Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Diğer » Sözcüklerin ve Ritmin Ötesinde Bir Gece

Sözcüklerin ve Ritmin Ötesinde Bir Gece

Sözcüklerin ve Ritmin Ötesinde Bir Gece22 Kasım 2025 - 06:11
Kae Tempest, 22 Kasım’da Zorlu PSM Turkcell Sahnesi’nde müzik, söz ve performansı tek bir potada eriten benzersiz bir gösteriyle İstanbul’da.
Suzan Somalı Sönmez
ssomalisonmez@gmail.com
 
Bazı sanatçılar müzik yapar, bazıları sahneye çıkar. Kae Tempest ise sahneye bir dünya kuran sanatçılardan. Sözcükleri ritimle, ritmi duyguyla, duyguyu sahneyle ören Tempest’in 22 Kasım Cumartesi akşamı, %100 Müzik katkılarıyla Zorlu PSM Turkcell Sahnesi’nde gerçekleşecek konseri, çağdaş sanatın en güçlü seslerinden birinin çok yönlü bir anlatı deneyimi olacak.
 
Sanatın sınırlarını aşan bir yolculuk
 
Kae Tempest, 14-18 yaşları arasında Londra'nın West End bölgesindeki Carnaby Caddesi'nde bulunan Deal Real plak dükkânında çalışırken hip-hop kültürüne yakınlaştı; 16 yaşında Croydon'daki BRIT Sahne Sanatları ve Teknolojisi Okulu'na kabul edildi. Bu arada, Deal Real'deki açık mikrofon ilk performanslarını yaptı. Bu etkinlikler hem rap hem spoken word için bir sahneydi. Aynı dönemde şiir slâmlerine katılmaya başladı ve  John Cooper Clarke , Billy Bragg ve Benjamin Zephaniah  gibi isimlerin peşinden giderek sözlü edebiyatla sahne performansını birleştirmesinin ilk temellerini attı.
 
 Londra Üniversitesi Goldsmiths’te İngiliz Edebiyatı bölümünden mezun olması, yazınsal yönünü güçlendirdi. İlk büyük çıkışını 2013’te yaptı. “Brand New Ancients” adlı eseriyle Herald Angel ve Ted Hughes Ödüllerini kazandı. Şiir Kitabı Derneği tarafından Yeni Nesil Şair seçildi, bu on yılda bir verilen bir ödüldü. Aynı adlı şiir kitabının spoken word performansı yani aslen bir sözlü performans projesi olan “Brand New Ancients” albüm formatında da yayınlandı.
 
 
Tempest’in müzik kariyeri ise Sound of Rum adlı hip-hop grubuyla başladı ancak uluslararası turneye dahi çıkan grup 2012’de dağıldı. Ardından solo albümü “Everybody Down” (2014) ile müzik sahnesine güçlü bir giriş yaptı. Albüm, hip-hop ile şiir ve performans sanatının birleştiği bir sözlü anlatım biçimi olarak tanımlanan spoken word arasında kurduğu köprüyle dikkat çekti. Albümle Mercury Prize’a aday gösterilen Tempest’in sözleri; Londra sokaklarının ritmini ve sınıfsal gerçeklikleri sahici bir dille yansıtırken, müzik sahnesindeki güçlü çıkışını simgeledi.
 
İki yıl sonra gelen “Let Them Eat Chaos” (2016), hem müzik hem edebiyat dünyasında yankı uyandırdı ve albümle aynı adı taşıyan şiir kitabı, Costa Book Awards’a aday oldu. Bu çalışma, Tempest’in politik ve toplumsal meseleleri ritmik bir anlatıyla harmanlama becerisini daha da görünür kıldı ve ona ikinci Mercury Prize adaylığını getirdi.
 
2019’da yayınlanan “The Book of Traps and Lessons”, Tempest’in müzikal çizgisinde bir dönüşüm noktası oldu. Minimalist düzenlemeler ve akustik dokularla örülü albüm, daha içsel ve meditatif bir atmosfer yaratarak sanatçının söz odaklı yaklaşımını derinleştirdi. Ardından 2022’de çıkan The Line Is A Curve, Tempest’in hip-hop köklerine yeniden yaklaşan ama olgun bir anlatı diliyle harmanlanan bir albüm olarak öne çıktı. Bu çalışma hem eleştirmenlerden hem dinleyicilerden yüksek puanlar aldı ve İngiltere listelerinde ilk 10’a girdi.
 
Kae Tempest’in en güncel albümü ise 2025 yılında yayınlanan “Self Titled” oldu. Island Records etiketiyle, Fraser T Smith’in prodüktörlüğünde ve Neil Tennant, Young Fathers gibi isimlerin katkılarıyla hazırlanan albüm sanatçının kimlik, dönüşüm ve kendini keşfetme temalarını işlediği 12 parçadan oluşuyor. “Know Yourself”, “I Stand On The Line” ve “Statue In The Square” gibi parçalar otobiyografik ve kolektif bir anlatı sunarak Tempest’in şiirsel gücünü müzikle birleştirme konusundaki ustalığını bir kez daha kanıtlıyor.
 
Bu yolculuk boyunca Tempest yalnızca albümleriyle değil, single’ları ve iş birlikleriyle de dikkat çekti. “No Prizes” (Lianne La Havas ile), “Salt Coast” ve “Freedom! ’25” gibi parçalar, müzikal çeşitliliğini ve söz odaklı yaklaşımını pekiştirdi. Ayrıca The Comet Is Coming ile yaptığı “Blood of the Past” ortak çalışması, Tempest’in elektronik ve caz dokularla kurduğu deneysel bağın en güçlü örneklerinden biri oldu.
 
Kae Tempest, müzik kariyerinde beş stüdyo albümü, çok sayıda single ve EP ile çağdaş müzik sahnesinin en özgün seslerinden biri olarak kabul ediliyor. Mercury Prize ve BRIT Ödülleri adaylıkları, edebiyat ödülleriyle birleşerek onu disiplinler ötesi bir sanatçı kimliğinin zirvesine taşıyor. Her albüm, Tempest’in hem kişisel hem toplumsal hikâyeleri ritim ve kelimeyle örme konusundaki ustalığını yeniden tanımlıyor.
 
 
Müziğin ve sözcüklerin birleştiği nokta
 
Kae Tempest, spoken word geleneğini rap’in ritmik yapısıyla birleştirdi. Şiirsel metinlerini müzikle bütünleştirirken, kelimelerin doğal ritmini korumaya özen gösterdi. İlham kaynakları arasında hip-hop MC’leri, William Blake ve Carl Jung gibi düşünürler var. Hem felsefi hem ritmik bir sentez yaratan sanatçının yaklaşımı: “Şiir müziğin ritmini, müzik şiirin nefesini taşıyor,” şeklinde. Albümlerinde beat’ler, elektronik dokular ve hip-hop ritimleri, anlatı odaklı sözlerle birleşiyor. Her albüm bir hikâye gibi kurgulanıyor; örneğin “Everybody Down” bir roman gibi bölümlere ayrılmış.
 
“Europe is Lost”, “People’s Faces” ve “I Stand On The Line” gibi parçalar, milyonlarca dinlenmeye ulaşırken, politik ve toplumsal alt metinleriyle dinleyiciyi düşünmeye davet ediyor. Her performans, bir manifesto gibi; sahnede yalnızca müzik değil, bir anlatı, bir duruş var. Glastonbury’den National Theatre’a uzanan sahne yolculuğu, Tempest’in hem müzik hem tiyatro dünyasında kendine özgü bir yer edindiğinin kanıtı.
 
Şair, yazar, müzisyen, dramaturg
 
Kae Tempest, kariyerine rap sahnesinde adım attı, ama kısa sürede müziğin ötesine geçti. Şiir kitapları ”Everything Speaks in Its Own Way” (2012), “Brand New Ancients” (2013), “Hold Your Own” (2014), “Let Them Eat Chaos” (2016), “Running Upon the Wires” ve “Divisible by Itself and One” (2023) çok satanlar listelerine girdi. 2018 Brit Ödülleri'nde En İyi Kadın Solo Sanatçı olarak aday gösterildi.
 
2015 yılında Kraliyet Edebiyat Derneği'ne üye seçilen sanatçının Sunday Times çok satanlar listesinde yer alan 2016 tarihli romanı “The Bricks That Built The Houses”, Books Are My Bag Readers Awards kapsamında ‘Best Breakthrough Author Award’ ile ödüllendirildi. Genellikle ilk kitabıyla veya yeni çalışmalarıyla büyük etki yaratan yazarları ödüllendiren Booksellers Association organizasyonu Books Are My Bag Readers Awards, İngiltere’nin en prestijli edebiyat ödüllerinden biri olarak kabul ediliyor. Yaratıcılık ve bağ kurma üzerine düşünceler temalı “On Connection” (2020) adlı bir non fiction / deneme kitabının da sahibi olan Tempest’ın şiir kitapları, çağdaş İngiliz edebiyatında yeni bir ses olarak kabul ediliyor.
 
 
Tempest yalnızca müzik ve şiir alanında değil, sahne sanatlarında da üretken bir sanatçı. Yazdığı oyun metinleri, çağdaş sahne sanatlarında güçlü bir yer edindi. “Wasted” (2013),” Glasshouse” (2014) ve “Hopelessly Devoted” (2014) gibi eserlerinde gençlik, kırılganlık ve ilişkiler üzerine yoğunlaşırken, “Paradise” (2021) ile Sofokles’in ‘Philoctetes’ tragedyasına modern bir yorum getirdi. National Theatre’da prömiyer yapan “Paradise”; Lesley Sharp'ın da yer aldığı tamamen kadınlardan oluşan oyuncu kadrosyla Ian Rickson tarafından yönetildi ve Olivier Tiyatrosu'nda sahnelendi Tempest; tiyatro yazarlığıyla sözlü anlatım ve dramatik yapı konusundaki ustalığını bu kez başka bir sahneye taşımış oldu.
 
Bu çok yönlü başarılar, Tempest’i günümüz sanat sahnesinde nadir görülen bir figür hâline getiriyor.
 
Spoken Word üzerie
 
Spoken word, yazılı şiirin sahneye taşınmış, ritmik ve dramatik bir şekilde seslendirilmiş hali olarak tanımlanır. Genellikle müzik olmadan icra edilir; ancak hip-hop ve caz gibi türlerle harmanlanması oldukça yaygındır. Bu sanat formu, dinleyiciyle doğrudan bir bağ kurmayı hedefler ve güçlü bir anlatım aracıdır.
 
Spoken word, Afro-Amerikan sözlü geleneklerinden, Poetry slam hareketinden ve hip-hop kültüründen beslenir. 20. yüzyılda Beat kuşağı yazarları (Allen Ginsberg, Jack Kerouac) ve Gil Scott-Heron gibi sanatçılar bu alanın öncüleridir. Bu kökenler, spoken word’ün hem edebi hem müzikal yönünü şekillendirmiştir.
 
 
Poetry slam
 
Bu noktada Spoken Word’le sıklıkla karıştırılan Poetry slam’den de bahsetmemiz gerekir. 1980’lerde ABD’de ortaya çıkan bir şiir performansı yarışması formatı da diyebileceğimiz Poetry slam’de şairler kendi yazdıkları şiirleri sahnede dramatik bir şekilde seslendirir ve izleyici veya jüri tarafından puanlanırlar. Slam, şiiri daha demokratik ve interaktif hale getirmeyi amaçlar; katılımcılar genellikle sosyal, politik veya kişisel temaları işlerler.
 
Spoken Word ise daha geniş bir kavramdır; yarışma zorunluluğu yoktur. Şiir, hikâye, monolog gibi sözlü edebiyat biçimlerini kapsar. Poetry slam, Spoken word’ün bir alt türü olarak görülebilir ancak rekabet ve puanlama unsuru eklenmiştir. Daha hızlı, enerjik ve seyirciyle etkileşim odaklıdır; Spoken word ise daha serbest bir yapıya sahiptir ve bazen müzikle harmanlanır.
 
Spoken word’ün temel amacı; duyguları, sosyal mesajları ve kişisel hikâyeleri güçlü bir şekilde aktarmaktır. Öne çıkan özellikleri şunlardır:
 
Ritim ve Ses: Kelimelerin ritmi, vurgu ve tonlama performansın merkezindedir.
Performans: Sahne enerjisi, beden dili ve ses kullanımı eserin etkisini artırır.
İçerik: Politik, sosyal, kişisel veya kültürel temalar sıkça işlenir.
 
Müzikle ilişkisi
 
Hip-hop, rap ve caz, spoken word’ün gelişiminde kritik rol oynar. Rap, aslında spoken word’ün ritmik bir formu olarak kabul edilebilir. Günümüzde Kae Tempest ve Saul Williams gibi sanatçılar, spoken word’ü müzikle harmanlayarak hem dinleme hem izleme deneyimi yaratıyor.
 
İstanbul’da bir gece
 
22 Kasım Cumartesi Zorlu PSM’de gerçekleşecek performans, Tempest’in disiplinler ötesi yaklaşımını canlı izleme fırsatı sunacak. Sahne, bir konser alanından çok bir anlatı mekânına dönüşecek; müzik, söz ve dramaturji iç içe geçecek. Tempest’in parçaları, sahnede birer şiir gibi yankılanırken, izleyici yalnızca dinlemeye değil, düşünmeye, hissetmeye davet edilecek. Biletleri passo.com.tr’dden temin edilebilen etkinliğin kapıları 20.30’da açılacak, Tempest 21.30’da sahne alacak.