Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Diğer » T.C. ‘Kültür endüstrisi’ne A.B. bayraklı öngörüler

T.C. ‘Kültür endüstrisi’ne A.B. bayraklı öngörüler

T.C. ‘Kültür endüstrisi’ne A.B. bayraklı öngörüler27 Kasım 2024 - 05:11
T.C. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın AB desteği ve INSPIRE girişimi imzası eşliğinde sunduğu ‘Yaratıcı Ekonomi Kapasite Zirvesi’nden, yerel ve küresel öngörülerle yüklü sonuçlar çıktı. Toplantıda, kültür - sanat endüstrisinin, oyun, TV platformu, yapay zekâ ve sosyal yaşam ile gastronomiyle sıkı sıkıya bağlı ve geçişken olduğunun altı, tehditleri ve fırsatları ile bir daha çizildi. Uzmanlar, zirve sonrası Milliyet Sanat’la özel olarak da bir araya geldi.
EVRİM ALTUĞ 
evrimaltug@gmail.com
 
İzmir’de, geçen günlerde ülkenin kültürel geleceği adına iyisi kötüsü ile ‘kehanet’ tadında bir zirve (daha) gerçekleşti: Yaratıcı ekonomi adına yönetişim için bazı çözümleri arayan bu kültürel, politik ve ekonomik, uluslararası organizasyon “Türkiye’de Yaratıcı Ekonominin Uygun Şekilde Dönüştürülmesi için Kapasite Geliştirme Projesi”ni (INSPIRE) kamuoyu ile (tekrar) tanıştırdı.
 
Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti mali iş birliği çerçevesinde finanse edilen ve Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından yürütülen Rekabetçi Sektörler Programı kapsamında, Kalkınma Ajansları Genel Müdürlüğü yürütücülüğünde İstanbul Kalkınma Ajansı ve İzmir Kalkınma Ajansı iş birliği ile gerçekleştirilen projenin Bilgilendirme Günü etkinliği, Bornova’daki ‘Originn’ isimli yaratıcı merkezde yapıldı.
 
 
Aslen, ülkemizde geçen yıl ağustosta başlatılan projenin bu ikinci Bilgilendirme Günü buluşmasında, İzmir Kalkınma Ajansı adına Genel Sekreter Dr. Mehmet Yavuz ile, INSPIRE Takım Lideri, GIZ üyesi Laetitia Manach ve Chieti-Pescara Üniversitesi Profesörü; OECD Kıdemli Danışmanı, metaLAB (at) Harvard'da Araştırma Ortağı Prof. Dr. Pier Luigi Sacco hazır bulundu. 
 
Uzmanların kültürel ve yaratıcı sektörlerin etki ve yayılımları ve “Türkiye'nin nasıl kültürel ve yaratıcı bir güç merkezi haline gelebileceği” üzerine önerilerini gözle görünür kıldığı buluşmada, Kültür Ekonomisi ve Kültür Politikaları; Kültür Endüstrileri ve Kültürel İfade Çeşitliliği Uzmanı, Kreksa Kültür Yayınları kurucusu Dr. Funda Lena da dikkat çekici bir sunum yaptı. 
 
Etkinlikte ayrıca INSPIRE Kilit Uzmanı Doç. Dr. Gökçe Dervişoğlu Okandan da hazır bulunarak, katılımcı ve ziyaretçilerin sorularını ev sahipliğinin verdiği içtenlik ve titizlikle yanıtladı. 
 
 
INSPIRE Kilit Uzmanı Doç. Dr. Gökçe Dervişoğlu Okandan
 
Toplantıya Birleşik Krallık Kültür, Medya ve Spor Bakanlığı projelerini paylaşan, bu alanda 20 yıla yakın deneyimi bulunan bağımsız Kültür Politikaları Uzmanı Gail Caig de katıldı. Bayan Caig, sunumunda ülkesinin 2035 kültür vizyonundan çarpıcı detayları paylaşırken, etkinliği bütün katılımcı ve dinleyicilere açık bir yaratıcı ekonomi oyunu “Innovate!” ile sonuçlandırdı. 
 
 
 
Kültür Politikaları Uzmanı Gail Caig
 
Etkinliğe, Kültür Politikaları Uzmanı, Şair ve akademisyen, eleştirmen ve küratör Doç. Dr. Serhan Ada ile, Çanakkale Bienali’ne büyük emek veren Genel Sanat Yönetmeni Doç. Dr. Seyhan Boztepe ile, Eş-Direktör Deniz Erbaş gibi alanında kıdemli isimler de yakın ilgi gösterdi.
 
Küresel kültür ‘yazılım ve donanımlarına’ İtalyan okuması
 
Oturumda ilgiyle dinlenenlerden biri, Profesör Pier Luigi Sacco’ydu. Sacco, sunumunu “Yeni Küresel Senaryo İle Kültür Odaklı Gelişme”ye dayalı ‘olağanüstü’ saptamalar eşliğinde yaptı. Davetlilerin adeta ‘çıt çıkarmadan’ dinlediği sunumda Profesör Sacco, dünyanın kültürel ve sanat tarihsel evrimini günümüz dijital program ‘klişesi’ Versiyon 1.0 ve dahasıyla özdeşleştirdi. 
 
 
metaLAB (at) Harvard'da Araştırma Ortağı Prof. Dr. Pier Luigi Sacco
 
Sacco, 12 ayrı başlıklı sunumunda önümüze açılan devasa manzarayı, özellikle ‘Görsel Sanatlar’, ‘Sahne ve Gösteri Sanatları’ ve ‘Müzeler’ alt başlıklarıyla yorumladı. Bu sektörlerin, piyasada kendilerini henüz idame ettiremedikleri saptamasında bulunan uzman, bununla birlikte, alan için de bariz birer güç olduklarını teslim ederek, yine de bu sektörlerin mümkün mertebe ‘kendine özgü’ değil, ‘kapsayıcı’ olmaları halinde etkili olabilecekleri uyarısını yaptı. 
 
‘Kültür Politikası’ alanında dersler de veren Sacco, sunumunun bir diğer aşamasında ise, kültür endüstrilerinin son çeyrek asırda yaşadığı ‘dönüşüm patlaması’nın altını farklı alanlarla sergiledi. Sacco, ‘2.0’ edisyonu - versiyonu ile tanıttığı bu küresel kültür evrimine ‘Yayıncılık’, ‘Sinema’, ‘Müzik’, ‘Radyo-TV’ ve ‘Video Oyunları’ evrenleri üzerinden büyüteçle bakarak, toplantıda yankı uyandırdı. Yaşanan bu dönüşümün, AB coğrafyasına görece daha ‘elitist’ bir tavırla aksettiğine dikkati çeken Profesör Sacco, bununla birlikte, ilgili yaratıcı endüstrinin ABD ve Asya’da ise daha kitlesel bir karşılık bulduğu saptamasında bulundu. 
 
Bu duruma ‘deneyim ekonomisi’ teşhisini koyan uzman, öte yandan 2.0 versiyonda gelinen bu dönüşümden özellikle moda, gastronomi, tasarım, reklam ve iletişim, mimarî tasarım ve ‘yetişkin oyun sektörü - serious gaming’ gibi alanların nasibini aldığına vurguda bulundu. Bu alanların artık işlevsel bağlamda bir kavşakta kesiştiklerine atıfta bulunan İtalyan uzman, ortaya konulan üretimin de ana piyasa ile tavan fiyatlı lüks unsurlar arasında gezindiğine değindi. 
 
‘Sanal Sosyal Dünyalar’a bakışlar: Kültür 3.0’dan, Kültür 3,1’e 
 
“Çoğunlukla sosyal etki ve davranış değişikliğinin itici gücü olarak kültür,” gibi çarpıcı bir konuda çalışmalarda bulunan Profesör Pier Luigi Sacco’nun INSPIRE misafiri olarak yaptığı sunumunun ‘zirve’ noktası ise belki de, X, Instagram, facebook, TikTok, YouTube, Pinterest ve Zoom ile benzerlerinin dünyaya vadettiği ‘Açık Platform’ sahnesinde gelinen manzaraya getirdiği okumalar oldu. 
 
Bu manzaraya, Wikipedia refakatiyle ‘İşbirlikçi Ekolojiler’le katılımda bulunulduğu gözleminde bulunan uzman, ‘Kültür 3,0’ okumasında, ilgili ‘ekoloji’ türlerinin dahi, ‘Sanal Sosyal Dünyalar’ (Second Life), kişisel ‘medya’lar (WhatsApp) ve ‘Oyun Dünyaları’ (World of Warcraft) misali biçimlerle ortaya çıktığına değindi. Bu ‘evren’de ‘filtreli dünyalar’ın da işlediğine örnekleri ile yer veren Sacco, sunumunun sonuna doğru da, bu üç ‘veri evren’ini birbiriyle karşılaştırdı, ‘rejimleri’ni yorumladı. Uzman ayrıca, günümüz dünyasında ‘iki uçlu’ varoluş ve kimliklerin neredeyse kanıksandığı ve hatta iradî bir şekilde abonelikler veya simgeler eşliğinde mal olarak alınıp, satıldığı bilgisini vererek, buna sosyal medyalar ve eğlence sektörünün nasıl bilerek ve isteyerek yol açtığına dair saptamalarda bulundu. 
 
 
Güney Kore örneğine İzmir’den büyüteç 
 
Uzmanın sunumunda ikinci bir ‘zirve’yi yakalayan başlık ise, sanırız Yapay Zekâ (AI - YZ) ile bugün 3,1 versiyonunu tecrübe eden küresel kültüre dair izlenimleriydi. Gelinen noktada özellikle Güney Kore’nin dünya kültür endüstrisine müziği, animasyon, dizi film ve dijital kültürü ile nasıl hakim olduğuna dikkat çeken Prof. Sacco, 21’nci Yüzyıl’da Türkiye ve dünya kültür haritasındaki rolü için analizinde ise şunları özetledi:
 
“Türkiye, özellikle belli kültür pazarlarında (örneğin TV dizileri ile) küresel bir yarışmacı. Ancak Türkiye, Güney Kore’den farklı olarak (kurgu, müzik ve sanat ile, tasarım, yemek ve moda gibi) belli sektörler arasındaki ‘sinerji’den tam manâda faydalanamıyor. Burada, Güney Kore’nin başarısının itici faktörünün ‘Özel Yatırım’ olduğuna değinmek gerekiyor. Görüldüğü gibi ‘Kamu Yatırımı’ Özel Yatırım ardından gelerek, söz konusu başarı dalgasını artırmıştır. Burada, kültür ve benzeri alanlara getirilen telif hakları sonrasında, iş modellerin rolüne de dikkat çekmek gereklidir.”
 
Sacco: “Kültür, AB’de artık ‘dolaylı haliyle’ gündem belirliyor.”
 
Sacco konuşmasında ayrıca, yeni yüzyılda Avrupa Birliği’nin ‘kültür’ü ajandasında nasıl değerlendirdiği konusunda ise özetle şu saptamaları yaptı: 
 
“‘Yayılmacı’ tutumdan, ‘kesişmeci’ yöne doğru kayan AB’de, ‘kültürel geçiş’ler de artık yeni bir alan oldular. Bu, AB’de kendini ‘döngüsellik’ ile gösteriyor. Özellikle sağlık ve esenlik, sosyal uyum, yenilikçilik ile kültür, daha da yan yana hale gelirken, buna çevresel sürdürülebilirlik de eklenmiş durumda. Dolayısıyla, günümüzde kültürün ‘dolaylı’ etkileri, doğrudan olanlardan daha da önemli olarak, daha da fazla olabilir.”
 
Uzmanın, günümüzdeki kültür deneyimi arayışlarını antik dönemin pratikleriyle, özellikle sahne - gösteri sanatlarıyla karşılaştırdığı sunumunda ayrıca, geçmişle bugün arasındaki “Senkronizasyon ve sosyal bağlantı,”, “Tahmine dayalı etkinlik”, “Zihin Teorisi”, “Grup içi ortaklık”, “Grup dışı köprüleme” gibi başlıklar da kendini gösterdi.  Geçmiş ve günümüz sahne - gösteri deneyimlerinde yaşanagelen ‘Canavarı alt etme’nin günümüzde ‘işbirliği’ ve ‘risk alma’ olarak kendini yansıttığına değinen İtalyan akademisyen, ayrıca izlenip tüketilen bu ‘hikâyeler’de öne sürülen ‘Paçavradan zenginliğe’ çizgisinin, bir çok kimseye motivasyon ve başarı getirdiğine değindi. 
 
İzlenen, katılım sağlanan her türlü kültürel öyküde işlenen ‘Seyahat ve geri dönüş’ temasının, çeşitlilik ve uyum gibi unsurlara yol açtığından bahseden Prof. Sacco, yine aynı ürünlerde altı çizilen ‘Misyon’ların ise izleyicinin ‘Öz bilinç’ ve ‘Önderlik’ gibi unsurlara tutunmasına vesile olduğundan dem vurdu. 
 
 
İsrail - Filistin çatışması, iki toplumlu ‘empatik’ projeyle masaya yatırılmıştı
 
Bununla birlikte, kültürün ürettiği ‘Komedi’ halinin ‘Strateji üretimi’ veya ‘Sosyal zekâ’ gibi yansımaları bulunduğunu aktaran Prof. Sacco, izlenen ‘Trajediler’ üzerinden ise, ‘işlev bozukluğu’ veya ‘bencillik’ gibi unsurlara değinildiğini belirtti. 
 
Sacco, işlenen kültürel efsanelerde ayrıca ‘Yeniden Doğuş’ unsuru ile de, izleyicide ‘Hataların öğrenilmesiyle gelen dayanıklılığın’ vurgulandığından bahsetti. Sacco, bu sunumun ardından ise kültür ve sanatla ilgilenen bireylerin ‘uzun yaşam’ beklenti ve pratiklerinin yaşadığı olumlu dönüşüme de istatistiklerle vurguda bulundu. Uzman, bunu da 1975-2015 arası yapılan klinik araştırmalarda ilaç ve/veya sanatın iyileştirici gücü adına kullanılan tedavi biçimleriyle yansıttı. İlginç şekilde, bu istatistiklerde özellikle 1975-1980 ve 2000-2005 arasında yapılan araştırmalarda, kültür ve sanatın iyileştirici bir etki ürettiği gözlendi.
 
İtalyan kültürel davranış uzmanının sunumunda son olarak dikkat çektiği bir diğer önemli mesele ise, günümüzde kültür ve sanatın ‘çatışmalara karşı’ nasıl bir etki üretebileceği üzerine oldu. Günümüzde, toplulukların ‘dışarıdakilere’ artık daha az ‘empati’ hissetme eğiliminde olduğuna dikkat çeken Prof. Sacco, bunu ‘empati’ üzerine üretilen önyargılara dayandırdığını belirtti. Sacco şunları vurguladı:
 
“Kimileri empatiyi ‘kıt’ bir kaynak olarak nitelemekteler. Bu yüzden empati hali ne kadar ‘kıtlığa’ maruz kalırsa, bu duruma ne kadar fazla insan inanırsa, onlar da daha az empatik hale gelir ve kendi gruplarının dışına çıkmaz. 
 
Fakat, ‘empati’ halinin kavramsallaştırılma süreci değişir de, yaşanan ‘kıtlık’ çağrışımının önüne geçilirse, insanlar yüz yüze görüşmelerinde, kişiler ‘diğerleri’ne karşı daha empatik, daha cömert olur. Empatinin bu şekilde tekrar kavramsallaştırılmasına, teatral biçimde etkili müdahaleler ile de yol açılabilir.” 
 
Uzman, bu açıklamasına örnek olarak, 2022 yılında İsrailli ve Filistinli performans sanatçıları tarafından ortaklaşa ortaya konulan ve ‘empatinin’ varlığı ile yokluğunu gözler önüne seren bir ortak projeyi göstererek, büyük alkış topladı. 
 
Prof.Sacco, sunumunun sonunda ise, AB Kültürel İşbirliği Fon haritasında toplamda 300 milyon avroluk bir ‘kök bütçe’ye yer verildiğine değinerek, AB haritasında, bu fon ile yakın gelecekte Hollanda, İspanya, Finlandiya, Avusturya, İtalya ve Slovakya’da ortak kültürel yaratıcılık projelerine odaklanılacağını bildirdi.
 
Kültür girişimcisi Dr. Lena’dan, Türkiye’deki yaratıcı endüstriye çarpıcı ‘röntgen’ler
 
Öte yandan, oturuma dijital platform ile katılan uzman Dr. Funda Lena ise, katılımcıları adeta bambaşka bir dünyanın karakteri ile yüzleştirdi. Akademisyen Dr. Lena, sunumunda oyunlar, reklamcılık, platformlar ve gösteri sanatları arasında süregelen ‘Değer Zinciri’ni gündeme taşıdı. 
 
 
Dr. Funda Lena
 
Bu zincirde donanım üreticisi, geliştirici, yayıncı, platform, tanıtım ve perakendeci gibi etapların varlığını gözler önüne seren uzman, özellikle döngünün tanıtım safhasında reklâm ajansları, takip edilen ‘Influencer’ (emsal) kişilikler veya gruplar ile, yapılan örtük veya açık marka işbirliklerinin altını çizdi.
 
Aynı zamanda yayıncılık da yapan Dr. Lena, bu çalışmada bizatihi oyunları piyasaya süren Nintendo, Google veya Apple gibi platformların dahi kendi etkinliklerini tasarladıklarına değinerek, bu faaliyetlere ‘Oyun Basını’ ile diğer toplulukların da katıldığından söz etti. Dr. Lena, bu süreçte ortaya konulan tanıtım stratejisinin, platform segmentasyonuna göre değil, daha ziyade oyunun içeriği ile hedef kitleye göre belirlendiğini aktardı. 
 
Etkinliğe uzaktan bağlantı ile dahil olan uzman bu süreçte örneğin, çocuklara YouTube, 50 yaş üzeri kadınlara facebook ve 50 yaş üzeri erkeklere ise, marka işbirliği gibi unsurların devreye sokulduğundan söz ederek, bu koşullarda ‘Influencer’ / Öncü - Emsal veya kimi toplulukların bu pazarlamaya dahil edildiğini açıkladı.
 
Kültür politikaları uzmanı ve yayıncı Lena ayrıca, sunumunda günümüzde ‘değer’in üretimi ve ‘gelir paylaşımı’ konusunda adaletsiz bir durumun yaşanmadığını aktarırken, asıl sorunun ‘Platform’ların bir oyunun piyasaya girip girmeyeceği konusunda çok büyük güce sahip olması olduğunu belirtti. Dr. Lena özetle, ‘Oyun Haritası’nın analizini şu çarpıcı bulgularla ortaya koydu:
 
“Dünyada, oyun pazarının yarısı ‘mobil oyun’, diğer yarısı ‘konsol’ ve PC. Konsol ve PC arasındaki paylaşıma bakıldığında, konsol, PC’den daha büyük. 
Oyun sektörünün, diğer yaratıcı sektörlerden en büyük farkı, hâlâ gelirin büyük bölümü, ‘tekil’ ürün satışından geliyor. Abonelik modelleri var, ancak pazardaki payı çok küçük. (Örnek: Apple Arcade, toplam Apple gelirinin yüzde 1’i)
Türkiye’deki (oyun) geliştiricilerin çoğu, ‘self-publishing’ yapıyor. Çünkü ya çok büyükler var,  ya da çok küçükler. Çok büyükler, yayıncı ile kâr paylaşmak istemiyor. Çünkü yayıncıların yapabileceklerini  kendileri yapıyor. Küçüklerle de yayıncılar ilgilenmiyor. 
Türkiye’deki (oyun) gelirlerinin yüzde 95’i ihracattan geliyor. O nedenle, Türkiye’deki tüketici verileri, sektör için öncelikli değerlendirilmiyor.
 
Reklam sektörünün en büyük problemi: Türkiye ‘soyut’ olana değer vermiyor
 
Dr. Lena öte yandan, Türkiye’nin reklâm sektörüyle de ilgili çarpıcı ön bulgular paylaştı. Buna göre, 
 
Sektörün en büyük problemi, ülkede genel olarak ‘soyut’ olana değer verilmemesi. Bunda değerinin altında çalışmanın da etkisi mevcut.
Kamu destekleri, fikir aşamasından ise, son ürüne odaklanıyor.
‘Freelance’ çalışmanın yaygın olması, beraberinde kayıt dışılığı getiriyor. 
 
Dr. Lena sunumunda son olarak, ‘Yeni Medya’, ‘Video Platformlar’ üzerine mevcut değer zinciri hakkında etkileyici bir resim çizdi. Gündemi hem dünyada, hem de Türkiye’de sürekli tayin eden ve abonelik yöntemi ile tüketicilere erişen (örneğin) ‘Mubi’, ‘Netflix’, ‘Amazon Prime’, ‘Tabii’, ‘BluTv’, ‘Disney+’ ve ‘Apple TV’ gibi platformların sektörel pozisyonunu yaptığı üst okuma ile analiz eden uzman, çarpıcı bilgiler ortaya koydu. Buna göre özetle: 
 
Sektörün aktörleri ‘Yaratıcı Yetenek’ler, ‘Yapım Şirketleri’, ‘Satış Ajansları’, ‘Film Festivalleri’, ‘Görsel - işitsel ağ / streaming platformları’, ‘Dağıtım Şirketleri’ ve ‘Sinema Salonları’ ile ‘Tanıtım’ gibi kalemleri kapsıyor. 
Bu koşullarda örneğin, Netflix gibi uluslararası platformlar Türkiye’nin dizi ve film ihracatını büyütüyor.Buna göre Netflix halihazırda en az 190 ülkede yayın yapıyor.
Türk dizi ve filmleri adına Netflix gibi alanlarda yaşanan bu başarı, başka platformların da Türkiye’de pazara dahil olmasına yol açıyor.
Daha önce en az 130 ülkeye ihraçta bulunan Türkiye dizi ve film sektörü, Netflix ile birlikte en az 190 ülkeye çıkmış görünüyor. Bununla birlikte Netflix’te ilk kez Türkiye dizilerini keşfetmiş bir kitle var.
Bu tür platformlar, TV kanallarında yer bulamayan formatlar için büyük fırsat.
Aynı durum TV kanalları veya vizyonda yer bulamayan ‘Genre’lar (tür) için de bir fırsat.
Bu durumda TV ve sinema işlerinde başrol şansı olmayan oyuncular, başrol oynama şansı buluyor.
‘Festival Filmleri’ daha geniş bir izleyici kitlesine erişiyor.
Netflix, bugüne kadar 1000 kişiye, dijital platformlara prodüksiyon yapma alanında eğitim verdi.
Aktör ve firmaların pazarlık güçlerini, içeriğin ne kadar izleneceğine dair öngörüler belirliyor. 
 
Lena, İzmir’de T.C. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ve AB desteği ile Kasım ortası düzenlenen çarpıcı kültür, sanat ve medya zirvesinde ayrıca, yayın ‘Platformlar’ına dair şu önemli tespitleri paylaştı
 
RTÜK’ten ‘isteğe bağlı yayın’ lisansı almış platform sayısı, (sadece ses / audio da dahil) 45
Piyasada ‘Oligopol’ (iki, üç veya dört oyuncunun hakimiyetinde biçimlenen) bir görünüm var. 
Daha ‘Niş’ (uç) alanlara yönelen platformlarda, ‘Streaming’ modeli ve gelir paylaşım modeli çok kârlı değil.
Dijital platformların finansal gücü, prodüksiyon setlerindeki ortamı tüm çalışanlar için iyileştiriyor.
Sektörde üretilen ‘üç birim’ gelirden biri, sektör içinde kalıyor. İki birim, farklı sektörlere aktarılıyor. (Saç ve makyajdan dekora, tedarik zincirindeki sektörler ve yeme - içme, otel gibi, dolaylı sektörler.)
Türk içeriklerini izleyenlerin, Türkçe müziğe, Türk yazarların kitaplarına, Türkiye’deki kültüre de ilgi duyması söz konusu.
Dijital platformların, farklı türlerden içeriklere şans veriyor olması, sektör içinde başka aktörlere de farklı ve deneysel işler yapma cesareti vererek, kültürel ifade çeşitliliğinin gelişmesine katkı sağlıyor. 
 
Türkiye sahne ve gösteri sanatları sektörüne de çarpıcı vurgular var
 
Ulusal kültür endüstrisi haritasını çarpıcı bir detaycılık ile profesyoneller ile kamuoyuna sunan Dr. Funda Lena, sunumunda öte yandan Türkiye ‘Sahne Gösteri Sanatları’ sektörünün de ‘röntgenini çekti’. Buna göre bu sektör, özetle:
 
Kamu destekleri ve sponsorluklar olmadan, kendi kendine ticarî anlamda dönebilecek bir sektör değil. Kamu desteğinin artması ve sektörler  - ekipler arası dengeli dağıtılması gerektiği düşünülüyor.
(Sektöre) Talep yetersizliği söz konusu.
“Zorlu PSM” gibi, büyük şirketlerin yaratıcı kesime sağladığı şartlar ile, küçük firmaların sağladığı şartlar aynı değil. 
Küçük çapta iş yürüten firmalar, genellikle bu iş ticarî olarak mantıklı olduğu için değil, ‘romantik’ duygularla bu işe devam ediyorlar ve genelde başka gelir kaynakları var.
Alternatif sahneler söz konusu. (40 - 50 kişilik apartman tiyatroları) Sürdürülebilirlikleri zayıf. Risk sermayesi yüksek.
Gösteri sanatları alanına ‘kamu hizmeti’ olarak bakılması, ‘tacir’ statüsünden çıkarılması gerekiyor. 
Sektörde ‘kayıt dışı’lık yaygın. Sistem ağırlıkla ‘proje bazlı’. Sigorta sözleşmeleri, sadece oyun günleri yapılıyor. Sosyal güvencesizlik mevcut.
Belediyeler, ihale kanunu ile oyun veya gösteri satın alma aşamasında.
 
Toplantıda kültür sanat sektör analizini sürdüren Lena, Gösteri Sanatları adına ilettiği ön bulgularına, özetle şu veriler ile devam etti:
 
Bu sektör de diğerleri kadar ‘Ogilopol’: Az sayıda büyük ve çok sayıda küçük firma var.
Kamu, önemli bir aktör: Şehir Tiyatroları, Devlet Tiyatroları, Devlet Opera ve Balesi gibi.
‘Değer’in asıl yaratıldığı alan, yaratım ve prodüksiyon aşaması. Ancak bu alanda faaliyet gösteren insanlara göre gelir dağılımında, mekân sahipleri lehine adaletsiz bir dağılım var.
Mekânlardaki en iyi - kârlı tarihleri, sezon başında organizatörler kapatıyor.
Mekân sahiplerine göre ise, değer zincirinde maliyetleri en yüksek olan, mekân yönetimi.
Senarist, yönetmen, oyuncu gibi mesleklerin kazançlarının bir standardı - tarifesi yok. Bu durum, dizi ve sinema alanında ise daha belirli.
 
Gelinen manzaranın etkileri: Hem umut verici, hem kaygı dolu
 
Dr. Lena, ortaya koyduğu bu kapsamlı manzara üzerine oluşan ‘Etkiler’den ise şu veriler ışığında söz etti:
 
Katma değerin ciro içindeki payı, yüzde 50 ile 60’lar düzeyinde.
Konuyla ilgili olarak İKSV, INOGAR ve BCF gibi kaynaklar araştırmalar yürütüyor ve paylaşıyor.
 
 
AB kültür vizyonu, Milliyet Sanat özel açık oturumunda 
 
 
Kültür politikaları inşası bağlamında AB’nin geleceği üzerine gözlemleriniz nedir?
 
Gail Caig: (İngiltere, Kültür Politikaları ve Endüstrileri Uzmanı, Politik Danışman): 
Kişisel perspektifim o ki, AB’den çıkış yolunda oy vermiş Birleşik Krallık artık son derece üzücü biçimde, AB’ye daha az doğrudan bağlı. Bu da karşısında son derece hakiki sınavların olduğunu bize gösteriyor. Yaratıcı endüstriler bir sektör olarak zaten bundan yana değildi, anonim biçimde, turneleri ya da AB’ye giriş bağlamında vb., kendilerini hep (AB’yle) bu işbirliğinin bir parçası olarak niteledi. AB’den çıkış, yaratıcı sektöre İngiltere adına ağır bir fatura çıkardı. 
 
AB ve yaratıcı sektörle işbirliği ya da ortaklık bağlamındaki devasa değer ve güçle gelen piyasa ve nice iş, bunu beraberinde getirdi. Yine İngiltere bu koşullar altında yaratıcı sektör ve özellikle yaratıcı teknoloji ve icat kollarına inanılmaz bir yatırım yolunu seçti ama, burada da dikkate aldıkları, AB’de bu kollarda süregiden başarılardı.
 
 
Prof. Dr. Pier Luigi Sacco (İtalya, Yaratcı Endüstriler Uzmanı, AB Komisyonu Eski Kültür Politikaları Danışmanı, Harvard Üniv.): 
 
Yine, Avrupa’ya dönelim: Bildiğimiz o ki, AB’nin ‘kültür politikaları’ maddesi, ajandasında halihazırda öyle en tepede filan da değil. AB komisyon üyelerinin düzenlediği yeni yasa teklif oturumlarında, karşımıza gelen pek çok vakadan bunu görebiliyoruz. Söz konusu kültür ajandası dosyaları zaten kendi içlerinde birbirinden ayrılıyor. Bu durumlar arasında en çoğu, kendini ‘Eğitim’ başlığında ortaya koyuyor; ki bu da son derece tipik bir duruma işaret ediyor. 
 
AB’nin şu anki komisyonuna baktığımızda, yine istisnasız bir vaziyet karşımıza geliyor. Bu manzarada sözgelimi, komisyon oturumlarında Malta’lı üyeyi, kültür politikaları hakkındaki sorgulayıcı çıkışıyla - kendisi de Levanten kökenli, İzmir göçmeni bir aileden gelen - Glen Micallef’i örnek vermek isterim. Kendileri bu konuda ülke olarak henüz nihai bir aşamada olmadıklarını ifade ederek, AB’de kültürel manâda olası bir yenilikte yaşanabilecek bir durumun, ülke olarak kendileri adına bir nevî ‘kültürel pusula’ya karşılık geleceği ifadesini kullanmıştı. Micallef’in ‘Kültür için yeni bir kavramsal çerçeve’yi atfederek yaptığı bu çıkış ilginçti. Ancak ayrıca, komisyonun yarattığı bu baskın tavır kendisini bir nevî savunmayla da teşhir etti. Bunun da içinde kültür kalemini de barındıran AB bütçesinden doğan bir karşıtlığa tekabül ettiği inancındayım. 
 
Her halükârda, kültürün AB’de hep ilgi çekici, bariz bir yeri oldu. Bunun son örneği de karşımıza büyük değer gören ‘Kültürel Diplomasi’ kalemiyle geliyor.  
 
Doç. Dr. Gökçe Dervişoğlu, INSPIRE Projesi Kilit Uzmanı, Kültür Yönetimi Alanında Akademisyen: 
Benim açımdan bakınca, konuya şu anda ne olduğundan ziyade, ne olması gerektiği yönüyle yaklaşmak daha önemli. Gelişmiş AB üyesi ülkelerin iç yapıları bu konuda doğrudan mesuliyet sahibi vaziyetteler. Bana kalırsa kültür, AB’nin çevikliği adına hep önemli bir araç oldu. Kültür, AB’nin geleceği ve daha ileriye yönelik gelişmesi adına kullanacağı güzel bir araç; zira Prof. Sacco’nun da sunumunda altını çizdiği gibi, kültür kendi potansiyeli adına AB’nin ‘esenliği’, sosyal bütünlüğü için çok değerli. Öyle ki bence bu uğurda kültürü yeteri kadar bile kullanmıyor. 
 
Konuya AB’nin de üzerinden, küresel bir yaklaşımla bakacak olacaksak, (BM’deki) 18’nci Sürdürülebilir Küresel Amaçlar - “Mondiacult Kültür Politikaları Konferansı” da ayrıca önemli bir araç. Bu, kültürün politik olarak kullanımı adına bir inisiyatifi ortaya çıkarıyor ve daha nereye kadar geliştirilebileceğine, neticelerini alabilmemiz adına daha nereye kadar ileri bakabileceğimize dair yepyeni soruları ortaya atıyor.
 
Bu manzarada, UNESCO gibi bir yapıya ev sahipliği bulunan Birleşmiş Milletler’in (BM) günümüzde ‘kültür’ uğruna ortaya koyduğu manzaranın gerçekliği veya ‘gerçeküstü durumu’nu (!) nasıl analiz edebiliriz? Dünyada, ‘demokratik iklim’in inşası yönünde UNESCO ve BM yeterince işe yaramakta mı?
 
Gökçe D. Okandan: Çetrefilli bir soru. Bir taraftan, mevcut kimi organizasyonlar var, standartların yayılması adına gözlemcilik yapıyorlar evet; ama burada karşımıza yine ‘çeviklik’ konusu çıkıyor. Geçen yıl, kültürel istatistikler adına UNESCO çıkışlı bir uzman eğitim programımız oldu. Burada gördük ki, SKA’ların 11 numaralı amacı, “Sürdürülebilir Şehir ve Topluluklar” ve bu ana maddenin alt maddesi olarak alt kırılımında, 11.4'de bu şehirlerde kültür mirasının korunmasına ilişkin bir amaç var. Bu amaç, şu anda belirlenmiş çerçevede kültürle açık olarak ilişkilendirilmiş tek amaç olarak görünüyor.  
 
Böyle büyük organizasyonlarda bile gelişimin nasıl sirayet ettiği, ne tür çözümler getirilebileceği konusunda kesin bir gözlemde bulunmamız mümkün olamıyor. Sözgelimi UNDP, UNESCO bağlamında kimi çok önemli altyapı manzaraları da karşımıza geliyor. Bizlerin, bu yapılardan daha etkili biçimde faydalanmamız gerek.  
 
Prof. Pier Luigi Sacco: Bana sorarsanız, şu anda BM ile ilişkili tüm birimlerle ilgili derin bir kriz yaşanıyor. BM’nin meşruiyeti krizi, bu bağlamda ilk sırada. Çünkü, dünya düzeni BM’nin ilk kurulduğu güne nazaran çok farklı. BM artık herhangi bir krizde aktif rol alabilecek vaziyette bile değil. En basit tabirle ‘tıkalı’. Yapısı, halihazırda bu türlü aciliyetlere karşılık gelmiyor. 
 
Mevzuya kültürel bağlamda yaklaşacak olursak, tamam, çatısı altında ‘şemsiye’ yapıda UNESCO gibi var ama, onun da günümüzdeki herhangi bir büyük kültürel soruna, diyelim ki tehdit altındaki kültürel mirastan, diğerlerine gereken yanıtları ve çözümleri verebileceği kanaatinde değilim. 
 
Laetitia Manach  -INSPIRE Takım Lideri, GIZ (Gesellschaft für Internationale Zusammenarbeit) Alman Uluslararası İşbirliği kurumu: 
 
 
 
 
Laetitia Manach  
 
En az son 10 yıldır gördüğüm manzara o ki, ‘kültürel yaratıcılık’ -  büyük veya daha farklı ölçekte organizasyonlar adına - bir odak noktası, bir değişkenlik aygıtı olarak dahi ele alınmıyor. Konuya ilkin ‘kültürel diplomasi’ başlığı ile değil de, yardımların geliştirilmesi, yoksullukla mücadele, ülke bazında büyüme, ifade özgürlüğü gibi unsurla adına ‘kültürel ve yaratıcılık bazlı geliştirme projeleri’ üzerinden bakmamız daha elzem. Bu yönlü çalışmaların, kültür adına mevcut değerler üzerinde büyük değişkenliğe yol açtığını gözlemliyoruz. Bu durumun, gelecek yıllar üzerinde de etkili olacağı kanaatindeyim. 
Bununla beraber, kastettiğimiz ilgili projelerin fonlanması konusunda küçük de olsa daralma yaşandığı, malûmumuz. Bu tespitim İngiltere adına da geçerli. Konuya salt AB şemsiyesinden değil, kültürel gelişme adına büyük çerçeveden bakma yanlısıyım denebilir. 
 
Prof. Sacco,  sunumunuzda ‘nesli tükenen demokrasi’nin AB ile dünyanın geri kalanında geldiği noktayı da vurguladınız. Küresel milliyetçilik, hatta ‘light’ faşizm dalgasıyla artan, türlü platformlarda bir çare gibi ‘satın alınan’ ‘anarşik’ varoluş alanlarını işaret ettiniz. Bu talebe ilişkin detaylı değerlendirmeleriniz nelerdir?
 
Prof. Pier Luigi Sacco: Gelinen noktada ‘gelişmekte olan’ ülkelere dair en tayin edici ve ekonomik göstergeler, kendilerini kritik seviyedeki demokrasi ile bunun mevcudiyeti ve talebi üzerinden gösteriyor. İşte bakın, Çin modeli bunun en bariz örneği, değil mi? Demokrasi olmadan, ilerlemeye de ulaşamazsınız! Bu hakikatin önümüze açtığı manzaradan bakalım, problem şudur: Günümüz mevcut demokrasisinin kapasitesi, onu henüz edinememiş ülkeleri yine daha demokratik yöne çekmek şöyle dursun, daha da aksi yöne doğru gidiyor. Yine, ABD de bunu açık biçimde gösteriyor. Öyle ki ‘demokratik ülkeler’ dahi bile bu manzaraya bakıyor; demokratikleşmeyle gelen bu komplikasyonlarla uğraşmayalım, vaziyeti kısa keselim diyebiliyor ve kendi aralarında uzlaşabiliyor. 
 
Bu, çok ciddiye alınması gerekli bir konudur. Yaşanan bu durum doğrudan romantik bir bedeli de beraberinde taşır. Çünkü sizin demokratik manâda bir karar verici pozisyonunuz varsa, ele aldığınız konular sonraki kuşaklar için de bağlayıcı hale gelir. Elbette otokratik bir sistemde ise bu, daha az yumuşak bir biçimde tezahür eder. 
 
Bu bağlamda elimizde şöyle bir senaryo da mevcut: Demokrasiler, şu anda hiç de iyi şekilde görünmüyor. Önümüzdeki yıllar, demokrasinin gelecekteki dayanıklılığı üzerine birer ‘stres testi’ misalî işleyecek. Bu testi de yüzde 100 geçeceğimizin garantisini veremem. Bugün olup bitenlere, özellikle de ABD’nin toplum(-lar) üzerinde yarattığı ‘trend’lerimize (!) bir göz atın. Bir müddet sonra tüm sosyal, kültürel bağlam(-ımız) ortadan bile kalkabilir. Her halûkarda, ABD’nin yarattığı bu ‘model’in değerler geçişi adına yüzde yüz etkili olduğu da söylenemez. Yaptığı sadece yönetimi biçimlendirmek niyetinden ibaret ki, hadi buna da salt bizlerin ‘umudu’ olarak not düşelim. Yani galiba burada da ciddi bir meseleyle baş başayız. Bırakalım da bürokrasi bir kereliğine bizim kahramanımız olsun! Şurası bir gerçek, tarihi bir dönemecin eşiğindeyiz. 
 
Gökçe Dervişoğlu:  Bir önceki neslin modern üyesi olarak, bana kalırsa şu anda içinde bulunduğumuz en önemli tartışma konusu veya başlık, ‘Post-Truth’ / ‘Hakikat Sonrası’. Yani, demokrasi kavramı, ya da enformasyon bazlı delil temelli yürütülen, arayıp durduğumuz, biz araştırmacıların dahi içinde yer aldığı bunca spekülasyon. Giderek, her konuda daha fazla müdahaleye maruz bırakılıyoruz. Sizin bugünkü oturumda bu müdahalelerle ilgili etik pozisyon hakkında sorduğunuz soru da bu kapsamdaydı. ‘Hakikat Sonrası’ bir zeminde, bizler nasıl olacak da eyleme geçebileceğiz?’ Bu durum, demokrasiyi tabirimizi de etkisi altına alacak kuşkusuz.
 
Prof. Pier Luigi Sacco: Zaten burada da, tarihin ironisi devreye giriyor. Çünkü, Berlin Duvarı yıkıldığında Batılı girişimcilerin Doğu Berlin’i ve ötesini kapitalizm ile nasıl manipüle ettiklerini görmüştük. Ama tam da bu Berlin Duvarı’nın çöküş faturası oldu. Şimdi geldiğimiz duruma ise bir nevî ayna etkisi denebilir. Eğer Batı, manipülasyon adına piyasa güçlerini devreye sokabildiyse, aynı biçim Rusya için de bir oyun sahası olarak kabul görebilir. Şu anda Rusya, bizlerin baş edemediği bir durum sebebiyle karşımızda. Bir anlamda ‘tarihsel bir rövanş’ söz konusu. Berlin Duvarı’nı yıkabilmiş tüm unsurlar şu anda çaresizlikten mustaripler. Bu sebepten, demokratik sistemler de ‘Hakikat Sonrası’na doğru, teker teker çekilmekteler. Yani başlarına neler geldikleri konusunda hiç bir kapasitemiz olduğunu zannetmiyorum. Çünkü gelinen durum, inanılmaz boyutlarda.  
 
 Doğu ve Batı’yı her katmanında üst üste içeren Türkiye’nin durumu size ne anlatıyor?
 
Prof. Pier Luigi Sacco: Kişisel fikrim o ki, günümüz dünyasının en kritik bölgeleri, Orta Asya ve Ortadoğu. 10 yıl içinde fark yaratabilecek ülkelerden biri ise Türkiye. Küresel jeopolitik bağlamda ‘her şeyin ortasında’sınız. Bunu AB veya AB dışı bağlamda da söylemiyorum. Kaldı ki AB’nin nasıl bir rol üstleneceğini de, AB’nin başına ne gelebileceği tayin edecek! 
 
Eğer AB, özellikle dış politika hususunda Türkiye’den böylesine ayrı kalmayı sürdürecekse, bu AB’nin geleceği uğruna çok, çok kötü bir hamle olur. Türkiye ile, Suudi Arabistan’ın da bölgede sözü geçenler arasına girdiğini gözlemliyorum. Türkiye’nin AB görüşmelerini de, bölgesel kültür diplomasisi hamlelerini de yine bu bağlamda anabiliriz. Keza Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik hareketin ne kadar kırılgan bir zemine dayalı olduğunu da alenen görebiliyoruz. Bu, AB ülkelerinin yabancısı olduğu, hatta hatta cüret bile edemeyecekleri bir durum. Bunun da önümüzdeki 10 yıl adına, yine sistemin geleceği açısından bir kenara not alınması gerek. Tam da bu sebeplerle bölgeniz sahiden dünyanın merkezinde. 
 
Peki Türkiye’den size iyi ve kötü haberler hangileri?
 
Biliyorsunuz, Türkiye son derece karmaşık bir ülke. Birbirinden farklı katmanlar içeriyor. Aynı anda hem geleneksel, hem de ‘Cesur Yeni Dünya’ algısıyla,  ‘acımasız’ derecede modern! Bu yeni politik durum, Türkiye’yi bir askeri güç olarak da dünyaya ilân ediyor. Bu statüko, Türkiye’yi aynı zamanda politik olarak da bölgede bir oyuncu haline sokuyor. Bunun iyi mi yoksa kötü mü olduğunu ise bize geniş ölçekte oluşacak büyük müzakere hali gösterecek. Ancak, bu durumun getireceği kültürel boyut ise bundan başka olacak. Bölgeye baktığımızda, kendi içlerinde ifade özgürlüğü kısıtlaması içinde olan, ancak dünya pazarında etkili büyüklüğe sahip, bir bakıma kültürel bir güç odağı haline de gelen Çin gibi örnekleri görmekteyiz. Bu sebeple Türkiye’de neler olacağını görmek ilginç olacak.  
 
Cangül Kuş: Bu kapsamda, INSPIRE projelerine vurguda bulunmak uygun olabilir. Proje esasen, ekonomik büyüme ve yeni sektörler adına fırsat kapıları açmak üzere kurulan bir çalışma. ‘Kültürel transfer’ her halûkârda Türkiye’nin kültürü sayılıyor. Bildiğiniz gibi Nobel Ekonomi Ödülü sahiplerinden Prof. Daron Acemoğlu Türkiye’nin başlıca sorunlarından birini ‘Üretim Problemi’ olarak nitelemiş bulunuyor. 
 
Yaratıcı ve endüstriyel yapıların birleşimi bize bu üretim problemiyle başa çıkmada bir fırsat sunuyor. Bana kalırsa, bu projenin (INSPIRE) tamamlanmasıyla Türkiye’nin tamamına dair bir stratejiye kavuşmuş olacağız. Böylece bölgesel bir lider pozisyonu alacak, ekonomimizi büyütmek, yetenek bazlı sorunları çözmek adına da, elde ettiğimiz teknolojik katkı yoluyla hem kendi coğrafyamız, hem de kendi içimizde yeni bir gelecek stratejisi tarif edebileceğiz. Bu da komşu ülkelerle aramızdaki farklılıkları, Türkiye’nin gerçek potansiyelini savunabilmek uğruna vurgulayan bir unsur olarak anlaşılabilecek. 
 
Doç. Dr. Gökçe D. Okandan: INSPIRE’da araştırma safhasından itibaren ‘Yaratıcı ve kültürel endüstri’ tabirine odaklı olduk. Türkiye kültürüne, farklı katmanlarla kimi unsurların halihazırda dahil olduğuna baştan beri inanıyorduk. Burada kastettiğimiz unsur şöyle özetlenebilir: Ticari bir getiri konusunda avantajlı olmasa da, organik bağları koparmamak adına kültür alanıyla yaratıcı endüstrileri birlikte çalıştık. Bunu bir çember olarak nitelersek merkezde nüvede olan kültür kavramının çepere sirayet etmesiyle katma değerli üretimin gerçekleşeceğine inanıyoruz. Derinlemesine olarak, farklı sektörlerde yaptığımız tüm bu değer zinciri analizleri, görsel sanatlar veya kültürel miras gibi başlıklarıyla, ‘piyasa’ bağlamında o kadar da öncelikli değillerdi. Bu noktada gündemimize bu türlü ‘katma değer içeren üretimi’ aldık. Çünkü konu salt teknoloji temelli değildi. Öyle, başka bir ülkeden ‘kes - yapıştır’ olarak bir Anadolu bölgesine uyarlanabilir bir şey de değildi.  Bunun doğrudan doğruya ilgili bölgeden kaynaklı otantik bir içeriğe sahip kılınması gerekliydi. 
 
Bu açıdan projenin otantikliğine gelecek nesillerin, sözgelimi Y ve  Z kuşağının ilgi duyacağına inanıyoruz. Çünkü böylesi bir ilgi içerisindeler. Ama bunu araştırmak konusunda ise çok sabırsızlar. Belki derinlemesine araştırma yapabilmek adına sabredemiyorlar. Ancak bizlerin gerçek değeri onlara bu türlü bir endüstriyel üretim üzerinden gösterebilmek gibi bir sorumluluğu var. Ancak böyle olunca ki, araştırmalarında daha meraklı olabilirler. 
 
Laetitia Manach: Profesör Sacco’nun da sunumunda vurguladığı gibi, dünyadaki kimlik bazlı arayışlar Türkiye’de dahi kendini hissettiriyor. Bu da, kültürel üretimde yaratıcılığın Türkiye için önemini katlıyor. “Evet, bu kültürel mirasa sahibiz, ancak böylesi bir çeşitliliğin de sahibi durumdayız,” gibisinden yaratılan kazancı olmayan gerilimlerin, bugün bir çözümü olmadığı açıkça görülüyor. Dolayısıyla içinde olduğumuz bu süreci doğrudan kimlik bazlı bir vizyondan daha ziyade, dış dünyayı da gözler bir tavırla ele almak, burada uygun olabilir. Çünkü zaten, sıradışı biçimde Türkiye, zaten böylesi genişlikte bir ülke. 
 
Cangül Kuş: Zaten Prof. Sacco’nun yaptığı sunumdaki gözleminde paylaştığı ‘yayılmacı’dan ziyade ‘geçişli’ yapı önermesi, tam da Türkiye’yi tariflemeye uygun düşüyor. Bu ‘geçişli’ halin sektörler arası olması da tam bu noktada doğrudan bizi ilgilendiriyor. Özellikle de, teknolojik ve yaratıcı endüstriler adına bu söz konusu. 
 
Prof. Sacco: Ben de sizinle aynı kanıdayım, zira böylesi bir ‘deneysellik’, ABD için söz konusu değil. Çünkü ABD, halihazırda tüm rejimlerle bir nevî çarpışma halinde. Dolayısıyla ilginç bir çok deneyin, yakın gelecekte yeni modeller ortaya çıkaracağına kuşkum yok. Türkiye de gerek demografi, gerekse ekonomi adına gelişmekte olan bir ülke olarak bu imkânı elinde tutuyor.
 
Yani Türkiye’nin elinde kültür ve yaratıcılık adına adeta kendine özgü, ‘yabanıl bir bakirlik’ var… Öyle mi?
 
Evet! Böylece Türkiye bölge için bir tür ‘vadedilmiş toprak’ olabilir. Çünkü elinde tarihsel bağlamda çok az ‘önceden aktarılmış bağlam’ mevcut. Eğer tam da bu durumun potansiyeli gerçekten anlaşılacak olursa, Türkiye emin olun ki önümüzdeki yıllarda, çok ilginç bir ülke halini alabilir. 
 
Bakın, Türkiye ve Suudi Arabistan’ı bu meyanda burada daha önce mukayese ettiysem de, her iki ülke birbirinden oldukça farklı. Demografik olarak yakın sayılsa da iki ülkedeki sivil toplum profiline bakınca bunu gayet açıkça anlayabilirsiniz. Suudi Arabistan’ın bu aşamaya gelmesi çok uzun sürecektir. Bu da Türkiye’yi uzun vadede bu koşunun önderi haline getirecektir. 
 
Bu açıdan, aklıma Türkiye’de sayıları son 20 yılda artan ‘bölge’ bienalleri de geliyor. İstanbul’dan birçok kente yayılan bienaller bana, kendi içinde hem aynı, ama alışverişinde biricik ve farklı kalabilen semt pazarlarını çağrıştırıyor. Dünya kültür pazarında bienaller uygun bir model olarak halen inandırıcılık içinde sürdürülebiliyor mu?
 
Prof. Sacco: Bence bienal modeli de kriz içinde. Bienal modeli, dünya sanat sahnesinde ne olup bittiğini bilen bir topluma periyodik sunulan bir organizasyondu. Ama şimdi dijital çağı yaşıyoruz. Bu da bienalleri pek çok alanda gördüğümüz gibi bir tür madalya tesisi haline getiriyor. Yine de ilginç olan şu ki bu model vesilesiyle modelin evrimini de test etme imkânı bulabiliyorsunuz. Türkiye’deki gibi. Buradaki bienaller, nasıl evrilecekleri üzerine bölgelerini sürgit test içine giriyorlar. İlginç olanı bu. Ama öbür türlü, kavramsal beyanatlara vb. baktığınızda, modellerde bir yenilik gördüğümüz söylenemez. Yapılanlar hep ‘en iyi sanatçılar’ın yörüngesinde dönüyor. 
 
Eğer, bienal modelini sahiden değiştirmek gibi bir niyetiniz varsa, sizin için ilginç bir laboratuvar halini alabilir. Artık bugün tek bir küratörün dünya sanat sahnesinde her şeyi bildiği esasına göre hareket etmek gerçekten umutsuzca bir şey değil midir? dOCUMENTA ve benzeri birçok oluşumun geçirdiği yenilgiler ardından, görüyorsunuz ki kolektif küratöryal projeler gündeme geldiler. Öyle ki son dOCUMENTA’da, artık tek bir küratöryel beyanın artık kabul edilemez olduğu dahi eleştirel bir dilde vurgulandı. 
 
Laetitia Manach: Bununla birlikte bienaller, bölgede olup bitenleri anlayabilmek uğruna birer katalizör vazifesi de taşıyor. Büyük büyük kurumsallaşmalar, eski geçerliliğini yitirmeye başladılar ve ortaya yeni inisiyatifler, organizasyonlar çıkıyor. Bunu Türkiye için de söyleyebiliyoruz. Tabii ki uzun vadede bu türlü projelerin de maddi bağlamda sürdürülebilirliği ön plana çıkıyor. Yeni fikirlerin oluşmasında bu gibi yeni yollların gerekliği de, elzem. 
 
Bu anlamda INSPIRE projesine dönecek olursak gelecek yıl bizim için tam bir dönüm noktası. Tüm kaynaklarımızı, bir strateji üretmek üzerine yoğunlaştıracağız. Türkiye’de yaratıcı ekonominin oluşum stratejisi üzerine zirvemiz, seneye İstanbul’da düzenlenecek. 
 
Gail Caig: Yaptığımız küçük bir deneyle (Innovative Atölyesi) bile gördük ki, yaratıcı sektörleri bir araya getirdiğinizde, insanlar neyi değiştirmek istediklerini, neyin iyi fikir olup olmadığını, hangi unsuru hızlandırıp, neyin gerçek olması gerektiğini açıkça tayin ediyor, biliyor. Bu atölyemizde uzlaşma adına hangi acil konu başlıklarının öne çıktığına şahit olduk. İnsanların, durumları kolektif olarak da gayet açıkça ve verimli biçimde anladığını saptadık. Bu da sektörü destekleme ve birbirine belli bir disiplin çatısında birleştirme adına son derece tayin ediciydi.