Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Diğer » Şiir ve sanatı buluşturan sergi

Şiir ve sanatı buluşturan sergi

Şiir ve sanatı buluşturan sergi28 Mayıs 2025 - 05:05
Barın Han’da devam eden; Eda Soylu’nun eserleri ve Hatice Utkan’ın şiirleri bir arada sunulduğu “Balığın Karnında” sergisinin detaylarını ikiliyle konuştuk.
 
UĞUR UGAN
 
Türkiye'nin önde gelen hat ve cilt sanatçılarından Prof. Emin Barın'ın uzun yıllar atölye ve ciltevi olarak kullandığı Barın Han, Eda Soylu ve Hatice Utkan’ın şiir ve sanatı bir araya getirdikleri sergi “Balığın Karnında” sergisine ev sahipliği yapıyor. Soylu ve Utkan, mitolojik ve şiirsel bir anlatıyı gelenekten aldığı ilhamla geleceğe taşıyarak izleyiciyi düşünce ve felsefe tarihinden hareketle zihin, beden, ruh, varlık ve birlik kavramları üzerinden bir yolculuğa çıkarıyor. 
 
 
Hz. Yunus’un balığın karnında geçirdiği dönüşüm hikayesinden aldığı mitolojik bir referansın yanı sıra insanın kendi yarattığı krizlerin içinde sıkışıp kalmasını ve bu durumdan çıkış arayışını vurgulayan sergi, mekanla kurduğu ilişkide bir metafor olarak hem bir hapishane hem bir rahim olarak insanın kendi elleriyle ördüğü tahribatın içinde sıkışırken aynı zamanda yeniden doğuşun eşiğini imgeliyor. 
 
 
Resim, heykel, şiir ve yerleştirmeler Barın Han’ın üç katına yayılırken, ikili günümüzde sanat eseri ve yazının bir araya gelişi ve şiirin bu bağlamdaki yerini sorguluyor. Sergide ele alınan ifade alanlarına farklı sanatçılar da katkıda bulunuyor. Mozaik, ebru, bakır kullanımı, ses ve video yerleştirmeleri ile sergiye katkıda bulunan Barış Baykan, Mert Onur, Esra Özkalkan, Nur Soylu, Berke Cem Sönmez, Gözde Tolan ve Kaan Urgancıoğlu ikilinin üretimlerini genişletiyor.
 
Soylu ve Utkan ile yazı ve görsellik geleneğini sentezledikleri ve 24 Nisan - 14 Haziran 2025 tarihleri arasında Barın Han’da gerçekleştirdikleri son sergilerini konuştuk. 
 
 
Eda Soylu (solda) ve Hatice Utkan (sağda). Fotoğraf: Utku Atalay
 
Eda Soylu: “Odağımız şeylerin bir araya gelişindeki dairesel hareketler üzerine”
 
Mitolojik ve edebi bir imge olarak düşünebileceğimiz “balığın karnı” imgesinden nasıl ilham aldınız? Bu imge, sizin görsel sanat pratiğinizde nasıl bir dönüşüm geçirdi? İzleyici, kendi “karnında” hangi canavarlarla veya umutlarla yüzleşiyor?
 
Eda Soylu: Hatice ile bu yolculuğa çıktığımızdan beri odağımız şeylerin bir araya gelişindeki dairesel hareketler üzerine. Sergi, bu süreçte ortaya çıkan akışları takip ederek oluştu. Bu tavrı gerek Hatice’nin şiirlerinde, gerekse benim işlerimde bulabilir, işlerin ve şiirlerin okumasını bu bağlamda yapabiliriz. Hatice’nin bir şiir kitabını okumaya kitabın herhangi bir sayfasından başlayabiliriz. O sayfadaki dizelerden bir kelime seçip başlarız ve kendimizi aslında şiirinin başlangıcında buluruz. Şiirin başının ve sonunun her an yeniden oluşabiliyor olması, okuyucuyu daimi olarak anda ve yeni olanda kılar. Bir yandan okuyucu kendi yolculuğunu akışın içinde keşfederken, diğer yandan bilginin her an bir olduğuna tanıklık eder. Bu hal kendi işlerimde de farkına vardığım bir durum, işlerimin genel okumasını yaparken kendimi benzer bir yerde buluyorum. Yolculuğumu okumaya neresinden başlarsam başlayayım verilen bilginin başka formlarda, renklerde, ele alım biçimlerinde kendini gösterdiğini görüyorum. Balığın Karnında bu bağlamda benim için, içimdeki karanlığa ve umuda eş mesafede durup, bu kavramları nötr bir yerden ele almayı öğrendiğim bir sergi oldu. Sessizliğe katılmayı öğrendiğim, hiçbir şeyin tamamlanmadığını hatırladığım, şeylerin her an ve her halleriyle tam ve bütün olduğuna dair idrakimin bir katman daha açıldığı, şeylerin dönüşmesine ve birbirine evrilmesine tanıklık ettiğim, seyre daldığım bir deneyim. Karındaki canavarlarla ve umutlarla yüzleşmeye dair olanı ise Hatice’nin Balığın Karnında şiirinden alıntılayarak aktarmak isterim. Bu şiirde Hatice der ki “Zambaklar zehir / güller şifa oldu / en sonunda / bir karanlık boyuttan / Bana göre 3 yıl / Ona göre 1 günde çıktım (Gece)”. Burada bahsi geçen bir andır. Canavarlar da umutlar da o bir anda var olur, o an kimi zaman 3 yıl kimi zaman 1 gün, 1 salise gibi kendini hissettirir. Herkesin canavarları da, umutları da kendine has. Balığın Karnında benim için bir eşik niteliğinde, izleyici de belki kendini eş bir histe, eşikte hisseder, kim bilir?
 
Barın Han'ın gelenekten ileriye olan yapısı sizin sergiyi kurgulamanızda nasıl etkili oldu. Hanın özellikle tarihi dokusu, serginizin atmosferine nasıl bir katkı sağladı? Mekânla eserleriniz arasında nasıl bir diyalog kurmayı amaçladınız?
 
Eda Soylu: Emin Barın’ın ve dolayısıyla Barın Han’ın temsil ettiği bazı değerler var. Bu değerlerin en önemlilerinden biri denge kavramı. Emin Barın gelenekselden kapsamlı bir öğreti alıyor. Bu öğreti, sabır, merak, keşif, oyun, bir aradalık ve yatayda genişleme gibi özellikleri içinde barındırıyor. Emin Barın bütün bu bilgilerle yüzünü çağdaş olana dönerken temellendiği yeri beraberinde getiriyor ve aslında geleneksel olan ile çağdaş olan arasında bir köprü görevi görmüş oluyor. Bu önemli. Biz Emin Barın’dan ve öğretilerinden feyz aldık, keza bu yüzden onun sergi alanından geçerek sergimize giriş yapıyoruz. Bir “merhaba” demeden geçmek olmazdı, anmadan, onurlandırmadan. Barın Han 70 yıllık bir mekân. Zanaatkarların bir araya geldiği, her perşembe mutlaka buluşulup paylaşımların yapıldığı, yumuşak enerjili, zarif bir yer. Barın Han aynı zamanda kendine has talepleri olan da bir mekân. Biz onun talepleri doğrultusunda bu sergiyi kurduk. Onu dinledik, ona uyumlandık, yeri geldi ona göre form aldık. Serginin açılış tarihinden iki hafta önce mekâna girdik ve bazı odalarda gördüğümüz üç boyutlu işler son bir haftada üretildi. Mekânda zaman geçirdikçe sergi kendini belli etti.
 
 
Şiir-sanat kesişimindeki deneyiminizi baz alacak olursak daha önce de  “Ve Evin Yüzü Burkuldu”da Metin Altıok’un şiirlerinden ilham almıştınız. Bu sergide Hatice Utkan’ın şiirleriyle çalışmak, nesne merkezli yerleştirme pratiğinizi nasıl etkiledi?”
 
Eda Soylu: Şiir benim hayatımda çok büyük yer kaplıyor. Bu hep böyleydi. 2014 yılındaki ilk sergimin adı Metin Altıok’tan bir alıntıdır, “Unutulmuyor, ne tuhaf!”. “Unutulmuyor ne tuhaf dünya işleri / Seninle bir döşekte sevişirken bile” diye devam eder şiir. “Ve Evin Yüzü Burkuldu” ise yaklaşık on yıla yayılan bir seridir, içinde “Evi Yeniden Kurmak” ve “Anneannemin Evinden Kalanlar” sergilerimi de barındırır. Hızlı ve heyecanlı yapımı şairler aracılığıyla dinginleştiririm. Onların kelimeleri yerleştiriş biçiminden feyz alıp kendi renklerimi duyarım. Bu sergide Hatice’nin şiirleri ve aramızda oluşan bu harman hal üzerinden kendimi duyma alanım genişledi, derinleşti. Uzunca zamandır kalbimde, ellerimde birikenleri bu sergide ortaya koyabildim. Yerleştirme pratiğim de yeni bir on yılına bu vesileyle girmiş oldu. Şimdi her şey yeniden başlıyor.
 
Sergide mozaik, ebru, bakır ve heykel gibi çeşitli teknikler kullanıyorsunuz. Bu malzemeleri seçerken hangi hikâyeleri veya duyguları anlatmayı hedeflediniz? Özellikle bir nesne ya da malzeme, serginin ruhunu sizin için nasıl temsil ediyor?
 
Eda Soylu: Bu sergide kendimizi temellendirdiğimiz bir akış kavramı var. Bu akışı önce kendi aramızda, ardından zanaatler arasında, mekânda katlar arasında ve yeri geldiğinde malzemeler arasında oluşturmaya çalıştık. Örneğin, ebru işlerinin asılı olduğu alanda ebru sanatı ile mozaik sanatının öpüştüğü anlara tanıklık ediyoruz. Mozaik sanatının en temel kavramlarından biri olan, akış anlamına gelen “andamento” kelimesi, tesseraların (mozaik sanatında kullanılan küçük taş, cam, mermer parçalarına verilen isim) akışını ve hareketini anlatmak için kullanılır. O akış sayesinde göz bir yol izler, tesseralar arasında bir gezintiye çıkar. Mozaiğin özünde bu akış kavramı vardır. Mozaik sanatı, şeylerin her daim tam ve bütün olduğuna dair bir bilgi aktarır, bunu da malzeme üzerinden yapar. Bu yüzden mozaiğe dair olanın bu sergide yer alması bizim için önemlidir. Ebruli bazlama adı verilen mozaik malzemesi ebruların üzerine yerleştirildiğinde bir durum oluşur. Zanaatler arası kurulan bu ilişkide, bu bir araya gelişte, malzemenin kendi sınırlarını aşmasına, kendini yeniden tanımlamasına, konumlandırmasına tanıklık ederiz. Bakır ve pirinç üretimi ise benim uzun zamandır keşfetmek istediğim bir alandı ve aslen bu sergide bu malzemeler mekânın bir talebi olarak karşımıza çıktı. Barın Han’ın çevresindeki atölyeler, zanaatkarlar, ustalar tam da isteğimiz olan bu bölgenin insanıyla bir arada iş yapma hayalimizi gerçekleştirmemize olanak tanıdı. Sergide bir aradalığı önemsiyoruz. Bu serginin oluşumuna katkıda bulunan, yolculuğumuzu genişleten “eli değenler” var: Barış Baykan, Mert Onur, Esra Özkalkan, Nur Soylu, Berke Cem Sönmez, Gözde Tolan ve Kaan Urgancıoğlu. Bu kişilerin her biri sergide önemli bir alan tutuyor ve birlikten doğan bu kuvvet vasıtasıyla akış kavramının kapsamlı bir şekilde yer edişine tanıklık edebiliyoruz.
 
 
Sergi çok katmanlı bir izleyici deneyimi sunmasının yanı sıra zihin, beden, ruh, varlık ve birlik temaları da sergide felsefi bir sorgulama sunuyor. Dinler tarihi ya da mitoloji çalışmalarınıza nasıl bir yer kaplıyor?
 
Eda Soylu: Dinler tarihi, mitoloji ve kadim öğretiler benim hayatımın çok temel bir yerinde barınıyor ve ben bütün işlerimi, okula başladığım ilk günden beri, bir otoportre olarak görüyorum, öyle ele alıyorum. Kişisel yolculuğumu, duraklarımı, duraksamalarımı okumak isteyen biri pekala bunu işlerim üzerinden yapabilir. Hayatımda ne varsa, neyi yapabiliyorsam, neyi yapamıyorsam hepsi işlerimde, bu benim iletişim kurma biçimim, önce kendimle ve dürüst olmak gerekirse sonra yine kendimle. O yüzden bu öğretilerin işlerimde yeri çok büyük. Nasıl ki nefes alıp verdiğimizin gün içinde farkında olmayız, ancak hayattayızdır ve o döngü daimidir ve nefesimiz genişleyebilir, sığlaşabilir, bu olağandır, genişlemeye de sığlaşmaya da vesile olan bizizdir, o misal. Katman katman açılan, yavaş ve genişleyerek önce hayatıma dolayısıyla da işlerime nüfuz eden bir alan. Köklerimizin, üzerinde yaşadığımız toprağın, binlerce yıla dayanan tarihimizin dahili olmadan ele aldığım bir pratik değil benimkisi, aksine bütün bunların harmanından, satır aralarından kendimi bulma, kendime yakınlaşma uğraşı.
 
Hatice Utkan: “Şiirlerimi her zaman görsel olarak düşünmem, daha çok bir kavramdan, bir varoluş durumundan ya da felsefi bir alandan şiire başlarım”
 
Sergideki şiirleriniz, Eda Soylu’nun görsel eserleriyle simbiyotik bir ilişki kuruyor. Şiir yazım süreciniz, bu iş birliğiyle nasıl şekillendi? Görsel sanat, şiirsel anlatımınızı etkiledi mi?
 
Hatice Utkan: Bu sergi için tek bir şiir yazdım, o da sergiyle aynı ismi taşıyan Balığın Karnında adlı şiir. Bu şiirde sergimizdeki genel kavramı ele aldım. Eda’nın eseriyle benim şiirlerim zaten kendiliğinden ve doğal bir ilişki içinde ve bir arada ilerliyor. Bu sergide ikimiz birbirimiz için özel bir üretim yapmadık ama eserler bir aradalığımız sayesinde birlikte büyüdü ve genişledi. Sergiye girdiğinizde her odaya bir şiirin hâkim olduğunu göreceksiniz ki bu durum Eda’nın eserleriyle de paralellik taşıyor. Bazı odalarda ve katlarda eserlere göre şiir, bazı odalarda da şiirlere göre eser yerleştirmeleri yaptık. Böylece her şey birbiriyle ilişkilendi. Diğer yandan, Eda’nın eserleriyle şiirlerin birleşmesi ve daha da önemlisi, bu üretimlere zanaatlerin de eklenmesi çok sesli ve estetik bir alan yarattı diyebilirim. Şiirlerimi her zaman görsel olarak düşünmem, ben daha çok bir kavramdan, bir varoluş durumundan ya da felsefi bir alandan şiire başlarım. Ama bir şairin (ve bir sanatçının da) her zaman başka bir disiplinden bakışa ihtiyacı olduğunu düşünüyorum, tıpkı bu sergide olduğu gibi. Burada şair ve felsefeci Ahmet İnam’ın bir şiirinde yazdığını hatırlatmak isterim: “Başka bir ışık çıkmalı / Okuyanın gözlerinden / Görmek için bende beni / Şiirlerde.”
 
 
Balığın Karnında imgesi, sizin şiirlerinizde nasıl bir anlam kazandı? Bu imgeyi, zihin-beden-ruh üçlüsüyle nasıl ilişkilendirdiniz?
 
Hatice Utkan: Balığın Karnında bir imgeden çok bir kavram benim için. Balığın Karnında olmak, zaten ruhen, zihnen ve bedenen orada olmayı gerektirir. Bu kavramı, sergi için yazdığım Balığın Sırrı adlı yazıda açıkladım. Aslında balık metaforundan, deniz metaforuna kadar birçok farklı anlam yüklü burada. Diğer yandan, Balığın Karnında kavramında ruhsal uyanış ve farkındalığı da görebiliriz. Zihin karanlıkları sever, karanlıkta çalışır ve bazen biz de oralara çekiliriz, ruh ama diridir ve aydınlıktadır, beden bu alemde var olduğumuz halimiz. Bunlar birleşince zaten kavramlar da birleşiyor ve bütünleşiyor. Kendiliğinden ilişkileniyor her şey. Bu kavramlar benim şiirlerimde de var, Eda’nın eserlerinde de var. Aslında hepimiz bir bedende var olan ruhsal varlıklarız. Bunu fark etmek çok zor değil ama genelde yaşamın akıntısına kapılıp dünya rüyasından düşüyoruz. Balığın Karnında izleyiciyi bu dünya rüyasına yeniden çekiyor.
 
 
Sanat yazarı ve eleştirmen kimliğiniz, çağdaş sanatı toplumla buluşturma misyonunuzla tanınıyor. Balığın Karnında’da şair olarak yer almak, bu misyonunuzu nasıl genişletti veya değiştirdi?
 
Hatice Utkan: Sanat yazarlığının eser, sanatçı ve okur arasında bir köprü olduğunu düşünüyorum ve bir yazarın bu bağlamda sorumlu olduğunu düşünüyorum. Bir eserle ilgili ya da sanatçıyla ilgili yazmak demek, onu farklı alanlardan da ele almak ve anlamak demek bana göre. Her yazımda sanatçının anlaşılmasını istiyorum, sanatçıyı daha doğru ve eserleri daha doğru ve yerinde nasıl ifade edebilirim sorusunu sorarım kendime. Diğer yandan, çağdaş şiir ise özgür bir alan, bu alanda sadece kendisiyle kalabiliyor insan… Bu da büyük bir yaratıcılık sunuyor. Balığın Karnında sergisinde aslında şiir ve sanatın bir arada sunma misyonu var. Şiiri de sanat gibi duyurma ve ifade etme misyonu var. Eda’da benim gibi şiirle iç içe yaşayan bir sanatçı bu yüzden bu sergide çağdaş şiiri güncel sanat pratiği olarak ele alabilir miyiz sorusu oluştu. Bu da bize yeni yollar açtı. Şiirin içini boşaltmadan, onu birkaç güzel ya da özlü sözmüş gibi sunmadan, bütün ve tüm ve bir sanat pratiği olarak nasıl ele alabiliriz diye düşündük. Eda’da şiirle yaşadığı için bu çok kolay oldu ve benim de sanat yazarı ve şair kimliğimle örtüştü.
 
Çağdaş sanat ve yaratıcılık üzerine yazılarınızda, sanatın toplumsal rolüne vurgu yapıyorsunuz. Balığın Karnında, izleyicilerde hangi toplumsal veya bireysel farkındalığı uyandırmayı hedefliyor?
 
Hatice Utkan: Sanatın her zaman toplumsal bağlamda farkındalık yaratabildiğine inandım. Bahsettiğiniz ‘Çağdaş Sanat ve Yaratıcılık’ adlı kitabımda da sanatçıların nasıl ürettiklerine odaklanmıştım. Bu çok önemli bir olgu. Bir sanatçının nerede nasıl ve hangi durumlarda ürettiği bir anlamda onun eserinin temelini de oluşturuyor. Bir okur bu üretimi bilirse onun yaşantısında neler değişir sorusu üzerinden ilerlemiştim. Balığın Karnında sergisinde ise, sanatçı ve şairin bir arada üretebilme potansiyelinin görülmesi önemli benim için. Şiirin de bir sanat disiplini olarak ele alınması gerektiğine inanıyoruz. Bu da bir farkındalık aslında… Önce, her şeyden önce şiir vardı. Şiir dile bakış açımızı değiştirir, dili kullanma yetimizi derinleştirir. Bu sergide de şiir ve sanatın birleşimi ve bir arada sunulması, yaşama dünyasına, kültüre, insanın kendine olan tavrına yeni bakış açıları sunuyor.