıllardır okurları büyülemeye devam ediyor. Romanı dilimize çeviren Hülya Uğur Tanrıöver ile bir çevirmen olarak romanla kurduğu ilişkiyi ve Dino Buzzati edebiyatını konuştuk.
Kübra Çiğdem İnal
ciginal@yahoo.com
40 yılı aşkın bir süre İtalyan Corriere della Sera gazetesinde çalışan Dino Buzzati, 1986’da verdiği bir röportajda “Tatar Çölü”nün ilhamına dair şunu söylemiş: “Böyle devam edip etmeyeceğini merak ediyordum. Gençken kaçınılmaz olan umutlar ve düşler yavaş yavaş körelecek miydi, büyük fırsat gelip gelmeyecek miydi, diye soruyordum kendime ve çevremde kimileri benim yaşıtım, kimileri çok daha yaşlı adamlar görüyordum, hepsi de aynı yavaş nehir tarafından sürüklenip gidiyordu.”
'İtalya’nın Kafka’sı' olarak tanımlanan, 20. yüzyıl İtalya’sının en büyük fantastik yazarlarından biri olarak kabul edilen Dino Buzzati’nin, ülkesinde 1940'ta yayımlanan ve Fransa’da çevrilip basılmasıyla (1949) dünya çapında şöhret kazanan romanı “Tatar Çölü"nün Türkiye’de de beğeniyle okunmasında ve 30'uncu baskıya koşmasında büyük rolü olan çevirmeni Prof. Dr. Hülya Uğur Tanrıöver ile çeviri sürecini ve eserin ondaki etkisi üzerine sohbet ettik.
Prof. Dr. Hülya Uğur Tanrıöver
Çeviri sürecinizin en başından başlayacak olursak “Tatar Çölü” ile yolunuz nasıl kesişti?
İletişim Yayınları'nın “Tatar Çölü”nü çevirme önerisi, ne yazık ki genç yaşta kaybettiğimiz Nihat Tuna tarafından bana iletildi. Hayatımın biraz sıkıntılı bir dönemiydi. Birkaç ay önce doğum yapmış, bebeğim prematüre olduğu için çok yoğun ve endişeli bir bakım sürecine girmiştim. Doğum iznindeydim ve ev dışında 'normal' mesai yapacak hâlde değildim. Bu öneri beni öncelikle oldukça şaşırtmıştı. Zira çok sevdiğim “Tatar Çölü”nün orijinal dilinden değil de Fransızcadan çevirilecek olması benim de İletişim Yayınları'nın da çalışma tarzına pek uygun değildi. Bu konuyu da sevgili Nihat şöyle açıklamıştı: O dönem, hiçbir İtalyanca çevirmen teklife olumlu yanıt vermemiş ve eserin Fransızca çevirisinin çok iyi olduğu, bizzat Buzzati tarafından teyit edilmişti. Bu açıklama sonrası bir an bile tereddüt etmedim. Beni hayatımda en çok etkileyen kitaplardan birini çeviriyor olmanın heyecanı, bebek başında geçirdiğim endişeli zamanlara ilaç oldu ve hayata dair yer yer kapıldığım karamsarlıktan çıkmamı sağladı.
Dino Buzzati’nin ilk romanı olan “Tatar Çölü”, vatanı İtalya’da yayımlandığı 1940 yılında değil, bu tarihten ancak dokuz yıl sonra Fransa’da basılmasıyla dünya edebiyatının ön sıralarındaki yerini alıyor. Siz bu durumu neye bağlıyorsunuz?
Kitabı Paris’teki öğrencilik yıllarımda, 1970’lerde okumuş ve büyüsüne kapılmış birisi olarak bu durumun Fransa’daki düşünce ve sanat iklimi ile okumaya verilen önem ve 'militan' kitap kurtlarının varlığıyla bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Bir yandan varoluşçuluk, öte yandan 'absürt' akımların felsefe ve edebiyat alanlarında Fransa’da çok ciddi ağırlığının olması, ayrıca gazetelerin kitap ekleri, özgün edebiyat dergileri, hatta TV kanallarında edebiyat-kitap programlarının belli bir okur kitlesini sürekli beslemesi, “Tatar Çölü”nün dünyaya Fransa’dan yayılmasını açıklayıcı nitelikte bence.
Tatar Çölünün Fransa'daki ilk baskısının (1949) kapağı.
“Tatar Çölü”nü çevirirken Buzzati’nin edebî üslubu açısından sizi zorlayan yerler oldu mu? Bu işin, çeviri alanındaki tecrübenize katkıları neler oldu?
Oldu tabii ki. Özellikle de derin bir duygusal bağ kurduğum bu romanın çevirisini çok özenli yapmak zorundaydım. Hatta her ne kadar Fransızcadan çeviriyor olsam da masamda kitabın orijinali ile birlikte İtalyanca sözlükler de vardı ve o dönem İtalyan Lisesini başarıyla bitirmiş ve bitirmekte olan iki yeğenime de yeri geldiğinde danışıyordum. Askerî terimler açısından çok da zorlanmadım. Bunun nedeni; çeviriyi yaptığım dönemden birkaç yıl önce, özel sorunlar nedeniyle yarıda bıraktığım ilk doktora tezimin Türkiye’de modern devlet ve ordunun kurumlaşması üzerine olmasıydı, dolayısıyla alana oldukça aşinaydım. “Tatar Çölü”nün, edebiyat alanına daha fazla yoğunlaşmama ve tabii bu alandaki çeviri üzerine daha çok düşünmeme, çalışmama çok ciddi bir katkısı olduğunu söyleyebilirim.
Orijinal metindeki belirsizlik ve durağanlık duygusunu Türkçeye aktarırken özel bir çeviri stratejisi benimsediniz mi?
Bu konuyu özel olarak düşünmedim açıkçası. Romanın ruhunu özümsemiş olmak, deyim yerindeyse o duyguyu kendiliğinden aktarabilme olanağını sağlıyor sanırım.
Sizce bir çevirmen, sadakat ve yaratıcılık arasındaki o hassas dengeyi özellikle de böyle zor metinlerde nasıl kurmalı?
Aslında bu soruyu yanıtlamaya bir önceki cevapta başlamış gibiyim. Bence yazarın yaratıcılığını gerçekten hissedebilmiş ve metinle doğrudan bir bağ kurabilmişseniz o denge oluşuyor zaten. Hikâyeyi 'yaşıyor' iseniz zaten hem metne hem de yazarın yaratıcılığına sadık kalarak aktardığınız dilde doğru dengeyi buluyorsunuz.
"Tek bir kelime için bile keşke demedim"
“Tatar Çölü”nü bugün çevirecek olsaydınız aynı şekilde mi çevirirdiniz? Yıllar önce yaptığınız çeviride değiştirmek istediğiniz yerler olur muydu?
Çevirilerimi (yazılarımı da tabii) belli aralıklarla tekrar okurum. “Tatar Çölü”nü de henüz birkaç hafta önce katıldığım ve çok iyi düzenlenmiş bir çevirmen-okur buluşması için yeniden okudum. Ve inanın, tek bir kelime için bile 'keşke,' demedim. Sadece birkaç yazım hatası ve ilk baskıdan bu yana dil kurallarındaki ufak değişikliklere dair birkaç düzeltme gerektiğini gördüm. Onları da hemen halledip yeni baskıya hazırlayacağım.
Kimi eleştirmenler Dino Buzzati’yi; Kafka, Beckett ve Camus’dan sonra edebiyatta varoluşsal sorgulamayı hayatımıza sokan dördüncü yazar olarak kabul eder. “Tatar Çölü”, çevirmeni olarak size de bu sorgulamayı yaptırdı mı?
Kitabı ilk okuduğumda çok sevmemin de o zor dönemimde çevirisini kabul etmemin de ardında bu sorgulama yatıyordu zaten. Hele de, belirttiğim üzere, yeni doğmuş bir bebekle baş başayken varoluşu belki başka zamanlardan daha fazla sorgulamaya eğilimli oluyor insan.
Dino Buzzati
"Görünenin ötesine bakmaktan yanayım"
“Tatar Çölü”, bazı eleştirmenler tarafından fazlasıyla karamsar bulunan, insan yaşamını aşırı derecede anlamsız gösterdiği söylenen bir kitap. Siz bu eleştiriler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bu eleştiriler ilk bakışta pek haksız olmayabilirler elbette. Ama öte yandan bu karamsarlığın, ömür çürüten rutin ve bekleyişin okura belki de kendi varoluşunu sorgulatarak kendi hayatını daha farklı kurgulama olanağı sunduğunu düşünüyorum, 'görünenin ötesi'ne bakmaktan yanayım yani.
1930’larda faşizm İtalya’yı kasıp kavururken romanın kurgusu hakkında düşünmeye başlayan Buzzati, ilk taslağı 1939’da tamamlamış ve esere son hâlini 2. Dünya Savaşı devam ederken vermiş. Baskı ve sindirmenin egemen olduğu yıllarda kaleme alınan “Tatar Çölü”nün yüzeyde apolitik ancak derinde politik ögelerle donatılmış olması yazarın bilinçli bir tercihi gibi görünüyor, ne dersiniz?
“Tatar Çölü” kanaatimce olabilecek en doğru 'politik' romanlardan biridir belki de. Reel politikanın veya didaktik anlatımların tersine, 'politik bir varlık' olarak insan üzerine düşünmeye iten ve insanlığın (Bu 'erkek' bir insanlık tabii!), en gayriinsani yanını oluşturan düşmanlık ve savaşın (sadece bir olasılık bile olsa) anlamsızlığını bu kadar güzel anlatan bir hikâye tesadüf olamayacağına göre, yazarın bir nakış gibi işlediği bilinçli tercihidir mutlaka.
“Tatar Çölü”nün İtalya’daki ilk baskısının (1940) kapağı
