Skolimowski: Sinemaya adanmış bir ömür
25 Eylül 2024 - 12:0931. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nin Ömür Boyu Başarı Ödülü bu sene neslinin en yenilikçi ve etkili sinemacılarından Jerzy Skolimowski’nin oldu. Skolimowski Milliyet Sanat okurları için hayatı ile ilgili özel açıklamalar yaparken deneyimlerinin özgün artistik bakışını nasıl şekillendirdiğini anlattı.
DEFNE AKMAN
31. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nin Ömür Boyu Başarı Ödülü bu sene neslinin en yenilikçi ve etkili sinemacılarından Jerzy Skolimowski’nin oldu. Polonya Büyükelçiliği ve Gezici Festival’in ortaklığında Adana’ya konuk olan 86 yaşındaki Jerzy Skolimowski yalnızca sinema değil aynı zamanda edebiyat ve görsel sanatlar alanlarında da güçlü bir kariyere sahip çok yönlü bir sanatçı. Cannes Film Festivali’nde Büyük Juri ödülünü alan bir eşeğin gözünden dünya ahvalini anlattığı “EO”dan (2022), gerçekle hayal arasındaki çizgiyi bulanıklaştıran deneysel korku filmi “The Shout”a (1978), ülkeleri Polonya’da sıkıyönetim ilan edildiğinden habersiz bırakılan işçilerin Londra’da bir ev inşaatını sürdürmesini konu alan Jeremy Irons’lı “Moonlighting”e (1982), Jerzy Skolimowski çok farklı türlerde eserler sunan bir deha. Karmaşık insan doğasına her zaman şefkatle yaklaşan Skolimowski deneysel estetiği, sosyal meseleler korkusuz bakışı, sıra dışı anlatıları ile zihnimizde pencereler açmaya devam ediyor.
Adana’da festival kapsamında bir araya geldiğimiz Skolimowski’ye son zamanlarda en beğendiği filmi sorduğumda Jonathan Glazer’ın The Zone of Interest olduğunu söyledi. Cannes Film Festivali sırasında yıllar önce Nuri Bilge Ceylan’ın sinemasıyla tanışan Skolimowski, Ceylan’ın güçlü anlatımından da çok etkilendiğini belirtti. Skolimowski Milliyet Sanat okurları için hayatı ile ilgili özel açıklamalar yaparken, deneyimlerinin özgün artistik bakışını nasıl şekillendirdiğini anlattı.
Defne Akman ve Jerzy Skolimowski Adana Film Festivali sırasında…
Adana Film Festivali’nde Yaşam Boyu Başarı Ödülü aldınız. Nasıl hissediyorsunuz?
Ödülü almak harika bir duygu. Ancak olumsuz bir tarafı da var: “Tamam Skolimowski, artık seninle işimiz bitti. Gidebilirsin.” gibi. Ama ben henüz gitmek istemiyorum. On yıl sonra sizi tekrar görmeyi ümit ediyorum. O zaman belki bana başka bir ödül daha verirsiniz.
Sizi belki de geçmişinizin en zor zamanlarına götüreceğim şimdi. İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşadıklarınızdan bahsedelim. Babanızın Naziler tarafından infaz edildiğini, annenizin bir Yahudi ailesini koruması altına aldığını biliyoruz. Yaşadıklarınız sanatsal bakış açınızı, çalışmalarınızı, filmlerinizin temalarını nasıl etkiledi?
Savaş özellikle ailesi direniş mücadelesinin derinlemesine içinde olan bir çocuk için çok travmatik bir deneyim. Annem ve babam Nazilere karşı yürütülen yeraltı örgütlenmesinin önde gelen neferleriydi. Bu yüzden açıkçası çok düzgün bir çocukluğum olmadı. Bir yanardağın eteğinde yaşamak gibiydi. Gece yarısı gestapo kapımızı çalar, aniden uyanırdım. Karabinalarla kapıya ateş ederlerdi. Ebeveynlerim tatlı bir çocuk olmamı tembihlerdi. Gestapolar beni izlerken küçük yatağımın üzerinde bir aşağı yukarı zıplayıp gülümsemem gerekirdi. Bazen beni ısırır, bazen de bir bonbon ya da kurabiye verir ve sonra giderlerdi. Bu arada o yatağın altında bir baskı makinasının saklı olduğunu ve broşürler basıldığını da eklemem gerek. Ama savaşı, toplama kamplarını, gaz odalarını “Hands Up” (1981) dışında başka bir filmde işlemedim.
Babam Naziler tarafından Alman Flossenburg toplama kampında öldürüldü. Annem ise savaştan kurtuldu ve beni o yetiştirdi. Varşova’daki dairemizde dikiş kursu adı altında gençlere Polonya edebiyatı öğretirdi. Masanın üzerinde görüntüyü kurtarmak için mezuralar, makaslar dururdu. Öğrencilerin yalnızca avuç içi büyüklüğünde bir kağıt parçasına, şifreli bir şekilde not almasına izin vardı. Gestapo baskın yaparsa katılımcıların o küçük kağıt parçasını yemeleri gerekiyordu. Yoksa hepimizi vururlardı.
Daha sonra sinemacı Miloš Forman ve Ivan Passer ve Václav Havel’le Podebrady’de aynı okulda okudunuz. O yıllara dair neler hatırlıyorsunuz?
Her şeyi hatırlıyorum çünkü o zaman ergen sayılırdım artık. Annem savaş sırasında yürüttüğü bu eğitim faaliyetleri nedeniyle ödüllendirilerek Prag’da Polonya Büyükelçiliği Kültür Ataşesi olarak atandı. Çekoslavakya savaştan o kadar etkilenmemişti. Varşova tamamen harap olmuştu. Sağlığım gerçekten kötü durumdaydı. Giysilerimin dirsekleri her yeri delik deşikti. İşte böyle bir halden sonra Prag’da iyi koşullara kavuştuk. Beni Prag’dan 50 km mesafede güzel küçük bir kasabadaki Podebrady’de, zengin Çek ailelerinin oğullarını gönderdiği türden bir okula yazdırdı. Yatakhane başkanımız aramızdaki en büyük öğrenci olan Miloš Forman'dı.
Jerzy Skolimowski Fotoğraf: Maciej Komorowski
Peki Václav Havel ve Ivan Passer?
Václav’ın yatakhanesi başka yerdeydi ama sıra arkadaşımdı. Ben onun için resim çizerdim. O da benim Yunanca ve Latince ödevlerimi yapardı. Ivan Passer ise yatakhane arkadaşım. Yanımdaki yatak onundu.
Bir sinemacı, senarist, oyuncu, şair, müzisyen ressam ve eski boksörsünüz. Andrzej Wajda’nın The Innocent Sorcerers (1960) filminde de bir boksörü canlandırdınız. Bu işbirliğiniz sanatsal gelişiminizi nasıl etkiledi?
18-19 yaşlarında bir kaç şiir kitabı olan bir şairdim. Çok iyi değillerdi ama Polonya Yazarlar Birliği’ne kabul edildim ve birliğin en genç üyesi oldum. Bir yazı kampına davet edildim. Andrzej Wajda ile de orada tanıştım. Gençler hakkında bir senaryo üzerinde çalışıyordu. Oradaki yazarlar yaşça büyük, tek genç de ben olduğumdan yazdıklarını bana okudu. Sinema o zaman hiç ilgilenmediğim bir konuydu. Senaryoyu eleştirme cüretini gösterdim: “Genç insanlar böyle konuşmuyorlar belli ki bu senaryo çok daha yaşlılar tarafından yazılmış.” dedim. Andrzej eleştiriye açıktı. “O halde neden sen yazmıyorsun?” dedi. 20 yaşında genç bir kız ve ondan biraz daha yaşlı bir adamın hikâyesiydi bu. O akşam 20-25 sayfa yazdım. Altı ay sonra Innocent Sorcerers’ı çekmeye başladık. Andrzej yazdıklarımı beğendi. Üstüne bir de bana filmde bir rol teklif etti iyi mi? İşte boksörü böyle canlandırdım.
Peki bana anlatabileceğiniz özel bir sahne var mı?
“Innocent Sorcerers”da doktoru tarafından ringe çıkmasına izin verilmeyen bir boksörü oynuyordum. Bu yüzden onun yolunu kesip korkutmaya çalışıyorum. Wajda’nın yönettiği bu doğaçlama sahnede doktoru canlandıran Tadeusz Glomnicki bana bir şekilde yumruk atmayı başardı. Üstelik yumruk tam da kaşımda patladı. Yüzüm gözüm kan içinde kalınca setteki herkes dehşete düştü. Andrzej için bu kaza bulunmaz bir nimetti. Çekim devam etti. Ben de durmasını istemedim. Çünkü daha evvel de dövüşürken kaşım açılmıştı çok büyük bir sorun değil.
Adana Altın Koza Film Festivali’nde de gösterilen “EO”ya gelelim. Yaşam hakkı üzerine bir film bu. Ama aynı zamanda diğer filmlerinizde olduğu gibi sürreel anları var. Sizin için ne anlam ifade ediyor bu film?
Hayvanları hayatım boyunca sevdim. Kaliforniya’da 20 yıl okyanus, plaj, tüm lüksler içinde yaşadıktan sonra Polonya’ya geri döndüm. Ormanın derinliklerinde insanlardan, medeniyetten uzakta 19. YY’dan kalma bir av kulübesi buldum. Belki Polonya’daki en güvenli yer değil ama bunu umursamadım. Eşim Ewa ile birlikte her gün yürüyüşe çıkıyor, yaban hayvanlarıyla karşılaşıyoruz. Geyikler, tavşanlar… Bir keresinde bir yaban domuzuyla burun buruna geldik. Biraz korktuk ama bize bakmadı bile geçti gitti. Orası onun evi, davetsiz misafirler bizleriz.
EO ‘da sessizlerin sesi olmak benim için çok önemliydi. EO İnsanların hayvanlara yaptıkları zulüme karşı protestom, çığlığım. Endüstriyel et üretimi barbarlık.
Skolimowski EO’nun yolculuğu sırasında yaşadıklarıyla bizleri insanlığın sefaleti ve kayıtsızlığını görmeye davet ediyor. Film, Adana Film Festivali kapsamında da gösterildi.
EO
Vegan mısınız? Yoksa vejetaryen misiniz?
Neredeyse öyle sayılırım. Endüstriyel hayvancılığın o korkunç süreci hakkında bilgi sahibi olduktan sonra bir daha o etleri yutamadım.
Perdenin Ötesinde: Jerzy Skolimowski'nin Sanat Dünyası
Yönetmen, senarist, yapımcı, oyuncu, şair, müzisyen ve ressam Jerzy Skolimowski 1938 Lódz -Polonya doğumlu.Varşova Üniversitesi Etnografya bölümünden mezun olduktans sonra 1959’da Lódz Film Okulu’na kabul edilen Skolimowski burada daha sonra birlikte Knife in the Water filminin senaryosunu yazacağı Roman Polanski ile tanıştı.
Dünyaca ünlü yönetmenin kariyeri sayısız ödülle dolu. Cannes Film Festivali’nde The Shout (1978) ile Juri Büyük Ödülü, Moonlighting (1982) ile En İyi Senaryo, Berlin Film Festivali’nde Le Départ (1967) ile Altın Ayı, Venedik Film Festivali’nde The Lightship (1985) ile Juri Özel Ödülü ve Essential Killing (2010) ile Juri Özel Ödülü akla ilk gelenler arasında.
Skolimowski’nin oyunculuk geçmişine baktığımızda David Cronenberg’in Eastern Promises (2007), Taylor Hackford’ın White Nights (1985), Julian Schnabel’in Before Night Falls (2000) ve Tim Burton’ın Mars Attacks (1996) filmleri göze çarpmakta. Sanatçının resimleri başta Los Angeles, Miami, Toronto, Paris ve Berlin olmak üzere dünya şehirlerinde sergilendi.
Sinema kariyeri boyunca ABD, Birleşik Krallık ve İtalya’da filmler yapan Jerzy Skolimowski Amerikan ve Avrupa Film Akademisi üyesi.