Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Diğer » Sade, tutkulu ve kalıcı

Sade, tutkulu ve kalıcı

Sade, tutkulu ve kalıcı06 Aralık 2025 - 01:12
İş Sanat Kibele Sanat Galerisi, Prof. Hayati Misman’ın 60 yıllık sanat kariyerine ışık tutan “Retrospektif” sergisine ev sahipliği yapıyor. 19 Ocak 2026 tarihine dek izlenecek olan sergi, resim, gravür, heykel ve metal dekupe gibi farklı disiplinlerde 170’ten fazla eserle Prof. Misman’ın altmış yıllık sanatsal birikimine ışık tutuyor.
Ege Işık Özatay
isik.ege@gmail.com
 
İş Sanat Kibele Sanat Galerisi bu defa gravür sanatının öncü isimlerinden Hayati Misman’ın 60 yıla dayanan sanat yaşamını kutluyor. 19 Ocak 2026’ya kadar süren Hayati Misman Retrospektif sergisi sanatçının 170’ten fazla resim, gravür, heykel ve metal dekupe çalışmasını izleyiciyle buluşturuyor. Sanatçının Konya’dan başlayıp Almanya’ya, oradan Türkiye’nin en saygın sanat kurumlarına uzanan yolculuğu, yalnızca sanat yaşamı olarak değil; biçim ve anlam arayışının sessiz bir hikâyesi olarak ele alınabilir.
 
 
Misman’ın eserlerinde çizgi, bir düşüncenin nabzı gibi atar; renk ise duygunun dili olur. Baskı resim ve grafik sanatına kattığı özgün bakış hem öğretmen hem sanatçı kimliğiyle sayısız öğrencide yankı bulur. Misman’ın sanatı, aklın disiplinini yüreğin sezgisiyle harmanlayan bir iç yolculuğun izlerini taşır — sade, tutkulu ve kalıcı.
 
Hayati Misman ile çetin koşullar altında geçen çocukluğu, öğretmen okulu, Avrupa’da geçirdiği dönem, eserlerinde karşılaştığımız ‘kadın figürü’, sanatın politik ve kavramsal dili hakkında sohbet ettik.
 
 
Savaşın gölgesinde doğup büyümüş bir kuşak olarak, çocukluğunuzun ve erken yaşta yaşadığınız yoksunlukların sanatınızın temalarına veya ifade biçiminize nasıl yansıdığını düşünüyorsunuz?
Savaş sonrası tüm ülkede kendini gösteren yoksulluklara ilaveten benim babamı, annem bana hamileyken kaybetmiş olmam, annemin tüm sorunları üstlenerek, hiç kimseye muhtaç etmeden büyütme çabaları, benim üzerimde derin etkiler bırakmış ki, aradan seksen yıl geçmesine rağmen, kadın figürü benim resimlerimde hep olageldi. Bazen resmin konusu olarak, bazen de resmi tamamlayan renk- biçim olarak resimlerimde yer aldı.
 
 
Akşehir Öğretmen Okulu’nda aldığınız eğitim hem sanatçı hem de öğretmen kimliğinizi nasıl şekillendirdi? Eğitim ile yaratıcılık arasındaki bağı nasıl tanımlarsınız?
 
Akşehir Öğretmen Okulu parasız yatılı ve Köy Enstitüleri’nin devamı niteliğinde bir okuldu. Yatılı okulların insan kişiliğinin gelişmesinde çok önemli bir yere sahip olduğunu düşünüyorum. İnsan, ortak alanların nasıl kullanılacağı, karşısındakine saygıyı, paylaşmayı, kardeşliği, kısaca yurttaş olmayı orada öğreniyor. Sanat eğitimi almak, sizin sanat yolculuğunuzda varmak istediğiniz yolu kısaltabilir ama yaratıcılık, eğitimin ötesinde başka bir şeydir. Belki de insanın doğuştan getirdiği bir yetenek diye tarif edebilirim. Bunun ötesinde yaratmayı tetikleyen görgü, çevre koşulları, deneyimde çok önemli bir yer tutar.
 
Kassel Sanat Akademisi’nde bulunduğunuz dönemde Avrupa’daki sanat ortamı sizi nasıl etkiledi? Documenta sergilerinin size açtığı “sanatın politik ve kavramsal dili” ufkunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
Sanat içinde bulunduğunuz coğrafya ve burada yaşayagelmiş kadim kültürlerden muhakkak ki sizi ister istemez etkiler ama bunun yetmediğini kapalı bir toplumda, sanatın da gelişip yeşerme imkanının olmadığı bir gerçek. Bunu örneklersek; biz Almanya’ya gittiğimizde kapalı bir toplumun sanatçı adayı olarak, Avrupa’da yaşayan sanatçıların daha iyi oldukları kompleksi içerisindeydik. Zaman içinde onların daha iyi olmadıklarının farkına vardık. Hatta problem çözme ve yeni şeyler araştırma konusunda daha da üstün olduğumuzun farkına vardık. Hatta bu farkındalığı onlar bize söylüyorlardı. Avrupa tahsil hayatımın bana kazandırdığı en önemli şey; özgüven kazanmamız, onlarla her anlamda her platformda yarışabileceğimiz duygusunu bize kazandırması oldu diyebilirim. Sanat uluslararası kültürlerin birbirlerini etkilediği iletişim ve teknolojisinde sanatı geliştirdiği bir gerçek, biz bunu Kassel-Documenta sergilerinde çok açık olarak gördük. Bu sergiler uluslararası bir şölendi. Ekonominin ve politikanın sanatçı üzerindeki etkilerini ve bunun sanata yansımasını, sanat ve politika ilişkilerini görme fırsatlarımız oldu.
 
 
“Batı’yla yüzleşirken Anadolu’yu yeniden keşfettiğinizi,” söylüyorsunuz. Bu iki dünyanın estetik değerleri sanatınızda nasıl bir senteze ulaştı?
 
Batı sanatıyla yüzleşirken, içinde yaşadığımız coğrafyanın ve burada yaşamış kadim kültürlerin çok değerli olduğunu, bunların bizim zenginliğimiz olduğunun fakına varıyor insan. Bu zenginliğimiz üzerine, batı ile iletişimlerimizi geliştirip çeşitlendirirsek, şu anda çok iyi olan sanat yapıtlarımızı daha da ileriye taşıyacağımıza inanıyorum.
 
Gravür, metal, tuval ve heykel arasında geçiş yapan bir sanatçısınız. Bu farklı disiplinler arasında size göre ortak ruh nedir? Hangisinde kendinizi en “doğal” hissediyorsunuz?
 
Ben sanat hayatımın büyük bölümünde gravür yaptım, bu zor bir teknik. Bunları yaparken de diğer tekniklerde işler üretmeye devam ettim. Belli bir tekniğin sanatçısı olmak bana çok doğru gelmiyor. Önemli olan yaratmak. Sanatçı elinin altında bulunan malzemeyle veya yaratma gücünü tetikleyen her şeyle sanat eseri üretebilir. Hepsinin ortak ruhu, sanat eseri yaratmak. Amaç bu olunca farklı teknikler, sanat eseri yaratmak için bir araç diye düşünüyorum.
 
 
Kadın figürü, sanatınızda neredeyse baştan beri var olan bir simge. Kadının temsili sizin için ne anlama geliyor — bireysel bir hafıza mı, toplumsal bir metafor mu?
 
Daha önce kadın figürünün resimlerimde yer alması nedenini açıklamıştım. Daha sonrası yüksek lisans tezimde Almanya’ya işçi olarak gelmiş, Türk ailelerindeki “Kadının sosyoekonomik oluşumu” ile ilgili tez çalışmamın da çok rolü olduğunu düşünüyorum. Kadın figürü benim resimlerimde hem bireysel bir hafıza, hem de toplumsal bir metafor olarak karşımıza çıkıyor.
 
Metal kolaj çalışmalarınızda, gravür kalıplarını yeniden dönüştürüyorsunuz. Bu yaklaşım, sanatın yıkım ve yeniden doğuş döngüsünü mü temsil ediyor?
 
Daha önce metal gravür tekniği ile çok çalıştığımı söylemiştim. Bir müddet sonra pek çok plakalarım oldu. Bunları nasıl değerlendiririm diye düşünürken bu malzemelerle yeniden bir şeyler yapmaya, yeniden yaratma çabası içine girdim. Bu gravür kalıplarıyla yaptığım işler, dünyada sadece benim yaptığım özgün işlere dönüştü. Yapması zor bir iş olmasına rağmen, emsalsiz olması nedeniyle mutlu olduğumu söyleyebilirim.
 
 
Retrospektif serginiz için “60 yılımın muhasebesi,” diyorsunuz. Bu kadar uzun bir üretim sürecine baktığınızda, kendinizi en çok hangi dönemde yeniden tanımladığınızı hissediyorsunuz?
 
Yeniden tanımlama diye bir şey yok, bu bir süreç. Bu 60 sanat yılımın birbirine eklenmesiyle bu güne kadar gelen sanat çabalarımın bir muhasebesini yapmak.
 
68 kuşağının bir üyesi olarak, özgürlük ve dönüşüm ideallerinin bugünün sanat ortamında nasıl bir yankısı kaldı sizce?
 
68 kuşağının özgürlük ve dönüşüm idealleri, sanatın çeşitlenmesini ve özgürleşmesini sağladı. Bu öncü tutum hâlâ derin bir etki olarak varlığını sürdürüyor. O kuşağın sorgulayıcı, adalet arayan ve insana inanan ruhu, günümüz sanatçılarının bilinçaltında yaşamaya devam ediyor. Özellikle bireysel özgürlük, eşitlik ve toplumsal duyarlılık temaları, o dönemden bugüne taşınan bir miras gibi sanatın kalbinde atıyor.
 
Bugünün genç sanatçılarına, özellikle gelenek ile modernliği birleştirmeye çalışanlara ne tavsiye edersiniz? Sanatın geleceğini hangi değerler üzerinde şekillenmiş görüyorsunuz?
 
Genç sanatçılara en önemli tavsiyem, kendi köklerini iyi tanımaları ve o köklerden beslenerek yeni biçimler, yeni diller yaratmalarıdır. Gelenekle modernliği birleştirirken yüzeydeki biçimsel oyunlardan çok, içsel bir anlam bütünlüğüne yönelsinler. Sanatın geleceği, teknolojinin ya da piyasanın değil, samimiyetin, özgürlüğün ve insanı derinden kavrayan bir duyarlılığın omuzlarında yükselecek.