Pera Müzesi’nde 'Ay Işığıyla Dans'
Modern sanatın satranç hayranı öncüsü, Marcel Duchamp ile adaş, Kanadalı sanatçı Marcel Dzama “Ay Işığıyla Dans” eden, bol yarasalı, politik ve acıyla güldüren eserleriyle 17 Ağustos’a kadar Pera Müzesi’nde. Müzedeki tüm sergiler 17 Mayıs Cumartesi gece yarısına kadar da sürpriz konserlerle açık olacak. Yaratıcılığını Bob Dylan için konuşturan, Scarlett Johansson ile çalışmış Dzama’nın sergisini, sanatçının eşliğinde, etkinliğin küratörü Alistair Hicks ve eleştirmen, akademisyen, küratör Ezgi Bakçay’la konuştuk.
EVRİM ALTUĞ
evrimaltug@gmail.com
İstanbul Tepebaşı’ndaki Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi, kuruluşunun 20. yıldönümünde bir uluslararası ismin daha Türkiye’deki ilk sergisine ev sahipliği yapıyor: Küratörlüğünü Alistair Hicks’in üstlendiği “Ay Işığıyla Dans” sergisi, sanatçının dostu ve meslektaşı Raymond Pettibon’dan aldığı küçük yardımla, M. Özalp Birol direktörlüğündeki kurumda 17 Ağustos tarihine değin izlenebiliyor.
“Ay Işığıyla Dans” demişken, Kanada Hükümeti katkılarıyla izlenen özel serginin 17 Mayıs’ta da gerçekten böylesine bir neşe ve coşkuya da vesile olacağı peşinen dikkati çekiyor. Zira “Uluslararası Müzeler Günü” yaklaşıyor ve Pera Müzesi’nde de 20. kuruluş yılı kapsamında uzun bir gece ziyaretçiler için şimdiden programlanmış görünüyor. Buna göre, sanat ve müziğin buluştuğu etkinlikte elektronik müziğin deneysel sesi WhaleRoom, ışık ve sesin iç içe geçtiği etkileyici müzik performansıyla sahne almaya hazırlanıyor. Pera Müzesi’nden aldığımız bilgiye göre Whale Room, ses, ışık ve hikâye anlatıcılığını bir araya getirerek izleyicilere eşsiz bir deneyim sunmayı hedefleyen yaratıcı bir topluluk olarak tarifleniyor. 2022 baharında Aslı Sönmez, Ferdane Talay ve Serkan Tosun tarafından kurulan ve Buğrahan Eroğlu’nun katılımı ile tamamlanan grup, doğaçlama hikâyeleri müzik, renk ve ışıkla harmanlayarak izleyicilerini yeni ve büyülü dünyalara davet ediyor.
Gecenin ritmi, SoulStamp DJ (Volkan Özdemir) setiyle 00.00’a kadar devam ediyor. Topladığı plaklarla 95 yılında Ankara Radyo Vizyon'da başlayan kariyeri, yine Ankara'nın yerel dans müzik istasyonu Radio Night & Day DJ'lerinin arasına girdikten sonra başka bir boyut kazanmış sanatçı, 2005 Miller Master DJ yarışmasında üçüncü olduktan sonra, Dinamo FM DJ'leri arasına SoulStamp adıyla katılmış ve Crystal, 11:11, Bunker, Mentha gibi mekanlarda da performans sergilemiş. Özdemir, Soulful House'tan Techno'ya kadar geniş bir yelpazede DJ’lik kariyerini devam ettiriyor. Pera Café’de gerçekleşecek etkinlik ücretsiz olarak tasarlanırken, rezervasyon da gerekmiyor. Bu özel gece kapsamında, Pera Müzesi sergileri de 19.00 – 00.00 arasında ücretsiz olarak ziyaret edilebilecek. Bilindiği gibi Pera Müzesi’nde halen Samih Rifat’a adanmış “Çok İş Var Yapacak” isimli çok değerli bir sergi daha sürüyor.
Asıl konumuz Marcel Dzama sergisine dönecek olursak özgün mizahi üslubu ve ele aldığı konulara ilginç yaklaşımıyla dikkat çeken Kanada, Winnipeg doğumlu Dzama’nın eserleri, Müze basın biriminden aldığımız bilgiye göre günümüzde karşı karşıya kalınan kötü yönetimler, çevresel yıkım ve savaşların sebep olduğu felaketlere değindiği eserlerden oluşuyor.
2004 Sobey İzleyici Ödülü sahibi olan ve halen New York’da yaşayan Marcel Dzama, sanat tarihinin rotasını alt üst eden Modern üstat Marcel Duchamp’ı kendisi için bir ‘ortak’ olarak niteliyor. Zaten sergide de bu yoldaşlığın delilleri sayılabilecek, satranç temalı yaratılara rastlanabiliyor.
Serginin küratörü Alistair Hicks ve sanatçı Marcel Dzama.
Hal böyle iken ABD Başkanı Trump’ın gözünü Kanada’ya dikmesine de kayıtsız kalmayıp onu da ironik biçimde betimlemiş olan Dzama imzalı serginin küratörü Hicks ile, sanatçı Marcel Dzama ve sergi hakkındaki özel yayına katkıda bulunmuş kıdemli küratör, akademisyen ve AİCA TR üyesi, eleştirmen Ezgi Bakçay, Milliyet Sanat için özel olarak bir araya geldi.
Alistair Hicks, Marcel Dzama ve kıdemli küratör, akademisyen ve AİCA TR üyesi, eleştirmen Ezgi Bakçay.
Sn. Hicks, macera nasıl başladı, küratörlüğünü üstlendiğiniz bu serginin sizin açınızdan en etkileyici detayı hangisiydi?
A.Hicks: Sergi hazırlığı, yine bu müzede 2017’de küratörlüğünü üstlendiğim “Çiftdüşün Çiftgörü” sergisi sırasında başlamıştı denebilir. Sergide zaten, Marcel ve Raymond’ın çalışmaları da bulunmaktaydı. O dönem, Süreli Sergiler Yöneticisi, Küratör Begüm Akkoyunlu Ersöz onların eserlerinden hayli etkilendi. Bu teklif geldiğinden beri ben epey yavaştım diyelim! Marcel ile bolca konuşma imkânımız oldu yani temelde olan biten buydu.
Sergideki çalışmalar, imajlardaki masumiyet de göz önüne alındığında hiç de sırf öyle rutin, retrospektif bir karakter taşımıyor. Ne dersiniz?
Marcel Dzama: Oldukça. İşlerimin, güncel ve siyasal hadiselerden acil kabilinden ilham aldıkları düşünülebilir. İlham kaynaklarının çokluğuna karşılık, yapıtların, aynı zamanda bunların da hakikatinden kaçmaya yatkın oldukları ayrıca muhakkak. Yani, işlerde acayip bir tür siyasal izlek olduğu kadar, yine kendi içlerinde iyimserliğe dönük bir umudu da, devasa uyarılarla barındırmaktalar. Bununla birlikte, kimi işlerin 1990’ların erken dönemlerine ait olmalarından kaynaklı retrospektif tarafları da yok değil. Bunlara Raymond Pettibon’un imzasını taşıyan bir deseni de katabiliriz. Pettibon, benim için güncel sanat dünyasında tanıdığım ilk gerçek kahraman. Onunla tanışıp, birlikte çalışacak kadar şanslı biri oldum. Bunun yanında bu sergide, kimi desenlerimi de 1990’larda Kanada’da Royal Art Lodge başlığı ile çalışan bir grup sanatçı ile ortaya koymuştuk. İçlerinde, küçük kızkardeşim Hollie Dzema ile amcam da var. Yine bu grupta Michael Dumontier, Neil Farber, Drue Langlois, Jonathan Pylypchuck ve Myles Langlois gibi isimler de vardı. Kastettiğiniz ‘oyuncul’ durum Raymond Pettibon ile ortaya konulan işlerde olduğu gibi, hâlihazırda devam eden siyasal diskurlardan çıkışla üretilen çalışmalarda da kendini gösteriyor.
A.Hicks: Marcel’in eserlerine yaklaşımında ilginç bir mefhum var; çalışmalarında zaman içinde ileri - geri gidebilme özelliğini taşıyor. Böylece düşünüp taşınmak üzere fırsat üretiyor. İşleri vesilesiyle tepkilerini ortaya koyuyor; bununla diğer insanların, örneğin Raymond Pettibon gibi dostlarının keskinliklerine de tepki vermiş olabiliyor. Geceleri tasvir ettiği işleriyle, bize bambaşka bir dünyayı sergiliyor. Dünyanın çetin hakikatleri arasında bizleri getirip götürüyor. Zaman içinde salındığı bu işlerine karşılık, geleneksel peri masallarını çağıran daha başka türlü işler de ortaya koyuyor. Ancak şurası çok bariz ki Marcel gerçeğin dışına çıkıyor ve bu da işlerinin ürettiği vuruculuğun seviyesini katlıyor. Bu sergilerinde çok sık yansıttığı bir durum da olmuyor. Bunun nedeni ise tam da bu etkinin o sihirli yanına gösterdiği önem ve özenden kaynaklanıyor. Tam da bu esnada Marcel’in, sanat tarihindeki bilumum ekollere gösterdiği o sâdık, farkında ve çoğulcu tavrı da, şeyleri nasıl yepyeni bir anlayışla dışa vurduğu adına burada bilhassa takdirle not almamız gerekiyor.
E. Bakçay: Ben, M. Dzama’nın işlerine Amy Warburg’un teorisi üzerinden yaklaştım. Warburg’un ‘Dinamogram’ diye bir kavramı vardır. Bize imgelerin birer zaman makinası olduğunu anlatır. Onun işlerinde, geçmiş ve gelecek arasında köprü kuran, zamanları üst üste katlayan, bu yüzden de ‘con-tempus’ / ‘con-temporary’ / çağdaş olan bir zamandan bahsediyoruz. Bana kalırsa, tam da bu yüzden, hem peri masallarını, hem antik mitolojileri, hem bugünün popüler kültürünü, hem geleceğe dair fütüristik imgeleri ve hem de sanat tarihini üst üste katlayabilen bir imgelemi var. Buradan baktığımız zaman da bu imgelerin, içinde tıka basa zamanla dolu olan bu imgelerin, günümüz politik dünyasında patlamaya hazır umut bombaları olduğundan bile bahsedebiliriz: Marcel Dzama’nın işlerinde ‘katastrofobik (âfetsi) bir umut’ var. Yine bu serginin Pera Müzesi’nde oluşunun da başka bir yönü var: Pera. Bu öteki taraf demek. Marcel’in işleri de hep öte dünyalardan, hatta ve hatta ölümün bile öte yanından bahsediyor. Ben de sergiye dair yazımda, Mehmed Siyahkalem ve ‘Şenliknâme’den yola çıkarak, bu imgelerin aslında tarihleri ve kültürleri nasıl kuşattığı, onların üzerinden geçip onları birbirine teğellediğini anlattım.
İşlerinizi ortaya çıkaran hayatî unsurların başında emeğiniz geliyor. Göz, hafıza, el ve her birinin ortaya koydukları bu titiz emek bütünü ile kendi sözlerinizle duymak isteriz: Yapıtlarınızdaki ciddiyetin bir sınırı varsa nerede başlar, nerede biter?
M.Dzama: Ortaya çıkan çalışmaların birçoğunda kara mizah mevcut ki bunun da dibinde Birinci Dünya Savaşı’nda ortaya çıkmış sanat tarihsel DaDa akımı var. Bu akım bildiğiniz gibi bizatihi kültürün bu berbat dünyayı şekillendirdiğini tartışmaya açmıştır. Sanatçılar kara mizahı kullanarak bu vahşete karşı direnmeyi seçmişlerdir. İşlerimin de, bir nebze bu ‘oyun duygusu’na sahip olduğunu düşünüyorum.
Söz ettiğiniz bu kara mizah duygusu yapıtlarınızda gündelik yaşamdan birer acil çıkış kapısı kadar işlevsellik taşıyor. Buradan gerçeküstücülüğe de, foto gerçekçiliğe de, optik sanat gibi akımlara da pekâlâ değebiliyor. Aklıma bizzat sanatın yarattığı âleme kendi kendisi ile karşı durmaya çalışan Marcel Broodthaers da geliyor, ne dersiniz?
M.Dzama: Evet, tabii aynı adı taşıdığımız Marcel Duchamp’ı da analım. Ondaki oyuncu hal, değil mi? Eserlerine kattığı ‘şans’ unsuru ve bunu tartışıyor oluşu. Benim de çalışmalarımda, bir imgenin peşinde rastgele duruşum işte buna yakın denebilir. Evet, bazen bir iş üretirken kafamda bir fikir bulunuyor, ancak imge de eseri ortaya koyarken adeta kendi yolunu seçmiş bulunuyor. Burada da, tam da sözünü ettiğiniz o emek üzerinden ortaya konulan oyuncu duruşun yaratıcı etkisi var. İmaj tamamen kendi adına söz alıyor. Öyle ki, bazen tamamen kontrol benden çıkmış da olabiliyor.
A.Hicks: M. Dzama’daki işlerin ciddiyet ve ironi aroması hakkında şu da beyan edilebilir ki her izleyici onun çalışmalarını kendince görmekte hürdür. İroni zamanlamaya tabi bir mefhumdur. İngiliz kültüründe ironi, bir argümanın önünü açan değerli bir enstrümandır. Almanlarda ise ironinin ciddi fikirlerden alenen ayrıldığı bilinir. Marcel bunu bir biçimde halleder. Dzama’nın şakaları bize cazip, baştan çıkarıcı gelir. Tüm bu meseleleri de beyan etmek uygun kaçacaktır.
Ölüm ve yaşam arasındaki mesafeye ayrıca dikkat çekmek isterim. Bu yöne nasıl bakıyorsunuz, duyabilir miyiz?
M. Dzama: Karanlığın nasıl yorumlandığına tarihsel olarak da baktığınızda, hep geride kalan yaşanmışlıklara gönderme yaptığı ortaya çıkıyor. Bir ülkeyi bir kimseyle betimleyin; ele aldığınız bir travma var diyelim. Yaptıklarınız, bölge halklarına karşı kabahatleriniz diyelim ki ABD’de yerlilere yapılanları görmezlikten gelir haliniz beraberinde gelir. İnkâr eder veya fütursuz biçimde canım hiç o kadar da kötü şeyler olmadı ki vs, dersiniz. İnsanları uyarayım derken, kendinizi tam da onları bu hale getiren sistemin altında bulursunuz. Bu dediklerimi ölüm teması altından genişletebiliriz tabii.
A.Hicks: Marcel’in çizdiği resmin dibine daha da inersek, karşımıza Benito Mussolini çıkar. İnsanlara şunu anımsatalım: Onun davranışlarının neticeleri mühimdir. Bu yüzdendir ki Dzama’nın resimlerinden iskeletler fışkırır. Tamam, serginin ismi “Ay Işığıyla Dans” olabilir ama burada ölüm ve yaşam arasındaki oynaşmaya da dikkat çekmemiz gerekir. Zaten bu bilahare Modernizme dahil bir elzem parça da değil midir? Hatta ta Aydınlanmaya gidelim. Aydınların, bilgelerin masalarında ne vardı? Kurukafa. Ölüm yanı başlarındaydı. Veya Alman ressam Huberton’ın portresi. Elinde bir kurukafayla kendini tasviri. Ne güzel resimdir!
Çalışmalarınızın dünyayla irtibatı sırasında herhangi bir müze, koleksiyoner veya belli bir alıcı ile bir anekdotunuz oldu mu? Kim bunlar?
M.Dzama: Aslına bakılırsa, ben bir Bob Dylan hayranıyım. Bir Bob Dylan videosu adına kostüm tasarımı ve desen üretimi yapacak kadar da şanslı oldum! Sanırım “Modern Times” albümüydü ve Bob Dylan videoda görünmeyi tercih etmedi. Ama “When The Deal Goes Down” isimli bu (1) klibin yıldızı, tanınmış film yıldızı Scarlett Johansson oldu. Hatta klibin kimi yerlerinde nadiren de olsa ben de tenis oynarken göründüm! Çok etkileyiciydi. Yine tanınmış Rapçi Jayzee’nin eserlerimi takip eden bir hayranım olarak “Picasso Baby” isimli çalışmamı aldığını ya da bir diğer sanatçı olan Beck’in bir albüm kapağını yaptığını söyleyeyim. Tabii bir de, bir zamanların Mr.Spock’u olan aktör Leonard Nimoy’un da eserlerimi takip ettiğini buna ekleyeyim. Uzay Yolu’nu çok izlemezdim ama kendisine hürmetim vardı.
Sanat eleştirmenleriyle aranız nasıldır?
M.Dzama: Çoğuyla kişisel tanışıklığım yok. Hakkımdaki çoğu olumsuz eleştiri memleketimden, Kanada’dan geliyor. Sanırım NY’a göçtüğüm için bana böyle tavır alıyorlar. Garip tabii. Genellikle yerel, küçük basın kaynakları benim uluslararası bir isim olmamdan hareketli eleştiriler yöneltiyor.
Yakınlarda David Lynch’i yitirdik. Çok yönlü bir görsel sanatçı ve öncüydü. Size herhangi bir ilham vermiş miydi?
M.Dzama: Ben de bir hayranıydım tabii. Bir arkadaşım, vaktiyle onun “İkiz Tepeler”inin tüm bölümlerini TV’den kaydetmiş ve benimle paylaşmıştı. Hepsini bir buçuk günde izledikten sonra dünya benim için eskisi gibi olmadı. Neticede çok sevdim. Birçok liseli arkadaşımla geyiğini yaptığımız bir eseri de “Eraserhead” adlı ürkütücü çalışması oldu. Bir dolu acayip yaratığı buluşturmuştu.
Sanat yaratıcılığınızdaki çok disiplinli bu üretkenliğe bakınca, bir bakıma dijital evrene de mesafeli olduğunuz hissine kapılıyoruz. Yanılıyor muyuz?
M.Dzama: Kanada’dan mezun olduğum sırada, (dijital olsun olmasın) animasyonla hayatını kazanabiliyor olmanın bir meslek dalı olduğunu bile bilmiyordum! Bu alanda daha ziyade albüm kapaklarıyla ya da çocuk yayıncılığıyla veya çizgi roman ile hayatımı kazandığımı sanıyordum. İllüstrasyon yapanlarla da birlikte herhalde bir lisede resim öğretmeni olur, bir yandan da ek iş gibi bunlarla uğraşırım sanıyordum. Bu da benim daha ziyade illüstrasyona duyduğum ilgiyi açıklıyor.
Ezgi Bakçay: Bu arada kolektif zekânızı da değerlendirebiliriz. Eserlerinizle ilk karşılaştığımda, bu kalabalık insana bakmış ve ‘bu kim’ demiştim! Bunların hepsini tek bir insan nasıl üretebilir! Çalışma biçiminizde aileniz, dostlarınız var. Sanat tarihi var…
Sanatınızda boşluğu adeta bir oyun parkı gibi kullanıyorsunuz!
M. Dzama: Evet! Tek başına üreten kişi olduğunuzda, ‘yalnızlık’ elementi her daim ensenizde. Ama başka sanatçılarla çalışmak zihnimi açıyor. Egomu kırıp, kendimden uzaklaşmama, deneylere başvurabilmeme vesile oluyor. Özellikle oğlumun arkadaşlarıyla yaptığım iş birliklerinden büyük zevk alıyorum. Bu film yapmak gibi. Bir ailesiniz. Diktatör gibi değil, ama kimin en iyi fikri varsa onu öne almakla, hayata katmakla mükellefsiniz.
A.Hicks: Marcel’in işlerinin bariz bir yönü de ele avuca sığmayan, kontrolsüz halleri. Tıpkı caz gibi, ‘jamming’ imgeler!
M.Dzama: Bunu çok seviyorum işte. Tıpkı şu an gibi. Tamam oturduk konuşuyoruz ama doğrudan yaptığımız sanattan da bahsetmiyoruz. Müzikten, işlerimizin konularından söz açıyoruz. İşlerimizi üretirken dostlarımla, meslektaşlarımla hayattan konuşuyoruz, Beatles’tan vb.
Bunun gibi, Miles Davis, Thom Yorke ve John Lurie’nin de birer müzisyen olarak görsel sanatlarda da hayli iddialı olduklarını burada ekleyebiliriz. Sanırım takiptesiniz.
M.Dzama: Tabii. Evet, hepimiz müzik dünyasına bir biçimde bağlıyız. Bu da durumu açıklıyor. Birbirimizi anlayabiliyoruz.
Eserlerinizde antik, kutsal kitaplarda veya mimari yüzeylerde rastladığımız şu imge ve metin yoldaşlığı var. Bu da onlara uhrevi bir lezzet getiriyor. Ama bir yandan da çizgi romanların hareketliliği eksik olmuyor. Bu da akla Robert Crumb gibi ustaları getiriyor. Hiç bu ilişkilere yaslandığınız oluyor mu?
M.Dzama: Kutsal metinler! Lisede Dante’nin, özellikle “Inferno – Cehennem”in büyük hayranıydım. Tabii ki burada illüstrasyon kalitesiyle metinlerini bir araya getiren usta William Blake’i de anabiliriz. Çocuk kitapları yazarı, merhum Maurice Sendak ile “Where the Wild Things Are” adlı eserini birlikte çalışmak gibi bir şansım olmuştu. Onunla birçok proje adına karşılıklı olarak Connecticut’taki atölyesi üzerinden irtibat kurduk. Yani evet, işlerime kaçınılmaz bir kitap etkisi vardır. Andığınız Robert Crumb’ın yanı sıra Jack Kirby’i de küçüklüğümden beridir çok severim. Zaten küçükken, lisede kendi çizgi romanlarımı yapmaya da çalışmıştım. Hatta Marvel ve DC gibi kurumlardan gelen, ‘bize orijinal iş yollamayın,’ dedikleri reddiye mektuplarını halen arşivimde tutuyorum.
A.Hicks: Sorduğunuz soru bana göre çok etkileyici. Niye derseniz bir çok dinin imgeye özellikle de tanrı imgesine yasak koyduğunu hatırlarız. Bu da sözler ve imgeler arasındaki Marcel ve Raymond’ın işlerine hakim o dengeye bir açıklama getirir. İşlerde adeta yasak olanın ortaya çıktığı görülebilir. Çünkü tüm asal dinlere bakın tek taraflıdır. Oysa burada bir dengeye şahitlik edersiniz. Din bize imgeyi yasaklayarak ‘Başlangıçta söz vardı,’ der. Bu nedenle de zaman içinde imgenin, metin içinden adeta köpürdüğüne tanıklık edersiniz. Böylece bu imgeler, rahiplerin bize dayattığı tüm hayat düsturlarının da önüne çıkar.
Ezgi Bakçay: Bu anlamda eserlerinizdeki ritim ve hız da öne çıkıyor değil mi? Çünkü bu eserlere tanıklık ederken biz izleyiciler adeta geçmişten gelip, geleceğe kapılarını açmış bir ritüelin de iştirakçileri haline geliyoruz. Hatta öyle ki, bu dinler üstü bir vaziyet alıyor ve kolektif bir inancın bile davranışları ortaya çıkıyor. Böylece hayatın kudretine dair adeta şamanik yönelimler günışığına çıkıyor.
A.Hicks: Evet ve bu durum da dinlere karşılık gözle görünür bir iyimserlik içinde bizlerin bu meselelerle nasıl başa çıkabileceğimize dair metotları ortaya çıkarıyor. Bunu günümüzde bize yapabilen insan sayısının da çok az olduğunu düşünürsek!
Serginizde monokrom - tek renkli desenler ve resimlerinizle de tanışıyoruz. Bu tercihin kökünde ne var, ‘Kara Film’e hayranlık mı?
M.Dzama: Aslında rengi son 10-12 senede benimsedim! Fas’a yaptığım seyahatin etkisiyle işlerime parlak mavi ve sarı, yeşil hakim olmaya başladı. Evet, bu siyah beyaz işlerimdeki yoğunluğu da ‘Kara Film’e gösterdiğim merak ve hayranlığa bağlayabiliriz. Haklısınız.
Bayraklarla aranız nasıl?
M.Dzama: Milliyetçiliğe meraklı değilim! Ama Kanada’nın dünyanın en matrak bayraklarından birine sahip olduğunu belirtelim. Tam da yaratıldığı döneme, 1970’lere gönderme yapıyor. Türkiye bayrağı da çok ilgimi çekiyor, çünkü Ay’la benim de bir irtibatım var.
Sergiye yine dönelim. Sergide epey yarasa var. Niye?
M.Dzama: Yarasalarla ilgili acayip bir anım var ondan. İlköğretim okulumuzun masrafı artınca sayıca da artan biz öğrencileri mecburen taşınabilir barakaların olduğu ‘Trailer Park’lara transfer ettiler. Bir arkadaşımla birlikte bölgeyi keşfe çıkmıştık ki kendimizi Batman filminde bulduk. Yüzlerce yarasa. O zamana kadar hayatımda hiç yarasa görmemiştim. O zaman bu zamandır hayatımda ve sanatımda gececil varlıkların bilhassa yarasaların yeri ayrıdır. Tabii vampirli filmlere de eğlenceli olduklarından kayıtsız kalmam.
A.Hicks: Aslında konuştuğumuz kadar kalabalık bir yaratıcı olduğu için, Marcel’in bir çok eserine burada yer veremedik. Bunların içinde yaptığı Batman ve Joker resimleri bile var. Maskeler ha keza. Yani katamadıklarımız adına kusura bakmayın ama sergide yarasalar bolca.
Çocukların işlerinizle kurduğu bağlantı ilginizi çekiyor mu?
M. Dzama: Evet, sergilerime gelmeleri, verdikleri tepkiler çok ilgimi çekiyor. Onları kattıkları yorumlarıyla çok daha yaratıcı addediyorum. Bizden daha yetişkin, yaratıcı akla sahip ve özgür davranıyorlar. Özellikle oğlumla oynadığımız bir oyun var; bir defter alıp bir sonraki sayfanın nasıl dolacağını bilmeden içinde iş üretiyoruz. Burada da şans devreye giriyor.
Eserlerinize paralel olarak sizin de bir şeyler biriktirdiğinizi düşünelim. Herhangi bir eserinizi yok ettiğiniz oluyor mu?
M.Dzama: Sanırım Meksika döneminde satranç üzerine ürettiğim kimi kâğıttan heykelleri ortadan kaldırmaya karar vermiştim. Bir filmde kullanılmış ve kostüm olarak da değerlendirilmişlerdi. O derece büyüklerdi. Belgelemedik ama işleri kullandıktan sonra içlerine çatapat ve yanardöner patlayıcılar koyup yok ettik. Bunu da yavaş çekimde kaydedip Arcade Fire isimli grubuyla bilinen Will Butler’ın klibine koyduk. Koleksiyon demişken, oğlum bu alana benden daha düşkün. Pullar, bozuk paralar… Askeri kıyafetler. Ben daha çok kitap toplarım veya elim kadar heykelcikleri, ya da eserlerime ilham olduğunu sandığım desenleri alırım. Bu arada oğlumun bir kostüm tasarımcı olmak istediğini belirteyim. Kendisi William de Kooning ile aynı günde doğdu. İsmi bu sebeple William Dzama.
Referanslar:
https://www.peramuzesi.org.tr/sergi/marcel-dzama-ay-isigiyla-dans-/1310
https://artistsbooksandmultiples.blogspot.com/2012/02/album-covers-by-artists-4-marcel-dzama.html
https://www.davidzwirner.com/artists/marcel-dzama
