Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Diğer » Şehr-i İstanbul’un aydınlanma hikâyesi

Şehr-i İstanbul’un aydınlanma hikâyesi

Şehr-i İstanbul’un aydınlanma hikâyesi 30 Mayıs 2025 - 04:05
İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde (İBÜ) Kasım ayına dek ücretsiz izlenen “İstanbul’un Aydınlık 100’ü Sergisi”, ‘yedi tepeye ilk kez çekilmiş’ yüksek ve alçak gerilim hatları ile buralardaki tarihi ve yeni semtlerin sosyal ve sınıfsal varoluş ilişkilerini görselleştiriyor. Yaklaşık 20 kişinin emeğiyle kurulan, video sanatı ürünleriyle İBÜ öğrencilerinin de zenginleştirdiği sergi, beraberinde tarihi Ameli Elektrik Dergisi’ni ve sergi küratörü ve akademisyen Amed Gökçen’in müdürlüğünü üstlendiği Silahtarağa Arşiv Projesi’ni de getiriyor. Serginin işaret ettiği bir diğer önemli kaynak yine İBÜ Yayınları’nca basılan Vaclav Smil imzalı “Enerji ve Medeniyet: Bir Tarihçe” kitabı.
EVRİM ALTUĞ 
evrimaltug@gmail.com
 
İstanbul Bilgi Üniversitesi (İBÜ) Silahtarağa Arşiv ile Paribu işbirliğinde düzenlenen “İstanbul’un Aydınlık 100’ü Sergisi”, santralistanbul Kampüsü Enerji Müzesi’nde geçen hafta başında yapılan özel bir oturumla açıldı. 
 
Ziyaretçilerini 21 Kasım’a dek ağırlayacak sergi, üniversiteye bugün ev sahipliği de yapan bölgedeki Silahtarağa Elektrik Santrali’ne ait tarihi haritaları ilk defa gün yüzüne çıkararak, İstanbul’un 20. yüzyıldaki dönüşümünü izlenim, yorum ve tartışmaya olanaklı hale getiriyor.
 
Bilindiği gibi Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde İstanbul ve ilçelerine elektrik sağlamak amacıyla açılan 1914 doğumlu tarihi santral, 1983’e kadar Siemens ve AEG gibi Alman sanayi markalarının da altyapı desteğinde kömür yakıtlı elektrik üretimi amacıyla hizmet vermişti. 
 
 
Ansiklopedik bir gözle dünyada bugün yaklaşık 2500 dolayında bu türden yani fosil yakıtlı enerji santrali (ve kalıntısının) bulunduğu tahmin ediliyor. (1) Yine aynı gözle, bu türlü santrallerin elbette, dünyanın iklim değişikliğinde en büyük olumsuz role sahip insan yapısı tasarımlar olduğu, kuşku götürmüyor. 
 
Öte yandan, elektriğin tarihçesini de yine İBÜ Yayınları etiketli Vaclav Smil kitabı “Enerji ve Medeniyet” referansı ile hatırlamak (2) istediğimizde, “Edison’un Londra’daki şirketi tarafından Holborn Viyadükü’ne yapılan ilk elektrik üretim tesisinin 12 Ocak 1882’de elektrik dağıtımına başladığı unutulmuyor. Aynı yıl 4 Eylül’de devreye giren New York’taki Pearl Street İstasyonu Amerika’daki ilk termal enerji tesisi olmuş bulunuyor. Bu tesis açılmasından bir ay sonra şehrin finans merkezindeki 1.300 lambayı aydınlatıyor iken, bir yıl sonra ise 11.000’i aşkın lambanın, bu tesise bağlı olduğu kayda geçiyor. (s.269)”
 
İBÜ İletişim Fakültesi Öğrencileri ile ortak proje
 
Kendini böylesi bir tarihsel parantezde İstanbul’da var eden 1914 doğumlu santrali bir sahneye dönüştüren “İstanbul’un Aydınlık 100’ü” sergisi, aslında kalabalık bir yaratıcı ve kurgulayıcı ekibin imzasını taşıyor. İBÜ Özel Projeler Müdürü ve Öğretim Görevlisi Amed Gökçen’in başını çektiği proje, ‘Bir Şehrin Elektrik Yolculuğu’nu gözle görünür kılmaya çaba gösterirken, hâlihazırda bir ‘enerji müzesi’ olarak da gezilebilen santrali, ağırlığı harita ve şemalardan ibaret biçimiyle, daha farklı bir gözle anlamamıza da vesile oluyor. 
 
 
İBÜ Özel Projeler Müdürü ve Öğretim Görevlisi Amed Gökçen
 
Sergide, İstanbul’un tarihi yarımadası ve Boğaziçi ile Haliç kesimine odaklı Osmanlıca-Fransızca plan ve şemalar öne çıkıyor. İstanbul Yüksek Gerilim Şeması maksatlı, 1916, 1917 ve 1920 tarihli bu özgün materyallere sergide ilk elektrik kablolarının döşendiği günleri belgeleyen siyah beyaz fotoğraflar da eşlik ediyor. Sergide İstanbul Paftaları da yer alırken, bu yönüyle, elektrik götürülen tarihi ilçe, semt veya yerleşim bölgelerinin adları da dikkat çekiyor. İstanbul, o günlerde, örneğin 1920 tarihli bir haritada, “Hass Keuy” (Hasköy), “Cheh Zade Bachi” (Şehzadebaşı), “Cassim Pacha” (Kasımpaşa) veya “Halidji Ouglou” (Halıcıoğlu) gibi nice yerleşim noktalarıyla tarihini sürdürüyor. Sergide ayrıca, İstanbul Elektrik Santrali’nin Makine Salonu Mevcut Santral Dişli Yapısı’nın da özgün, 1920 tarihli şeması ilgi çekiyor. Sergide ayrıca Silahtarağa ve füniküler Tünel arasına 1920’lerde döşenen, 1934’te revize edilerek 2025’te dijital restorasyonu yapılan etkileşimli elektrik şemasına da yer veriliyor.
 
 
Silahtarağa Arşivi Müdürü Gökçen: 8 bin 900 harita mevcut
 
Uzman Amed Gökçen, Salacak ve Sarayburnu kesimlerinin büyüteç altına alındığı, kente ilk elektrik kablolarının her iki yaka üzerinden ilk kez serpildiği anların tarihi fotoğraflarla bezendiği sergi konusunda basına verdiği açıklamada, özetle şu bilgileri aktarıyor:
 
“Sergide Silahtarağa Elektrik Santrali’nin kurulduğu ilk günden kapandığı güne kadar olan döneme ait harita ve paftalardan bir seçki sunuyoruz. Her biri tek nüsha olan bu haritalar, İstanbul’un en kapsamlı harita arşivini oluşturuyor. Bugün, elimizde yaklaşık 8 bin 900 adet harita ve plan mevcut.  Bunların büyük bir kısmı, İstanbul’un özellikle 1950 sonrası dönemde coğrafi olarak ‘yerli yerine oturduğu’ yılları kapsıyor. Sergide, bu haritaların küçük bir kısmını kamuoyuyla paylaşmak istedik. Bu arşiv, İstanbul’un tarihsel açıdan mekânsal gelişimini anlamamız için oldukça önem taşıyor. Özellikle 1950 sonrasındaki haritalara baktığınızda, İstanbul’un yaşayan bir şehir olduğunu çok net görebiliyorsunuz.” 
 
 
İBÜ İletişim Fakültesi öğrencilerinin katkılarıyla hayata geçen “İstanbul’un Aydınlık 100’ü” sergisinde, yaratıcı ve kurgulayıcı ekip olarak, Volkan Çetin, Lale Duruiz, Aren Çopur, Ceren Orman, Elma Bally Alsoufi, Melike Özmen, Ece Balkan, Anas Alshami, Aya Hittou, Ege Uymaz, Leillan Farsi, Çağrı Han, Cansu Şimşek, Başak Koşanay, Beyzanur Din, Elif Nihan Ertürk ve Melisa Çelik ile Murat Meşebüken’den oluşan uluslararası bir liste kayda geçiyor. 
 
Gökçen bu aşamada, sergiden bahsederken, “Öğrencilerimizle birlikte şu an yapay zekâ teknikleriyle bu haritaları üç boyutlu olarak, üst üste yerleştirme çalışmaları yürütüyoruz. Bu teknikle, şehrin nasıl hareket ettiğini, değiştiğini, büyüdüğünü gözlemlemek mümkün. Yeni sokaklar, meydanlar, yapılar, yeşil alanlar… İstanbul sürekli dönüşüyor ve bu dönüşümü yıllar boyunca adım adım takip edebiliyorsunuz,” mesajını da veriyor.  
 
İBÜ Rektörü Yazgan: “Hem bilimsel hem toplumsal bir hafıza”
 
İBÜ Rektörü Prof. Dr. M. Ege Yazgan ise konuya ilişkin, “Silahtarağa Arşivi’ne kampüsümüzün kuruluşundan bu yana büyük önem verdik. Silahtarağa Arşivi yalnızca haritalarla sınırlı değil; sosyal bilimlerin pek çok alanına ışık tutan, benzersiz belge ve bilgiler barındırıyor. Bu arşiv hem bilimsel araştırmalar hem de toplumsal hafıza açısından çok kıymetli bir kaynak niteliğinde,” yorumunda bulunuyor.
 
 
İBÜ Rektörü Prof. Dr. M. Ege Yazgan
 
Yine, İBÜ Mütevelli Heyet Başkan Yardımcısı Mehmet Can ise, Rahman Çelebi, Taylan Yuva ve Yiğet Dağhan Gökdel’in desteğiyle izlenen sergiyi besleyen arşiv hakkında konuşurken, “Arşiv, yalnızca İstanbul’un değil, Osmanlı’nın son dönemine ve genç Cumhuriyet’in kuruluş yıllarına da ışık tutan belgeleri barındırıyor. Bugün artık kent araştırmaları merkezi olarak da kurumsallaşan bu yapı, dünya genelindeki araştırmacılar için önemli bir merkez hâline geldi,” ifadelerini kullanıyor.
 
 
İBÜ Mütevelli Heyet Başkan Yardımcısı Mehmet Can 
 
Sergi içinde sergi: Kaosun içinde bir durgunluk yatar
 
Silahtarağa Arşiv Müdürü Amed Gökçen, Milliyet Sanat için yaptığımız özel söyleşide, İBÜ İletişim Fakültesi öğrencilerinin “Kaosun İçinde Bir Durgunluk Yatar” adıyla final projesi olarak sundukları grup video yerleştirmeleriyle de dikkat çeken sergiye temel olmuş bu plan ve haritaların pek çok ortak kartografik özellik gösterdiğine değiniyor. 
 
Küratör Gökçen bu haritaların, özellikle dönemin genç İstanbul’unun şehir planına yön vermiş Charles Edward Goad (1904-1906), ‘Alman Mavileri’ (1913-1914) orijinal İstanbul tarihi harita ciltleri (3), Necip Bey (1918) ve Jacques Pervititich (1922-1945) ile Suat Nirven (1947--1950) ve Henri Prost (1936-1951) haritalarını bütünleyici olduğuna şu sözlerle işaret ediyor:  “Aslında, haritaları elimizdeki mekâna uyuşturmak zorunda kaldık! Silahtarağa Enerji Santrali, sergi düzenlemek için muhtemelen Türkiye’deki en zor alanlardan biri! Çünkü alanın kendisi zaten çok güçlü! Alan o kadar güçlü ki, siz onun sağı soluna koyduğunuz unsurları iyi planlamadığınız durumlarda yok oluyor! 1914’teki bir jeneratör, sizin o çok güvenerek ürettiğiniz sanat yapıtını bir hiç haline getirebiliyor! Ya da tabii, burası yaşamış bir fabrika ve restorasyonu da bu yaşanmışlığa uygun kalacak şekilde yapılmış. Eseriniz üzerine gün ışığı çökebilir. Yani serginin en büyük rakibi kaynağın ta kendisi oldu! O yüzden fark ettiyseniz var olan teknik malzemelere yaklaşmadan sergilemeye dikkat ettik.”
 
 
Tarihi Ameli Elektrik Dergisi: Dijital bir aydınlanma projesi
 
Amed Gökçen, proje kapsamında bize sergi paralelinde yürütülen “Silahtarağa Arşiv Projesi” ve hayata geçirdikleri bir diğer çalışma, “Ameli Elektrik Tıpkıbasım” projelerinden de bahsediyor. Gökçen bu konuda şu bilgileri veriyor: 
 
“Ameli Elektrik Dergisi, bildiğiniz üzere İstanbul’un elektrik kullanımını teşvik etmek üzere yapılmış bir dergi. Fakat bize göre bu dergi biz sosyal bilimciler için de tam anlamıyla bir cevher! Burada, o zamanki siyasal yapının toplumu nasıl organize etmek istediğine dair de muhteşem veriler bulmamız mümkün. Örneğin, ‘Ne yiyeceksiniz?’, ‘Nasıl Türkçe konuşacaksınız?’, ‘Kadınlar nasıl giyinmeli?’, ‘Evdeki aile düzeni nasıl kurulmalı?’
 
Elektrik üzerinden bir toplumsal faaliyet inşasını bu dergide görmek mümkün ve bu yayın ilgili alanın Türkiye’deki bir numaralı örneğidir. 67 sayı çıkmış bu derginin ilk 37 sayısı, bildiğiniz gibi Osmanlıca ve Fransızcadır. Sonrasındaki sayıları ise, Fransızca ve Türkçedir. Günümüz Türkçesiyle çıkmıştır. Derginin ismi ‘Elektrik İşleri’ anlamına gelir ki biz de bunu korumuş olduk. Biz, İBÜ olarak mevcut tüm sayıları restore edip, yayımlanabilir bir hale getirdik, çevirilerini yaptık; Osmanlıcalarının da Türkçeye çevirilerini yaparak, onlardan yeni, Türkçe bir dergi oluşturduk. Yakın zamanda bunu da, ücretsiz haliyle Silahtarağa Arşivi’nin kendi İnternet sayfasından (4) ücretsiz olarak Haziran başı itibariyle erişime açacağız.”
 
 
Gökçen: Araştırmalarımız bize “İstanbul neresi” onu gösteriyor
 
“İstanbul’un Aydınlık 100’ü” sergisine yön veren haritalarda yeni modern kentin ‘aydınlatılmış’ çeşitli semtleri de öne çıkıyor. Osmanbey, Beşiktaş, Şişli, Nişantaşı ve Bakırköy (Makriköy) gibi bu semtlerle kentin evrimi de delillendirilirken Gökçen şunların altını çiziyor: “Bizim elimizdeki haritalar, aslında 2025’ten bakınca ‘İstanbul’un neresi olduğu”nu çok iyi gösteriyor. Sizin için Beylikdüzü’ne, Sarıyer’ine kadar büyük, dev bir alan iken, aslında elimizdeki böyle yerlerin daha mevcut bile olmadığı görünüyor. Aslında İstanbul çok küçük bir yer. Örneğin elimizdeki 1927 haritasında daha, Maslak diye bir yerin olmadığı belli. İstanbul dediğimiz yer, Şişli’de bitiyor. Ya da öbür ucuna gitsek, İstanbul dediğimiz yerin bittiği yer Makriköy (Bakırköy). Öyle ki, Yeşilköy diye bir yer dahi yok. Başka bir tarafa döndüğümüzde, en uç nokta, Sarıyer liman. Toplasak, 1,5 milyonluk bir nüfus yok. Baksak, burada Fatih, Sarayburnu ve civarı var. Yani o dönemde, Anadolu yakasına da elektrik vermek henüz mümkün olmuyor. Çünkü o sırada elektrik, konutlara ve tek tek veriliyor. Burada tabii, kesintisiz elektrikten bahsediyoruz.
 
 
Aslında biz bu haritalara bakarak, İstanbul’un kimliğine de ulaşabiliyoruz ki, bu haritalar bize kentin enerji sarfiyatını da gösteriyor. Yollar, bize nerelerde ve ne kadar elektrik kullanıldığını gösteriyor. Dolayısıyla biz, bu haritaları kullanarak İstanbul’un nereye ve nasıl bir hızla evrildiğini görebiliyoruz. Dolayısıyla 1950 ve sonrasında ben hiç bir şeye bakmasam da, sırf Bakırköy semtine bakınca, burada başlayan yapı faaliyetini görebiliyorum. Bunlar, İstanbul için paha biçilmez bir öneme sahiptir.”
 
Gökçen: “Zaten elektrik kullanımının ta kendisi sınıfsal”
 
İBÜ Santralistanbul Kampüs’e bağlı Enerji Müzesi’ndeki sergi, dönemin İstanbul’un aydınlatılma takvimi ve haritaları üzerinden ortaya çıkan zenginlik ve yoksulluk haritaları için de bir yol gösterici vazife üstleniyor. Küratör, Akademisyen Gökçen, bu yorumumuzu şöyle analiz ediyor:
 
“Zaten bu, sınıfsal olarak tartışılacaksa, elektrik kullanımının ta kendisi sınıfsal. Çünkü elektrik sadece bir ‘amme hizmeti’ değil. Bunu elde edebilmek için zaten belli teknolojik cihazları almak durumundasınız. Dolayısıyla, sadece elektriğe ulaşmak için değil, onu kullanabilmek için de bir yapıya sahip olmak durumundasınız. Bunu da sağlayacak şey, para! Bu yüzdendir ki, elektriğin ilk başta gittiği yerlerin Galata-Pera bölgesi olduğunu, Haliç’teki mevcut sanayi bölgesi olduğunu veya Taksim’den Nişantaşı, Bomonti, Feriköy, Makriköy (Bakırköy) ve Kurtuluş’a doğru (Tatavla) gittiğini söylemek mümkün çünkü alıcısı orada.”
 
 
Sergide, dönemin İstanbul’unu aydınlatan ‘250 mumluk’ (Lux) kamu aydınlatma direğinin 2025 restorasyonu gören şemasına da yer veriliyor. Etkinlikte ayrıca dönemin henüz beşer, altışar haneli abonelik kapı levhalarının Osmanlıca ve Fransızca özgün örnekleri de incelenebiliyor. Küratör Amed Gökçen’e eski yıllarda ampullere dahi verilen aydınlık-ışık seviyesinin eski Türkçedeki ‘lüks’ karşılığıyla ilginç bir sosyolojik yakınlık da kurduğunu hatırlattığımızda ise bize şu karşılığı veriyor:
 
“Evet, gerçekten de lüks! Çünkü elektriğin kendisi 1920 öncesi ev düzenini de değiştiriyor. Yani siz elektrik alarak aslında evinize yeni alanlar açıyorsunuz. Bunun adı mutfak oluyor. Mutfağı kurup yeni cihazlar almak adına da düzenli bir bütçenizin olması gerekiyor. Bu yüzden de düzenli bir bütçe üzerinden elektrikte sınıfsallık elbette konuşulabilir.”
 
 
Sergi sürecinde uluslararası akademik bir işbirliğine de gittiklerini açıklayan Amed Gökçen, bu kapsamda etkinlik ve arşiv projesi adına Fransız Millî Kütüphanesi (Bibliotheque Nationale de Française) (5) ile çalıştıklarını, bunun için İBU Silahtarağa Arşivi belgelerinin de Gallica isimli bu kaynakla (6) eşleştirileceğini müjdeliyor. 
 
Şehrin ‘nasıl kurulmayacağını’ söyleyebilecek bir sergi
 
Öte yandan İBÜ’nün Silahtarağa’yı devraldıktan sonra adeta ‘bir çöpü, servete dönüştürdüğünü’ vurgulayan Amed Gökçen, kurumun güvenlikçisinden, temizlikçisine kadar tüm personelinin bu tarihsel emeğin korunmasında büyük emeğinin olduğuna değiniyor. Projenin aslen ne gibi mesajlara vesile olduğunu danıştığımız Gökçen, bize bu konuda şunları iletiyor:
 
“Aslında bir şehrin nasıl ve ne hızla, plansız yürüdüğünü, bunun, aslında nasıl bir yüzyıl meselesi olduğunu da, aslında bu haritalara bakarak görmemiz, mümkün. Üniversitenin yetkilileriyle geliştirdiğimiz yapay zekâ altyapısıyla da bu haritaların aslında birer canlı organizma gibi işlediği görülebiliyor. Bu canlı organizma, bizim şehrin, aslında nereye, ne hızla ve nasıl gitmemesine dair çok önemli veriler iletiyor. 
 
Örneğin 1924 tarihli mevcut Jacques Pervititich haritalarına baktığımızda, aslında 1930 ve 1940’lardan itibaren İstanbul’un denize doğru büyüdüğü ve bugün, çoğu çay içip, yürüyüş alanı ürettiğimiz yerlerin de şehre ait olmadığını görmemiz mümkün olabiliyor. Belki, bundan sonraki zamanlarda bir şehrin aslen nasıl kurulmayacağı veya yeni şeylerin nasıl söylenebileceği mümkün olacaktır.”
 
 
“İstanbul’un Aydınlık 100’ü” sergisi bir bakıma endüstriyel ve siyasal bir klişe olarak ‘enerjide dışa bağımlılık’ ve kömür çıkışlı santrallerin yarattığı ekolojik mirasın tehlikeleri meselesine de değinmeden edemiyor. 
 
Yukarıda andığımız kitabıyla akademisyen ve yazar Vaclav Smil yine konunun dünya sömürgeciliği ve ülkeler arası endüstriyel rekabetine nasıl yansıdığını aktarırken, bize şu çarpıcı bilgileri veriyor: 
 
“Kömürün yakılması, 1880’lerde, geleneksel kömür madenciliğinin yapıldığı bütün ülkelerde termal elektrik üretiminin başlatılmasında etkili olmuştur ve bu bağımlılık ancak İkinci Dünya Savaşı sonrasında büyük merkezi enerji santrallerinin kurulmasıyla, yüzey madenciliğinin artan payının kömürü¨ çok daha ekonomik hale getirdiği dönemlerde artmıştır. 
 
1950’lerde kömür yakılması ABD, Birleşik Krallık, Almanya, Rusya ve Japonya’da elektrik üretiminde en büyük paya sahipti. Fuel oil 1960’larda önem kazandı, ama çoğu ülke 1970’lerde OPEC’in petrol fiyatlarını artırması sonrasında elektrik üretiminde fuel oil kullanmaya son verdi; Çin, Hindistan ve ABD’de kömüre bağımlılık hâlâ yüksektir.
 
Metalürjik kok kömürü kullanımı (kg kok/kg sıcak metal) yıllardır gerilemektedir, ama pik demir eritmenin dünya çapında yayılması, 1900’de 30 Mt’den 2015’te yaklaşık 1,2 Gt’ye çıkması, kok kömür üretimini kabaca 1,2 Gt’ye itmiştir. Ülkelerin kömür tarihlerinde birçok öngörülebilir ve bazı şaşırtıcı gelişmeler dikkat çeker ki bu yakıtın çıkarılmasına öncülük eden ülkede kömür madenciliğinin son bulması da bunlar arasında yer alır. 
 
Britanya’da kömür üretimi 1913’te 292 Mt ile zirveye ulaşmıştı, ama Britanya’daki sanayilere enerji temin etmekle kalmamış, Britanya’nın sömürge imparatorluğunun on dokuzuncu yüzyıldaki yayılmasını da beslemişti. (s.281)” 
 
“Kurucu sermaye nerede ve nereye çalışıyordu, görebiliyoruz”
 
Küratör ve akademisyen Gökçen’e göre, danıştığımız bu unsur, sergide kendisini şöyle dışavuruyor: “Bu konuya bir bütün olarak bakmamız gerekiyor. Örneğin Haliç bugün halen kirletilmeye devam ediyor. Bu genel bir mesele. Buraya bakıp bir karbon ayak izi meselesine bakabiliriz tabii. Çünkü burası da kömürle çalışmış. Böylece tüm Haliç’e bakmak ve buradan da, kurucu sermayenin İstanbul’da nerede ve nereye çalıştığını da tartışmak, mümkün olabilmektedir.
 
Siz bu sergi vesilesiyle aslında bizde bulunan iki milyonu aşkın evrakın çok küçük bir yüzdesiyle tanışıyorsunuz. Bu anlamda İstanbul’a dair en büyük arşivin İBÜ’de olduğunu belirtelim. Biz, bu sergiyle sadece haritaları yansıtıyoruz ama meselâ 1920 itibariyle İstanbul fotoğraflarından tutun da, elektrik faturalarına kadar, çalışmış işçilerin yedikleri yoğurt gramajına kadar arşivimizde bulunuyor. 
 
Biz kent tarihi çalışıyoruz evet, ama şunu da söylemek isterim ki, belki dünya tarihi çapında en iyi ‘emek tarihi dosyaları’ burada tutulmuş bulunuyor. Ben daha iyi bir döküm görmedim. Buradaki işçilerin çalıştıkları dönemde yaşadıkları hastalıklardan ötürü tutulan ilaç kupürleri dahi tutulmuş bulunuyor. Bu, Türkiye için inanılmaz bir şey. Türkiye’nin ilk işçi lojmanlarından biri, burada yapılmış. Burası o nedenle salt bir fabrika değil. Sosyal bir yaşam alanı. Bu anlamda buranın kendisi bir tarih. 
 
Ve dikkat edelim, İstanbul büyüdükçe, Silahtarağa da büyümüş. Bu konuşmayı sizinle birinci makina dairesinde yapıyoruz. 1930 sonrasında ise büyüyen İstanbul ile birlikte ikinci makine dairesi hizmete girmiş. Ardından, 1943--1944’te Seyfi Arkan’lar ile birlikte ek yapıları inşa olunan fabrikanın ne kadar büyük bir enerjiye sahip olduğunu görmemiz mümkün oluyor.”
 
 
Silahtarağa Elektrik Fabrikası ek bina açılış töreni
 
Elektrik ışığının sembolik gücüne İBÜ kitabıyla hatırlatma
 
Bu açıdan küratör Gökçen’in sözlerine bir yansıtma olarak yine Vaclav Smil’in (2) İBU Yayınları’ndan çıkan, Sıla Arlı ve Cem Tüzün’ün hazırladığı ve Ebru Kılıç’ın Türkçesiyle okuduğumuz  “Enerji ve Medeniyet: Bir Tarihçe” kitabından şu çarpıcı küresel, ideolojik analizi de burada anmamak, işten değil gibi görünüyor:
 
“Elektrik ışığının sembolik gücü¨ büyük ABD şirketleri ve Almanya’nın Nazi partisi gibi çok farklı aktörler tarafından kullanılmıştır. Amerikalı sanayiciler ışığın gücünü¨ ilk kez 1894’te Chicago’daki Columbia Fuarı’nda, sonra büyük şehirlerin merkezini “Beyaz Yollar”la kaplayarak gösterdi. Naziler 1930’lardaki kitlesel parti gösterilerine katılan kişileri hayrete düşürmek için ‘ışık duvarları’ kullanmışlardı. Elektrik getirme, Lenin’in Komünist devlet biçimi arayışı ve Franklin Roosevelt’in Yeni Düzeni gibi birbirinden çok farklı siyasal idealleri temsil eder hale geldi. Lenin hedefini şu sloganda özetlemişti: “Komünizm Sovyetlerin iktidarı ve elektriklendirme demektir.” Sovyetlerin devasa hidroelektrik projeleri inşa etme tercihleri SSCB’nin yıkılması sonrasında Mao sonrası Çin’de canlı tutuldu. Roosevelt ekonomik iyileşmenin bir aracı olarak baraj inşa etme ve kırsal kesime elektrik götürme faaliyetlerine federal kurumları da dahil etti; bu projelerin bir bölümü ülkenin en geri bölgelerindeydi (s.376).” 
 
Referanslar: 
 
(1) https://en.wikipedia.org/wiki/Coal-fired_power_station
(2) https://bilgiyay.com/kitap/enerji-ve-medeniyet/ 
(3) https://ataturkkitapligi.ibb.gov.tr/Content/publications/53/alman_mavileri_2_1913_1914_1_dunya_savasi_oncesi_istanbul_haritalari.pdf
(4) https://silahtaragaarsiv.bilgi.edu.tr/tr/dergi/ameli-elektrik/
(5) https://www.bnf.fr/fr
(6) https://gallica.bnf.fr/accueil/fr/html/accueil-fr