Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Diğer » Seyhun Topuz 'Oyun'la OMM Koleksiyonu’nda

Seyhun Topuz 'Oyun'la OMM Koleksiyonu’nda

Seyhun Topuz 'Oyun'la OMM Koleksiyonu’nda30 Ağustos 2025 - 10:08
Seyhun Topuz’un Maçka Sanat Galerisi’nde geçen sezon başı izleyiciyle kucaklaşan “Oyun” adlı düzenlemesi Odunpazarı Modern Müze Koleksiyonu’na dahil oldu. 83 yaşındaki ‘genç yaratıcı’ “Heykellerimin hepsinde soyutlama kritik düşüncenin ürünüdür,” mesajını veriyor ve ekliyor: “Kafamda tasarlayıp, maketlere döktüğüm ve eleme, seçmeyi geçip boyut ve rengi belirlenerek yapım aşamasına gelen heykel, çok küçük müdahaleler dışında artık kesinleşmiştir. En baştan itibaren işlerim arasında çok yakın bir ilişki var. Kaynakları ayrı, farklı formlar olabilir.”
EVRİM ALTUĞ 
evrimaltug@gmail.com
 
Rabia Çapa ve Varlık Sadıkoğlu tarafından 1973’te kurulan, bayrağı Çapa’nın kızı, küratör Didem Çapa’ya emanet ettiği ‘ikonik’ Maçka Sanat Galerisi’nde (MSG) geçen sezon başı izlenen bir yapıt - daha - Türkiye sanat hafızasına mal oldu.
 
MSG’de 24 Eylül’den itibaren yer alan, 1942 doğumlu heykeltıraş Seyhun Topuz’un “Oyun” isimli çalışması, Erol ve İdil Tabancı öncülüğünde hayata geçirilen Eskişehir Odunpazarı Modern Müze’nin daimi koleksiyonuna katıldı. 
 
Heykelin tükenmez emektarı, eserleri yurt içi ve dışında birçok kişisel ve kurumsal koleksiyona alınmış bulunan Topuz’un etkileşimli çalışması “Oyun” mimar Mehmet Konuralp’in imzası, Şazi Sirel’in aydınlatması ve Mengü Ertel’in grafik tasarımıyla emsal haline gelen MSG’de sezon açılış sergisi olarak izleyici ile buluşmuştu. Yapıt, 40 x 40 x 40 cm. boyutlarında küplerden oluşan 25 modülün, yüzeyleri 2 x 2 m olan bir kare oluşturacak biçimde yerleştirilmesi ile sergilenmişti.
 
 
Seyhun Topuz, “Oyun”
 
Kareyi oluşturan küplerin altı yüzeyinin her birinde Topuz’un önceki sergilerinden tanıdığımız heykellerinden seçilen altı işinin görseli 25 eşit parçaya bölünmüş halde yer alıyordu. Sanatçı, izleyicilerini küplerin yerleri değiştirerek veya döndürerek elde edilebilecek milyonlarca olasılık arasından yapacağı seçimlerle kare üzerinde kendi yapıtının görselini oluşturabileceği devingen, interaktif bir oyuna davet etmişti.
 
Bilindiği gibi OMM’nin bel kemiğini oluşturan Erol Tabanca ve İdil Tabanca koleksiyonları farklı disiplinlerden sanat eserlerine ev sahipliği yapıyor. Müzenin verdiği bilgi uyarınca, “koleksiyon, yenilikçi bir perspektif doğrultusunda çeşitlenmeye devam ediyor.’ OMM çatısı altında 1950 sonrası modern ve çağdaş sanat eserleriyle birlikte güncel tasarımcıların üretimlerinin yer aldığı, Erol ve İdil Tabanca koleksiyonlarından seçkilere yer veriliyor.
 
 
Odunpazarı Modern Müze (OMM), Eskişehir. 
 
Bu anlamda ilgili listede, Topuz’un yanı sıra, Erol Akyavaş, Fahrelnissa Zeid, Ömer Uluç, Burhan Doğançay, Gülsün Karamustafa, Tayfun Erdoğmuş, Taner Ceylan, Şener Özmen, Şükran Moral, İnci Eviner, Canan Tolon, Guido Casaretto, Tunca Subaşı, Erinç Seymen, Burcu Yağcıoğlu, Mustafa Boğa, Jaume Plensa, Aron Demetz, Marc Quinn, Sarah Morris, Julian Opie, Max Lamb, Touche Touche, Ellissa Lacoste, Jonathan Trayte, ve Chris Wolston’un çalışmaları da kayda geçiyor.
 
Milliyet Sanat ilgili gelişme üzerine Topuz ile sanatçı evinde bir araya gelerek “Oyun”un hikâyesi ve sanatçının kariyerinde iz bırakmış türlü projelerini yeniden kayıt altına alıyor. Topuz bilindiği gibi Elgiz Müzesi’nin geleneksel “Teras Sergileri”nde de yeni nesil heykeltıraşları keşfeden jürisinin içinde yer alıyor.
 
 
Seyhun Topuz
 
MSG’de yer alan “Oyun”u nasıl hatırlayalım istersiniz?
 
2003’te, MSG’de yaptığım “Ortak Bellek” sergisi çocukluk oyuncaklarımdan kaynaklanan bir sergiydi. Onları 10 kat büyütüp, içlerini boşaltmıştım. Yeşil, kırmızı, mavi ve sarı renkte idiler. O sergiden 22 sene sonra, aklım yine, bir başka çocukluk oyuncağıma takıldı. Zannediyorum onları kaybettim ama “Oyun” isimli son sergimin çıkış noktası olan oyuncaklarım, beş santimlik, 25 masif tahta küptü. 
 
 
Her birinin yüzeyleri üzerinde “Kırmızı Şapkalı Kız”, “Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler” gibi masallara dair resimler vardı. Ben de onu kendime kaynak alıp, çocukluk oyuncaklarıma ikinci bir gönderme yaptım. Bu kez üzerlerinde, masallar yerine işlerimin fotoğrafları yer aldı.  Yani, 25 küp 2 x 2 metre boyutunda bir kare seklinde uygun biçimde düzenlendiğinde bir heykelimin görseli oluşuyor. Burada izleyici, benim heykel fotoğraflarımdan hareketle küplerin yerlerini değiştirerek kendi işini çıkarsın istedim. Amaç buydu.
 
Eğitim, yaratıcılık, üretim, izlence… İşlerinizin tekillik ve çoğulluk potansiyeline burada da göndermede bulunuyorsunuz. Kariyeriniz hep bütünler, başlangıçlar, dilimler ve sonuçlarla yüklü. “Oyun” serisi ile oluşan bu yeni ‘cüsse’den söz edebilir misiniz? 
 
Bu sergiye kadar, eğer üç boyutlu masif biçimi kastediyorsak, heykellerimde hiçbir zaman ‘kütle’ olmadılar.
 
Bu oyuncakların biçimine sadık kaldığım, onlar da küpler olduğu için belki ilk defa kütleyi kullanmış oldum. Ama bu kütle bana ait değil, kullandığım oyuncaklara ait bir şeydir. “Ortak Bellek”te kütlenin içini boşaltmıştım. Ama burada, bütün yüzeyleri kullanmak istediğim için oyuncakların biçimine sadık kaldım. Elbette boyutuna değil, galeri ebadını ve izleyicinin oynamasını istediğim için düşünürsek, 40 x 40 x40 cm. küpler kullandım. 
 
MSG’nin ‘kare’ dokusu da sergiyle kesişiyordu diyebiliriz ne dersiniz?
 
Oyuncakların yüzeyleri kareler olduğu için galerinin kare dokusu ile kendiliğinden uyuştular diyebilirim. 
 
Küplerin yüzeylerine hangi imajların konulacağına neye göre karar verdiniz?
 
Geçmiş sergilerimden biçim ve renk faktörlerini de göz önüne alarak farklı altı heykelimi seçtim.
 
“Oyun”da arkeoloji duygusu da yok değil, çünkü izleyici – eyleyici olarak işle bir araya gelişimiz itibariyle bu manzara bizi bir meraka, araştırmaya da sevk ediyor. Bir nevi bellek kazısı yapılıyor. Bir yandan da bizi pedagoji ile de dürtüyorsunuz. Eser ve izleyici arasındaki sosyal bağ tekrar kuvvetleniyor. Fikriniz nedir?
 
Umarım öyledir, içlerinde hayli eski işlerim de var, anımsayanlar açısından olabilir. İzleyicinin özellikle sanat öğrencilerinin heykellerim üzerinden kendiişlerini üretmesini çok istedim.
 
 
“Ortak Bellek” üzerinden gidersek izleyici olarak evet, zihnen aktifizdir, ancak işle aramızda ne hikmetse bizi pasif kılan bir mesafe olur. Bu son “Oyun”da da yine buna yoğunlaştınız sanıyorum, ne dersiniz?
 
Çok doğru. Bugüne kadar galiba 14 sergi yaptım ki bu bir heykelci için fena bir sayı da değildir. Bunların 12 tanesi pasif diyebileceğimiz, izleyici ve iş bağlamında, ona dokunup, çevirmeden baktığı türde oldu. Ama burada “Oyun”a dahil oluyor, kendi işini üretiyor.
 
Hatta bu sürece bir ‘ara iş’ olarak, İstanbul Emirgân Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi’nin (SSM’nin) terasına dahil olan o dalgalı, ‘uçuşkan’ formlarınızı da düşünebiliriz, ne dersiniz?
 
Belki de. Dış mekânda, özellikle bulutlarla zaman zaman ilginç bir etkileşim oluyor. Buruşturulmuş kâğıtlar serimden bu duvar heykeli de gerçekten bulutlar gibi görünüyor.
 
 
Seyhun Topuz’un, Kuzgun Acar'a ithaf ettiği, Sabancı Müzesi’ndeki eseri.
 
Bununla birlikte, mimarlık, bilim, geometri dediğimiz unsurların günümüzde aşırı derecede yüzeye indirgenmesine acıyla bir gülümseme de bırakıyor gibisiniz, ne dersiniz? Zaten MSG sergileri bana her daim bir kareli defteri dolduran nice mantık, matematik formülü etkisini de verdiler. Bu sergiler MSG’de soyuta da somuta da hakkını veren temkinli bir uzamda yaşandı.
 
İzleyiciye heykellerimi kaynak olarak sunarak, onları işin içine dahil etmek iki taraf açısından ilginç olur diye düşünüyorum. Sergi kataloğunda oyunculardan seçkiler olacak. Bu, “Ortak Bellek” ile başladı. O da “Oyun” gibi çok alternatifli, interaktif bir sergiydi.
 
“Oyun” işiniz, yeni evi Eskişehir OMM Koleksiyonu’nda da izleyicinin katılımına yönelik olarak mı sergilenecek?
 
Büyük ihtimalle. Ben işi aldıklarını biliyorum, ancak ne şekilde sergileneceğini bilmiyorum. OMM de bu seyirciyi işin içine katıyor mu, bilemiyorum. Orada da gençlere yönelik sanat programları var. Büyük ihtimalle, zedelememek kaydıyla izleyenlerin oynamasına izin veriliyor olabilir.
 
 
Heykellerinize birer katman, birer metafor olarak baktığımı fark ediyorum. Aynı anda sertliği de, yumuşak olanı da kucaklayan bir meseleye, diyalektik konusuna sürekli girdiğinizi düşünüyorum.
 
50 yılı aşkın süredir seçtiğim biçimler, daire, kare, üçgen ve onların türevleri. Çok sayıda maketler yaparak araştırıyorum. İçlerinden çok azını seçerek realize ediyorum.  Bir form bulmuşken onu bir kerede harcamak hoşuma gitmiyor. Dolayısıyla oradan aynı kaynaklı, fakat farklı işlerden oluşan seriler üretiyorum. 
 
Eserlerinizde türevler mealinde Bach, Mozart da saklı denebilir mi?
 
Yinelemelerin uyumunu kastediyorsun sanırım. Artık 80 yaşımı aştım, yaşantımda öyle güzellikler ve değerler gördüm ki, bilinçaltımdan hangileri, nasıl, ne zaman, ne kadar işlerime yansımıştır bilemem.
 
Öte yanda geometri deyince, motif, hareket, kilim, gelenekle birlikte, geleceği de işlerin içine aldığınız görülüyor. Bu doğru sayılabilir mi?
 
“Geometrik Soyut” kapsamındaki heykellerimde sözünü ettiklerin doğal olarak işin içinde oluyor.
 
İşleriniz monokrom görünmekle birlikte, kendi boyutları, kabukları, sırtları ve gölgelerini de teşhir etmeye çok yatkın görünüyorlar. Işığın, boyutun ve gölgenin farkında biri olarak, işin üzerine düşen zamanın da hayli farkındasınız. Fikriniz?
 
Yeterlik tezimde heykelde renk, ışık ve hareket ögelerini oldukça kapsamlı biçimde incelemiştim.  Bazı farkındalıklar elde etmiş olmalıyım.
 
 
Ben bu soğukkanlılığı Alev Ebüzziya’da da görüyorum. Kendini bu kadar fazla disipline edip yaratıcılığın deliğinden o kadar başarıyla çıkmak kolay değil.
 
Ben de Alev’in işlerini çok seviyorum. Çanakları boyut ve renk gibi az sayıda elemanla farklı, fakat hepsi akraba olan çok güzel işler.
 
Eserlerinizde özendirici bir disiplin anlayışı görülüyor. Örneğin Adnan Çoker, Sabri Berkel, Altan Gürman gibi dostlarınıza da bu meyanda sürekli ‘uğruyorsunuz’. Eviniz de onların işleriyle dolu.
 
En sevdiklerim ama bendekiler baskıdır, keşke orijinallerine de sahip olabilseydim. 
 
Kamusal alanlara baktığınızda heykele dönük küskünlüğünüz de devam ediyor mu?
 
Sen kamusal alanda heykel görebiliyor musun? Ben göremiyorum. Belli alanlara yarışmalar açılabilir, heykelciler oraya öneriler sunabilir, bu yeni bir şey değil ama bu bizim ülkemizde pek olmadı.
 
Soyut düşünce geleneği olmadığı için, bir durumu, vakayı, hikâyeyi soyutlama alışkanlığı olmadığı heykeli bulunmadığı için de oldu bunlar. Geçmişte nice heykele vandalizm de yaşandı. Güzel İstanbul heykeli, İşçi Heykeli… Nicesi...
 
Cumhuriyet’in 50. yılı için İstanbul’da açık alanlara 20 heykel yerleştirildi. İstanbul’un ilk çoklu alan heykeli projesiydi, ama bazıları bir, bazıları on yıl içinde yok oldu. Bugün o 20 heykelin 20’si de yok.  Benim de 4. Levent’e yerleştirilen heykelim sadece üç yıl yaşadı. 
 
 
Türkiye’de heykel dediğimizde resmi düzlemde ille de kronolojiyi kutsayan ‘devasa biblolar’ akla gelir. Özendirici olamazlar. Kritik düşüncenin, doğaçlama biçimde soyutlamayı da beraberinde getirdiği fikrindeyim. Bir şeye tek suretle bakmıyor ardına, önüne, içine ve üstüne, etraflıca bakıyor. Soyutlama ve kritik düşüncenin, heykelinizde nasıl var olduğu ile ilgili sizin yorumunuz nedir?
 
Heykellerimin hemen hepsinde soyutlama kritik düşüncenin ürünüdür. Kafamda tasarlayıp maketlere döktüğüm ve eleme, seçmeyi geçip boyut ve rengi belirlenerek yapım aşamasına gelen heykel çok küçük müdahaleler dışında artık kesinleşmiştir. En baştan itibaren, işlerim arasında çok yakın bir ilişki var. Kaynakları ayrı, farklı formlar olabilir.
 
Eserlerinizi harekete geçiren, tıpkı bizi aydınlatan bir mumun ipine benzeyen bir unsur varsa, o da eserlerinize sinen ‘eğer’ fikri oluyor. Her işinizde olan bu ‘eğer’in tetiklediği bir şey mi var?
 
Soyut işlerle izleyicilerin farklı etkileşimleri olması doğal. “Eğer” fikrinin kökeninde işlerimin birbiriyle bağlantısının, seçtiğim formların boyut ve renklerindeki çeşitliliklerin etkileri var. 
 
Geometriyi kullanım üslûbunuz, akla, bilim insanlarınca yapılmaya çalışılan astronomik / kozmik atlasları da getiriyor ve ilginç biçimde, devasa, soyut evrene birtakım haritalar biçilmeye çalıştıkça, sizin işleriniz aklıma bu alanları getiriyor. Sizdeki kozmos duygusunu heykeller adına düşünürsek, bunlar için bir bakıma ‘espas haritaları’ diyebilir miyiz?
 
Heykellerimde dolu formlar yoktur, boşluğu da bir öge olarak içine alan heykeller üretiyorum. Bu dolu - boş karşıtlığı ile evrenin devasa boşluğu içinde görece küçücük dolu bölgeleri arasında paralellik kurmak tuhaf olurdu, yani ben “espas haritaları” demeyeyim. 
 
Herhangi bir atölyede, hiç bir öğrencinize bu konuyu dile getirmediniz. Kozmos ve işleriniz arasındaki olası ilişkiyi demek istedim.
 
Hayır, o kadar büyük düşünemem.
 
 
22 yıl sonra geldiğimiz bu noktada ‘daha büyük bir gidişatın’ haberini veren bir durum bu. Aslında daha büyük bir anlatı bu diyor ve bu anlatının dilimlerini, izleyiciler kendileri ulaşsın diyerek onlara takdim ediyorsunuz. Bu da bana kozmolojiyi çağrıştırıyor.
 
Sen ortaya çıkanı yorumluyorsun ama ben, bunları yaparken, ikisi arasındaki ilişkiyi kurmuyorum. Emin olabilirsin.
 
Bir şeyi anlatırken, çok daha fazlasının delili ile bizi yüzleştiriyorsunuz.
 
Bilmiyorum; belki de öyledir.
 
İşlerinize ‘soyut heykel’ deyip geçmek şöyle dursun, izleyiciye apaçık ve yalın eylemin ta kendisini tasvir eden seriler bunlar. Burada İlhan Koman’ı özellikle anmak istedim.
 
Evet, İlhan Koman... Ne yazık ki çok az heykel kaldı ondan. 
 
İşlerinizin belli bir ekole sadakati var mıdır? Sovyet yapısalcılar gibi?
 
Sanatta Yeterlik Tezi yapmıştım. Orada Sovyet konstrüktivistleri ile tanıştım. Antoine Pevsner’ları, Naum Gabo’ları vb. o zaman tanıdım. Heykellerim bu sanat akımına uyduğunu, dolayısıyla sağlam bir temelim olduğunu fark ettim ve böylece devam ettim. 
 
Hep ölçeklerden söz ettik. Geriye bakınca heykeli mekân için mi, yoksa insan adına mı ürettiğinizi söylersiniz?
 
Yeni bir şey ürettiğim zaman bir sergi ihtiyacı doğuyor, galerilerdeki işlerimi özellikle mekânla ve birbirleriyle ilişkilendirerek kuruyorum. Sergilerimi uzun yıllarca hep MSG’de ve üç kez da Nev’de yaptım. Müzelerde ve koleksiyonlardaki işlerim de mekân için üretildi. Gebze’de Pulver fabrikasındaki 5-6 metre boyutundaki dış alan heykeli hariç büyük boyutlarda da pek çalışmadım.
 
Öte yandan, Richard Serra’yı, Mark Rothko’yu, öte yakayı beğenir misiniz?
 
Sergilerinde ve müzelerde New York ve Bilbao’da izlediğim Richard Serra’yı çok severim, 
 
İşlerinizi bıraktığınızda doğanın işlere bıraktığı katkınız konusunda bir kaygınız olur mu?
 
Açık alanlardaki heykellerim doğa ile gerek renk gerekse form olarak karşıtlıklar içinde ahenkli bir uyum gösteriyorlar, ancak dış etkilere açık oldukları için malzeme ve renk seçimine de dikkat etmek gerekiyor.  
 
Bilgi:
 
(1) S.Topuz, ‘Düğümler’, Galeri Nev İstanbul, 28 Ekim-3 Aralık 2011, E. Altuğ Katalog Metni
(2) S.Topuz, ‘Koleksiyonlar’ katalog, Ocak 2010, Akademisyen, eleştirmen Ahu Antmen ile söyleşi, s.5-6
(3) S.Topuz, “Ortak Bellek”, MSG, Kasım-Aralık 2003, Radikal Gazetesi, E. Altuğ
(4) a.g.k.
(5) a.g.k. 
(6) https://isteataturk.com/files/e-kitap/Geometri.pdf
(7) Sanatçıyla görüşme, 8.7.2025, İstanbul