Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Diğer » Pink Turns Blue 22 Kasım’da Roxy’de

Pink Turns Blue 22 Kasım’da Roxy’de

Pink Turns Blue 22 Kasım’da Roxy’de21 Kasım 2025 - 12:11
Berlinli post-punk efsanesi Pink Turns Blue, dünya çapında elde ettiği başarıların ardından yeni stüdyo albümü ve turnesi “Black Swan” ile müzikseverlerle buluşuyor. %100 Müzik katkılarıyla Cumartesi akşamı İstanbul’un en köklü mekanlarından Roxy Club’da sahne alacak grup, Milliyet Sanat’ın sorularını yanıtladı.
Suzan Somalı Sönmez
ssomalisonmez@gmail.com
 
“Black Swan – Siyah Kuğu”, beklenmedik olayları tanımlamak için kullanılan bir terim; geriye dönüp bakıldığında, bu olaylara hazırlanılabileceğini düşündürüyor. Pink Turns Blue da bu albüm ve turne ile hayranlarına sürpriz dolu ve unutulmaz bir deneyim sunuyor ve post-punk tutkunlarının beklentilerini fazlasıyla karşılıyor.
 
22 Kasım gecesi İstanbul Roxy Club’da gerçekleştirilecek konserin ön grubu, İstanbul’un yeraltı sahnesinin temsilcisi Kana Kana. Türkçe sözlü hafif gotik müziğiyle tanınan grup, Övünç Dan (vokal), Can Çalışkan (gitar) ve Yağmur Alev (e-drum/synth/altyapı) kadrosuyla, karanlık hikâyelerini sahneye taşıyacak ve geceyi unutulmaz kılacak.
 
 
Pink Turns Blue 
 
Pink Turns Blue’nun hikâyesi, 1985 yılında Köln’de Thomas Elbern ve Mic Jogwer’in bir drum machine eşliğinde kurduğu bir ikili olarak başladı. Grup, adını Hüsker Dü’nün 1984 tarihli Zen Arcade albümünde yer alan “Pink Turns to Blue” şarkısından aldı; parça, karanlık atmosferiyle grubun müzikal vizyonuna ilham verdi. Kısa süre sonra davulcu Marcus Giltjes’inekibe eklenmesiyle sahneye çıkan Pink Turns Blue, Almanya’nın en büyük radyo istasyonu WDR’den kazandığı ‘Yeni Yetenek Ödülü’ sayesinde stüdyo kaydı imkânı buldu ve 1987’de yayımlanan ilk albümü “If Two Worlds Kiss” ile dark wave’in temellerini attı.
 
Grup, sonraki yıllarda “Meta” (1988) ve “Aerdt” (1991) gibi albümlerle Avrupa alternatif sahnesinde kült statüsüne ulaştı. 2000’lerden itibaren yeniden canlanan post-punk akımının öncü isimlerinden biri olarak uluslararası turnelere çıkan Pink Turns Blue, müziğinde hem duygusal derinliği hem de politik alt metinleri koruyarak sadık bir dinleyici kitlesi oluşturdu.
 
Son dönemde, pandemi sonrası dönemin karanlık atmosferini ve toplumsal belirsizlikleri güçlü bir post-punk diliyle işleyen “Tainted” (2021), Byte FM’de ‘Yılın Albümü’ ve Post Punk Com’da ‘2021’in En İyisi’ ödüllerini kazandı. Ardından gelen “Black Swan” (2025) ise beklenmedik olaylar, kaos ve insanlığın kırılganlığı üzerine kurulu temalarıyla grubun müzikal evriminde yeni bir sayfa açtı. Los Angeles’tan Erivan’a uzanan kulüp konserleri, yüksek katılım ve yoğun atmosferleriyle adeta bir efsane niteliği taşıyor.
 
 
Pink Turns Blue’nun güncel kadrosunda Mic Jogwer (vokal, gitar), Luca Sammuri (bas) ve Paul Richter (davul) yer alıyor. Kurucu üye Thomas Elbern ve Marcus Giltjes gibi isimler ise grubun tarihindeki önemli kilometre taşları olarak anılıyor. Diskografisinde yer alan “If Two Worlds Kiss” (1987), “Meta” (1988), “Eremite” (1990), “Aerdt” (1991)”, “Sonic Dust” (1992), “Perfect Sex” (1994), “Muzak” (1994), “Phoenix” (2005), “Ghost” (2007), “Storm” (2010), “The AERDT-Untold Stories” (2016), “Tainted (2021)” ve “Black Swan” (2025) olmak üzere toplam 13 stüdyo albümüyle Pink Turns Blue hem nostaljik hem de çağdaş bir sesle post-punk mirasını canlı tutmaya devam ediyor.
Nostalji ve çağdaş karanlığı harmanlayan müziğiyle hâlâ zirvede olan Pink Turns Blue, 22 Kasım İstanbul konseri öcesi Milliyet Sanat’ın sorularını yanıtladı.
 
Pink Turns Blue, 1985'ten beri post-punk sahnesinde kalıcı bir iz bıraktı. Yeni albümünüz "Black Swan", müzik yolculuğunuzda nasıl bir dönüm noktasını temsil ediyor? Önceki çalışmalarınızla karşılaştırdığınızda, hangi tematik veya müzikal farklılıklar öne çıkıyor?
 
’Black Swan’, 2021 albümümüz ‘Tainted'ın önemli bir halefi. Hem müzik tarzımız hem de konularımız değişti ancak grubun kökenlerine sadık kaldık. ‘80'lerdeki kökenlerimiz, Punk Rock ile büyüyen ve daha karmaşık mesajlar ve düzenlemelerle daha da gelişen nesille bağlantı kuran sesler ve hikâyelerdi. Progresif Rock'ın aksine, yine de yapması kolaydı, ancak Punk Rock'ın doğrudan muhalefetinden daha fazla derinlik ve şüphe içeren konular içeriyordu. Post Punk, Punk Rock'ın tavrına sahipti ancak yine de melodileri, armonileri ve atmosferi seviyordu. ‘90'lar ve 2000'lerde bu tavır ve sound kayboldu veya yerini Hip Hop, Techno ve Grunge aldı. 2010'dan sonra ve özellikle 2020 civarında ise yeni bir nesil Post Punk müzisyeni ortaya çıktı ve şu anda 15-35 yaş aralığında olan nesil için kendi sound'larını ve konularını sundular. Bu, bizi çok heyecanlandırdı. Hem konu hem de sound olarak yeni nesille bağ kurabilmek için sound'umuzu daha da geliştirdik. ‘Tainted’, bu yeni sound'u ve konu manzarasını başlattı ve ‘Black Swan’ bunu yoğunlaştırdı.
 
 
"Black Swan" terimi beklenmedik olayları ifade eder. Bu kavram, albümün arkasındaki yaratıcı süreci nasıl etkiledi? Şarkılar bu fikri nasıl yansıtıyor?
 
‘Black Swan’, ‘her şeyi açıklayabileceğimiz’ varsayımını temsil ediyor. Uzmanlar yıllarca siyah kuğuların neden var olamayacağını açıklayabilmişti. Sonra Avustralya'da siyah kuğular buldular ve yine aynı uzmanlar bu kez aslında neden var olduklarını açıklayabildiler. Günümüz dünyasında, nüfuzlu ve güçlü insanlar hâlâ her şeyin çözümünü bildiklerini, ‘haklı’ olduklarını ve diğerlerinin ‘yanlış’ olduğunu iddia ediyorlar. Aslında bu, dünyamızı giderek daha fazla tanımlıyor. İklim, ekonomi, toplumlar kökten değiştiğinde bile aynı insanlar hâlâ kendilerini "haklı" hissediyor, her şeyi açıklıyor, etkili ve iktidarda kalmaya devam ediyorlar. ‘Tainted’, dünyanın şokta olduğu Covid döneminde yazıldı. ‘Black Swan’, insanların bundan hiç ders almamış gibi görünmesi gerçeğini ele alıyor. İktidardaki insanlar, dünyanın nasıl işlediğine ve kendilerinin haklı, sizin haksız olduğunuza dair hikâyelerini daha da yoğunlaştırıyorlar. İklim değişikliği, sorun değil. Yoksulluk artıyor mu? Sorun değil. Enflasyon, adaletsizlik... Bu durum, sizi şaşkına çeviriyor, bazen çaresiz bırakıyor. ‘Black Swan’ işte bu duygulara değiniyor ve en azından müzikal olarak yardım eli uzatmayı umuyor. 
 
 
Berlin'den Los Angeles'a, Erivan'dan İstanbul'a farklı şehirler canlı performanslarınızın enerjisini nasıl şekillendiriyor? Türk dinleyicilerinizle nasıl bir bağ kurdunuz?
 
Sosyal medya sayesinde dünya müzisyenler için çok daha küçük bir yer haline geldi. Dolayısıyla bizim için Los Angeles ile İstanbul arasında büyük bir fark yok. Facebook, Instagram, YouTube ve hatta e-posta yoluyla dünyanın dört bir yanındaki arkadaşlarımızla günlük diyaloglarımız oluyor. Bu yüzden çoğu zaman dünyanın dört bir yanındaki konserlerimizde eski dostlarımızla buluşuyor ve yeni dostlar edinebiliyoruz. Dünyanın dört bir yanındaki insanlar arasında büyük bir fark olmaması bizi mutlu ediyor.
 
İstanbul'da Roxy Club gibi efsanevi bir mekânda sahne almak sizin için ne ifade ediyor? Bu konser için planladığınız özel sürprizler veya hazırlıklar var mı?
 
Bizim için müziğimizi tanımlayan atmosferi ve yoğunluğu yaratmak her zaman önemlidir. Bu yüzden, arkadaşlarımızla geceyi ve ortak noktamızı kutlayarak kendimizi tamamen kaptırıyoruz. Dostluk, bu dünyayı her gün biraz daha iyi hale getirmek için ortak çaba ve birbirimize iyi davranmak. Bu, konserlerimizin bir gösteri veya eğlenceden ziyade gözlerini kapatıp bedenlerini hareket ettiren ve birlikte gülümseyen, benzer düşünen ruhların bir araya geldiği bir yer olduğu anlamına geliyor.
 
 
Sound'unuz dark wave ve new wave etkileriyle evrimleşti. Günümüz post-punk sahnesini nasıl görüyorsunuz? Genç neslin bu türlere yaklaşımı sizin gözünüzde nasıl değişti?
 
Genç neslin benzer düşünenleri veya ruh eşlerini bulma, onlarla tanışma, fikir alışverişinde bulunma, dünyanın dört bir yanında performans sergileme ve teknolojiyi kullanma konusunda çok daha fazla olanağı var. Ayrıca, canlı performanslarında teknolojiyi kullanmaktan çok daha az çekiniyorlar. Yani onlardan öğrenilecek çok şey vardı, hâlâ da var. Mesela, gerçekten ne önemli ne önemsiz? Ya da görüş ve hisleri müzikal olarak ifade etmede günümüzün ruhu nedir? Zamanımızı yeni nesille paylaşmaktan her zaman mutluluk duyarız.
 
Mic Jogwer'ın vokalleri ve gitar çalışı, Pink Turns Blue'nun imzası haline geldi. Bu albümde vokal ifadeniz nasıl gelişti? Şarkı sözleri, kişisel veya sosyal hangi temaları ele alıyor?
 
Vokaller ve diğer her şey, dünyanın hislerini ve görüşlerini aktarmaya çalışıyor. Günümüzde iklim değişikliği, toplumdaki daha büyük siyasi uçurum, ülkeler arasında daha agresif politikalar gibi birçok şey hayatı kolaylaştırmıyor, özellikle de bu karmaşık dünyada yolunu bulmaya çalışan gençler için. Şarkılar yazıp albüm kaydederken bu hisleri ve zorlukları paylaşıyor ve bunları yakalamaya çalışıyoruz. Başarılı olursak, şarkıları dinleyen ve beğenen insanlar arkadaşlık ve rahatlık hissedebilirler. Pink Turns Blue, tam da bunu anlatıyor.
 
 
İstanbul'un underground sahnesinden Kana Kana grubu, gecenin açılışını yapacak. Yerel sanatçılarla sahneyi paylaşmak hakkında ne düşünüyorsunuz? Yerel müzik sahneleriyle etkileşim kurmak sizin için ne kadar önemli?
 
Yeni arkadaşlar edinmekten her zaman mutluluk duyarız- özellikle de yerel sanatçılarla. İlk olarak; gösteri öncesinde ilk kez tanıştığınız insanlarla sohbet etmek çok daha keyifli. İkincisi, zaman çok daha hızlı geçiyor. Sohbetlerimiz, müzikten enstrümanlara ve yerel yemeklere kadar uzanıyor. Muhtemelen biraz da mevcut durumumuza bağlı.
 
Müziğiniz yıllar içinde birçok nesilde yankı buldu. Sizce bu kalıcı etkinin ve hayranlarınızla kurduğunuz güçlü bağın sırrı nedir?
 
Keşke bilebilseydik! En iyi tahminimiz: Giderek daha da ayrışan ve zorlaşan bu dünyada yalnız olmadığınızı hissettiren şarkılar yapmaya çalışıyoruz. Ayrıca, gösterilerimizde bunu güçlendirecek bir atmosfer yaratmak için elimizden gelen her şeyi yapıyoruz. Bu yüzden şarkılarımızı sahnede olabildiğince yoğun bir şekilde deneyimlemeye ve umarız mümkün olduğunca harika ve sürükleyici hale getirmeye çalışıyoruz. Bazen arada gözlerimizi açıyoruz ve seyircinin gözlerini kapatıp gülümsediğini gördüğümüzde, iyi gittiğimizi anlıyoruz.