Tarihin izinde bir zaman yolculuğu
Nejat Çuhadaroğlu’nun 40 yılı aşan birikimiyle kurduğu Hisart Canlı Tarih Müzesi, savaş tarihini dioramalarla canlı bir deneyime dönüştürüyor.
Yazı ve Fotoğraflar: Suzan Somalı Sönmez
ssomalisonmez@gmail.com
İstanbul’da bir müze gezdim ve hâlâ etkisinden çıkabilmiş değilim. Adı “Hisart Canlı Tarih Müzesi”. Kapıdan içeri adım attığınız anda “Historical Art” fikri zihninize düşüyor ama aynı anda İngilizce’deki “His Art” yani “Onun sanatı” anlamı da beliriyor. Bu ikinci çağrışım, kurucusu Nejat Çuhadaroğlu’nun 40 yılı aşan emeğini tek başına anlatmaya yetiyor: burada gördüğünüz dioramaların büyük bölümü, mankenlerin yüz ifadeleri ve sahneleme ayrıntıları bizzat onun elinden.
Nejat Çuhadaroğlu, 1966’da İstanbul’da doğan ekonomi mezunu bir iş insanı. 1989-2007 yılları arasında Çuhadaroğlu Grubu’nda pazarlama müdürlüğünden genel müdürlüğe kadar çeşitli roller üstlenmiş, 2007’den itibaren hem Çuhadaroğlu Metal Sanayi hem de Alüminyum Sanayi şirketlerinde yönetim kurulu başkanlığı ve başkan yardımcılığı görevlerini sürdürmüş. Ayrıca İstanbul Sanayi Odası meslek komitelerinde ve IMSAD'da görev almış,
Nejat Çuhadaroğlu
Ailesi sanat ve mimarlık kökenli. Babası yüksek mimar, annesi güzel sanatlar mezunu. Anne ve babadan gelen resim ve heykel yeteneği sayesinde çok küçük yaşlarda çizim ve modellemeye başlamış. Çizgi roman merakı hayal gücünü geliştirmiş, ardından maketçilikle tanışmış. İlk dioramasını 6-7 yaşlarında yapan Çuhadaroğlu’nun maketleri yıllar içinde daha karmaşık hale gelmiş. 40 yılı aşkın süredir maket ve diorama yeteneği geliştirmiş olan Çuhadaroğlu, antika toplamaya da merak salmış. Ve tüm bu birikimini 2014’te Çağlayan’daki Hisart Canlı Tarih Müzesi’ni kurarak sergilemeye başlamış.
Vitrinin ötesinde: 1500 yıl, sahnelenmiş bir hafıza
Hisart, klasik müzecilikle mesafesini daha ilk katta koyuyor. Çanakkale’den İstanbul’un Fethi’ne, Roma’dan Anadolu Selçuklu’ya, Osmanlı’dan Kurtuluş Savaşı’na ve II. Dünya Savaşı’na uzanan kronolojik bir anlatı, diorama tekniği ve 350’den fazla mankenle karşınıza çıkıyor.
Müzeyi gezerken, dioramaların yalnızca bir yeniden anlatım olmadığını, aslında tarihe duygusal erişim için bir kapı olduğunu fark ediyorsunuz. Osmanlı ordusunun “Deli akıncıları”ndan tılsımlı gömleklere, Selçuklu damgalı kılıçlardan Zülfikar ağızlı palaya kadar nadide silah ve donanımlar birer sahne unsuru olarak tarihle buluşuyor.
Bodrumda bir avcı: Messerschmitt Bf 109-G6 “Gustav”
Müzenin bodrum katı II. Dünya Savaşı’nın karanlık nabzını taşıyor. Burada, Alman Hava Kuvvetleri’nin simgesel Messerschmitt Bf 109 G6 “Gustav” modeli sergileniyor. Hisart’ın kendi kayıtları, bu uçağın dünyada çok az örneğinin kaldığını ve müzede bir G6 gövdesinin ziyaretçiyle buluştuğunu belirtiyor. Kokpitin yanına yaklaştığınızda metali, perçinleri, ölçü kadranlarını görmek; savaşların teknik yüzünün nasıl bir soğuk zekâ ile kurulduğunu hatırlatıyor.
“Savaş uçağını getirirken amacım, insanlara metal bir gerçeklik göstermekti. Silah sistemleri, teknolojik evrimi çok yalın anlatır. Biz de bunu, doğru bağlama yerleştirince, ziyaretçi tarihî fiziği hissediyor,” diyor müzeyi birlikte gezdiğimiz Nejat Çuhadaroğlu.
Eşi benzeri olmayan Fil Kafa Zırhı
Hisart’ta sergilenen eserlerin bazıları gerçekten çok ilginç. İlk dikkatimi çeken tüm görkemiyle müzenin girişinde ziyaretçileri karşılayan dev bir fil kafası oluyor, üstelik zırhlı. Meğer Türkiye’de ve dünyada ilk kez, Osmanlı dönemine ait özel taşlar ve motiflerle süslenmiş, eşi benzeri olmayan bu Fil Kafa Zırhı, Hisart’ta sergileniyormuş.
Hint kültüründe savaş hayvanı olarak kullanılan filler, özellikle Timur döneminde “Timur’un Filleri” olarak ün kazanmış ve düşman için korku unsuru olmuş. Bu devasa hayvanlar için hazırlanan zırhlar hem koruma hem de güç gösterisi amacıyla kullanılırmış.
Hatta 20 Temmuz 1402 tarihinde başlayan Ankara Savaşı, Yıldırım Bayezid’in esir alınarak Osmanlı İmparatorluğu’nun “Fetret Devri”ne girmesine sonuç açsa da savaş tarihindeki en büyük önemlerinden biri de Timur’un filleri. Ankara Çubuk Ovası’nda Timur’un ordusuyla mücadele eden Osmanlı askerleri, bir anda karşılarında zırhlarla donatılmış filleri görünce büyük şaşkınlık yaşarlar. Hayatında ilk kez bu kadar büyük hayvanlar gören Osmanlı askerleri, binlerce ok atmalarına rağmen en ufak bir zarar veremedikleri bu hayvanlar karşısında bir anda dağılırlar.
Uzun çalışmalar sonunda özel bir koleksiyonerden alınarak müzeye kazandırılan ve Timur’un fillerine ait olduğu tahmin edilen orijinal fil zırhı yüzlerce kilo ağırlığında, 5 metre yüksekliğinde ve 3 metre eninde. Üzerinde paha biçilemez bir yakut ve dualarla süslü sorgucu bulunan Kayı damgalı bu eşsiz eserin Ankara Savaşı sonrası döneme ait olduğu sanılıyor.
Cezayirli Gazi Hasan Paşa’nın aslanları
Bir başka ilgimi çeken ki kimin olsa ilgisini çekecek canlandırma doldurulmuş aslan ve kaplanıyla Cezayirli Gazi Hasan Paşa.
Cezayirli Gazi Hasan Paşa, Osmanlı denizcilik tarihinde hem cesareti hem de sıra dışı kişiliğiyle öne çıkan bir isim. Köle olarak yetişen Gürcü kökenli Hasan Paşa, azat edildikten sonra Yeniçeri Ocağı’na katılmış. Denizcilikteki başarısı onu Cezayir’e götürmüş, burada korsan gemisi ele geçirerek “Cezayir Dayısı” unvanını almış. 1761’de Osmanlı donanmasına katıldıktan sonra hızla yükselmiş, 1770’te Kaptan-ı Derya olarak Limni Adası’nı Ruslardan alıp “Gazi” unvanını kazanmış. 1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Koyun Adaları civarında gösterdiği kahramanlıkla ünlenmiş.
Cezayirli Gazi Hasan Paşa’yı halk arasında unutulmaz yapan bir diğer özellik ise yanında dolaştırdığı aslanlar. Bu nedenle “Aslanlı Hasan Paşa” lakabıyla da anılmış. Aslan hem gücün hem de cesaretin sembolü olarak Paşa’nın kişiliğini yansıtırken, Osmanlı sarayında da büyük ilgi uyandırmış. Hasan Paşa, ilerleyen yıllarda vezirlik ve sadrazamlık görevlerinde bulunmuş ve 1790’da vefat etmiş.
Antik Yunan zırh miğferi ve eşsiz Selçuklu silahları
Hisart’ın, koleksiyonunda iki olağanüstü koleksiyon öne çıkıyor. Bunlardan ilki, müzedeki en eski parça olan Antik Yunan zırh miğferi. Miğferin milattan önce hangi yüzyıla ait olduğu hâlâ kesin olarak belirlenememiş olsa da antik savaş kültürünü yansıtan nadir bir örnek olarak sergileniyor.
Müzenin en önemli bölümü ise, adeta bu müzenin Mona Lisa’sı olarak tanımlanabilecek Selçuklu Silahları köşesi. Anadolu Selçuklularına ait bu silahlar, dünyanın hiçbir müzesinde örneği, referansı hatta fotoğrafı bulunmayan, tamamen benzersiz eserlerdir. Bu durum, Hisart’ı hem Türkiye’de hem de dünyada eşsiz bir konuma taşıyor; ziyaretçilere tarihte iz bırakmış uygarlıkların en nadir askeri objelerini görme fırsatı sunuyor.
Kurtuluş Savaşı posterlerinden eşsiz bir baskı
Hisart Canlı Tarih Müzesi’nde yalnızca üç boyutlu sahneler değil, aynı zamanda çok zengin bir belgesel ve görsel arşiv bulunuyor. Müze koleksiyonunda farklı dönemlere ait askeri belgeler, emirnameler, haritalar ve operasyon planları yer alırken, özellikle savaş dönemine ait propaganda posterleri dikkat çekiyor. Bu posterler hem Osmanlı hem de dünya savaşları bağlamında dönemin ideolojik atmosferini yansıtan güçlü görsel unsurlar olarak sergileniyor.
Renkli tasarımlar, sloganlar ve dönemin tipografisiyle hazırlanmış bu afişler, ziyaretçilere savaşın yalnızca cephede değil, zihinlerde ve toplumlarda nasıl yürütüldüğünü gösteriyor. Ayrıca, müze bu belgeleri dioramalarla bütünleştirerek, tarihsel olayların hem görsel hem de dokümanter boyutunu bir arada sunuyor.
Kurtuluş Savaşı posteri
En dikkat çekici Kurtuluş Savaşı posterlerinden eşsiz bir baskı eser müzenin en nadide dokümanlarından. Üzerinde Arap harfleriyle şöyle yazıyor: “Anadolu’nun Harim-i İsmetinde perişan edilmiş Yunan başkumandanı General Trikopis ile Erkan-ı Harbiyesi, Uşak civarında Başkumandan Mustafa Kemal Paşa’ya kılıcını teslim ederken…”
Nazi Dönemi koleksiyonu: Üniformadan propagandaya
Hisart’ın en dikkat çekici bölümlerinden biri, Nazi Almanyası dönemine ait geniş koleksiyon. Çuhadaroğlu, bu dönemin kıyafetlerini özellikle toplamış. “Hitler, asker toplamak için dünyanın en önemli modacılarına üniformalar sipariş etti,” diyor. Bu cümle, savaşın yalnızca cephede değil, tasarım ve algı yönetimi üzerinden de yürütüldüğünü hatırlatıyor.
Koleksiyon, SS subaylarının üniformalarından Luftwaffe pilot kıyafetlerine, Nazi dönemine ait ahşap mühimmat kasaları, askeri aksesuarlar, madalyalar, propaganda afişleri ve fotoğraf serileri ile tamamlanıyor. Özellikle posterler, dönemin ideolojik dilini ve görsel manipülasyon tekniklerini çarpıcı biçimde ortaya koyuyor. Çuhadaroğlu, bu parçaları sergilerken yalnızca bir savaşın değil, bir propaganda makinesinin estetik yüzünü de görünür kılmak istiyor.
“O dönemin üniformaları, yalnızca giysi değil; bir psikolojik silah. İnsanları etkilemek için modanın gücünü kullandılar. Ben bu gerçeği göstermek istiyorum,” diyor Çuhadaroğlu.
“Bir üniformanın kesimi, rengi, kumaşı bile ideolojinin bir parçasıydı.”
Selçuklu’dan Osmanlı’ya
Hisart’ın Osmanlı ve Selçuklu bölümünde, ziyaretçiyi büyüleyen bir kürasyon karşılıyor: Selçuklu damgalı kılıçlar, üzerlerinde dönemin sanat anlayışını yansıtan işlemelerle dikkat çekerken, tılsım gömlekler üzerindeki dualar ve semboller, savaş öncesi manevi hazırlığın somut izlerini taşıyor.
Koleksiyonun en nadide parçası ise zülfikâr ağızlı Türk palası; erken 18. yüzyıla tarihlenen bu örnek, bilinen tek özgün model olarak kayda geçmiş. Çift ağızlı yapısıyla hem estetik hem işlevsel bir güç simgesi olan bu pala, Osmanlı’nın savaş kültüründe Zülfikâr’ın dini ve ideolojik anlamını hatırlatıyor.
Bu bölümdeki eserler, yalnızca silah değil; dönemin inanç, sanat ve askeri strateji kodlarını bir arada sunan bir tarihsel panorama oluşturuyor.
12-13. yy Selçuklu dönemine ait miğfer, zırh ve kılıçlar
II. Mahmud’a hediye edilen yedi namlulu tüfek
Osmanlı koleksiyonundaki ilginç eserlerden biri de II. Mahmud’a hediye edilen yedi namlulu tüfek.
Dünyada bilinen tek örnek olan bu silah, Amerika Birleşik Devletleri tarafından Osmanlı’ya diplomatik bir hediye olarak sunulmuş. Elmas ve zümrüt gibi değerli taşlarla süslenen tüfek, kabzasında gizli bir hançer de barındırıyor. Yedi namlulu mekanizma, tek bir gövdede birden fazla namlu barındırarak seri atış imkânı sağlamak için tasarlanmış ki 19. yüzyılın başlarında silah teknolojisinde dikkat çekici bir yenilik olarak kabul ediliyor. Bu nadir eser, II. Mahmud’un modernleşme çabaları ve Batı ile kurduğu ilişkilerin bir göstergesi olarak yorumlanıyor. Osmanlı sarayında bu tür hediyeler hem prestij hem de teknolojik merak unsuru olarak değer görmüş.
Atatürk Koleksiyonu: Bir liderin üniformaları üzerinden zaman çizgisi
Hisart’ın en kıymetli bölümlerinden biri, Mustafa Kemal Atatürk’ün üç ayrı savaşta giydiği kıyafetlerin gerçeğine sadık bire bir modeller üzerinde sergilenmesi.
Balkan Savaşları’nda genç bir subay olarak kullandığı hafif kumaşlı, dar kesimli ve kalpaklı üniforma; I. Dünya Savaşı’nda Çanakkale ve Filistin cephelerinde giydiği koyu tonlu, dayanıklı kumaştan yapılmış yüksek yakalı ve geniş cepli form ve nihayet Kurtuluş Savaşı sonrası mareşal rütbesiyle taşıdığı koyu lacivert, altın apoletli, parlak düğmeli görkemli üniforma…
Mustafa Kemal Atatürk'e ait orijinal Mareşal üniforması
Bu üç kıyafet bir liderin harekâtlar arası dönüşümünü gözler önüne sererken, askeri giysinin yalnızca fonksiyonel değil aynı zamanda dönemin kurum kültürünü ve devlet kurucu kimliğini yansıtan sembolik bir unsur olduğunu güçlü biçimde anlatıyor. Her biri, gerçek ölçüde modellere giydirilmiş ve arka planda ilgili dönemin atmosferini canlandıran dioramalarla birlikte sunuluyor; böylece ziyaretçi, yalnızca bir giysi değil, tarihin içinden geçen bir hikâyeyi deneyimliyor.
“Atatürk’ün mareşal üniformasını gördüğümde zaman bir an için duruyor,” diye yazmışım notlarıma. Üniforma, yalnızca bir giysi değil; Cumhuriyet fikrinin terziden sahaya uzanan bir sembolü.
Arabistanlı Lawrence’ın tüfeği: Üzerinde ‘Gelibolu’da iğtinam olundu’ yazan bir hatıra
Müzenin I. Dünya Savaşı koleksiyonu içinde, kamuoyunda “Arabistanlı Lawrence” diye bilinen T. E. Lawrence’a atfedilen bir Steyr Mannlicher M 95 piyade tüfeği sergileniyor. Tüfeğin şarjör bölümünde altın kakma ile Arap alfabesi kullanılarak “Gelibolu’da iğtinam olundu” ifadesi ve “E. T. Lawrence” adı işlenmiş. Bu parça, Lawrence’ın Orta Doğu’daki faaliyetleri sırasında hediye edildiği düşünülen bir hatıra olarak kayıt düşülmüş.
“Tarihteki tartışmalı figürleri de kanıtıyla anlatmak isterim,” diyor Çuhadaroğlu. “Bu tüfeğin üzerindeki yazı tekniği bile dönemin el işçiliği ve propaganda dili hakkında ipuçları veriyor.”
Lawrence’ın ikonik Arap kıyafeti ve şapkası da sergileniyor müzede ve ziyaretçileri şaşırtan bir ayrıntı barındırıyor. Şapkanın iç kısmında yer alan ve Nazilerle özdeşleşmiş meşhur gamalı haça dikkatimizi çekiyor Nejat Çuhadaroğlu…
“Lawrence Nazi miydi?”
Bu hileli bir soru ve cevabını biliyorum.
İlk bakışta bu sembol, Nazi ideolojisiyle özdeşleşmiş gibi görünse de gerçek çok daha farklı. Swastika, Nazilerden çok önce var olan, kökeni binlerce yıl öncesine dayanan bir işaret. Sanskritçe’de “iyi olmak” anlamına gelen bu sembol, Asya kültürlerinde barış, bereket ve uğur simgesi olarak kullanılmış. Lawrence’ın şapkasında yer almasının nedeni ise onun geçmişte Hindistan’da görev yapmış olması; bu sembol, o dönemde hâlâ pozitif bir anlam taşıyordu.
Peki bu ne anlama geliyor? Lawrence hem barışı savunan bir adam hem de casusluk faaliyetleriyle tarihe geçen bir figür müydü? Bu sorunun cevabını kimse bilmiyor ama şapkadaki Swastika, Nazi ideolojisiyle değil, bu sembolün çok daha eski ve farklı kültürel anlamlarıyla ilişkili. Ayrıca, Nazi Almanyası II. Dünya Savaşı döneminde ortaya çıkarken, Lawrence I. Dünya Savaşı yıllarında görev yapmıştı; bu nedenle iki bağlam arasında tarihsel bir örtüşme yok. Swastika, Lawrence’ın görev yaptığı Ortadoğu coğrafyasının geleneksel kodlarıyla bağlantılı olarak kullanılmış olmalı.
Hisart, bu tür detaylarla ziyaretçiye yalnızca bir obje değil, aynı zamanda tarihsel bağlamı sorgulama ve tartışma alanı da sunuyor.
Kumaş ve kösele zamana direniyor
Bu kadar hassas ve tarihî kıyafeti korumak kolay değil. Çuhadaroğlu’na sordum: “Nasıl muhafaza ediyorsunuz?” Yanıtı teknik ama etkileyici: “Özel iklimleme yöntemleri kullanıyoruz. Nem ve sıcaklık kontrolü, kumaşın lif yapısını korumak için kritik. Eski dönemlere ait kumaşlar ve köseleler belki biraz kaba görünüyor ama bugünden çok daha dayanıklı yapılmış. Doğru koşullarda, onlarca yıl bozulmadan kalabiliyor.”
Bu açıklama, müzeciliğin yalnızca sergileme değil, bilimsel koruma boyutunu da gözler önüne seriyor. Hisart, bu anlamda hem tarih hem konservasyon açısından bir laboratuvar gibi çalışıyor.
Gençlerin katı: Sinema ikonları ve “Star Wars” evreni
Müzenin en üst katında “Star Wars” başta olmak üzere popüler kültürün ikonik dünyalarına dair sahne canlandırmaları, 1/1 ölçek replika masklar ve görsel yerleştirmeler var. Bu seçki, tarih ve popüler kültür arasında oyuncu bir köprü kuruyor; genç ziyaretçi için müzeyi erişilebilir kılıyor.
Stormtrooper’lar, Predator, Terminatör, Alien, Batman, Indiana Jones, Karayip Korsanları, Jaws, Godzilla’dan sahneler ve maketler Hisart’ta sahne duygusuyla tarih öğrenmeye davetiye çıkarıyor.
Kendi tarzında dünyada ilk ve tek: Hisart’ın kurgu-anlatı müzeciliği
Hisart, alışılmış sergileme sınırlarını zorlayan bir canlandırma diliyle çalışıyor; bu yönüyle kurum, kendi tarzında dünyada ilk ve tek olduğunu özellikle vurguluyor. Müzedeki envanterin tamamı, yaklaşık 30 yıl boyunca Çuhadaroğlu tarafından kendi bütçesiyle bir araya getirilmiş; bu yönüyle Hisart, kişisel bir tutkudan doğan kamusal hafıza projesi.
Çuhadaroğlu anlatıyor: “İlk eserimi 35 sene önce aldım. Eserler eve sığmayınca müze yaptım,” diyor. “Amacım, özellikle gençlerimizin medeniyetimize sahip çıkması ve tarihin hafıza olduğunu hissetmesi.”
Binaya sığmayan koleksiyon, büyüyen vizyon
Çuhadaroğlu, son yıllarda daha büyük ve daha merkezi bir mekâna taşınma arzusunu açıkça dile getiriyor. “Kendi alanında dünyada tek” iddiasını uluslararası sergilerle destekleyerek Hisart’ı bir dünya markası hâline getirmek niyetinde.
“Bu müze, Türkiye’ye mal oldu,” diyor Nejat Bey. “Bizim işimiz yalnızca eser toplamak değil; hafızayı sahnelemek. Yeni binayı, daha çok gencin dokunarak öğrenebileceği şekilde tasarlamak istiyorum.”
Nejat Çuhadaroğlu Messerschmitt Bf 109-G6 Gustav'ı anlatıyor.
Hisart, 2026 ve ötesi: Kültürel diplomasi rotası
Yaklaşık iki saat süren gezimiz sonrası müzenin en üst katındaki Hisart Cafe’de kahvelerimizi yudumlarken sohbetimize devam ediyoruz.
Nejat Çuhadaroğlu’nun ilettiği bilgiye göre, Hisart 2026’da Amerika Birleşik Devletleri’nde iki sergi planlıyor; ardından Orta Doğu, Türk cumhuriyetleri ve Avrupa’yı kapsayan gezici projeler gündemde. Bu hat, Selçuklu’dan Osmanlı’ya ve Cumhuriyet’in kuruluşuna uzanan çok katmanlı tarihi, modern müzecilik teknikleriyle küresel izleyiciye taşımayı amaçlıyor.
Çuhadaroğlu heyecanını “Hisart, kültürel diplomasi için bir sahne. Sergilerde tarihsel anlatıyı çağdaş sergileme teknikleriyle dünya diline çevireceğiz.” sözleriyle ifade ediyor.
“Hisart”ın geleceği: Vakıf fikri ve süreklilik
Hisart’ın giderek genişleyen koleksiyonuyla mevcut binaya sığmaması, Çuhadaroğlu’nu yeni bir mekân arayışına ve kurumsallaşma üzerine düşünmeye itmiş durumda. Sohbetimizde, bir vakıf çatısı kurarak müzeyi gelecek kuşaklara emanet etme fikrini önemsediğini vurgulayan Çuhadaroğlu, böylece koleksiyonun sürdürülebilir bir yapıda, kamusal erişim ilkesiyle yaşamaya devam edeceğini söylüyor.
Hisart’ta tarih, sahnede nefes alıyor
Bu müzeyi gezerken şunu düşündüm: Tarih, kitapların içinde düz bir çizgi değil; sahnelerin içinde katmanlı bir duygu. Hisart, geçmişi anlatmıyor; yaşatıyor. Dioramalar, mankenler, objeler ve filmlerden Star Wars’a uzanan popüler kültür köprüsü; hepsi bir arada, tarihin merak duygusunu tazeleyen bir deneyime dönüşüyor.
Üstelik gördüklerimiz yalnızca sergilenenler değil; müzede yer darlığı yüzünden henüz gün yüzüne çıkmamış pek çok eser var. Bunların arasında özellikle Samuray zırhları ve kıyafetleri dikkat çekiyor; kısa bir göz atma fırsatı buldum ve bu parçaların Hisart’ın koleksiyon vizyonunu ne kadar geniş tuttuğunu bir kez daha anladım.
Hisart, sizi kitapların satırlarından alıp tarihin kalbine götürüyor. Her adımda geçmişin nefesini duyuyorsunuz. Tarihi görmek değil, hissetmek istiyorsanız, Çağlayan’daki Hisart’ı mutlaka deneyimleyin.
Seyit Onbaşı - Çanakkale Rumeli Mecidiye Tabyası Dioraması
Hisart Canlı Tarih Müzesi koleksiyonunun öne çıkanları
II. Dünya Savaşı uçağı: Müzenin bodrumunda, II. Dünya Savaşı’nın simgesi olan nadir Messerschmitt Bf 109-G6 “Gustav” uçağı, ziyaretçiye savaşların soğuk teknolojik yüzünü hissettiriyor.
Selçuklu damgalı kılıçlar, zülfikâr ağızlı pala, tılsım gömlekler: Osmanlı ve Selçuklu dönemine ait, nadir örnekler seçkin bir kürasyon içinde. Zülfikar ağızlı Türk palasının erken 18. yüzyıla tarihlenen tek örnek olması özellikle not düşülen bir ayrıntı.
Osmanlı’nın “Deli akıncı”ları ve fetihten sahneler: İstanbul’un Fethi dioraması ve akıncıların canlandırmaları, zemin katın güçlü anlatılarından.
Atatürk’ün üç ayrı savaş kıyafeti: Üzerlerine birebir yapılan Atatürk modelleri giydirilmiş şekilde görülebiliyor; bu sunum, liderliğin operatif ve kurumsal yönlerini bir arada işaret ediyor.
I. ve II. Dünya Savaşı envanteri: Silahlar, üniformalar, dioramalarla iki savaşın saha gerçeği canlandırılıyor; bodrum ve üst katlarda yoğunlaşan seçki, Kore, Kıbrıs ve Körfez gibi yakın dönem çatışmalara da uzanıyor.
Popüler kültür sahneleri: “Star Wars” başta olmak üzere sinemanın seçili ikonlarına ayrılmış canlandırmalar, Hisart Café’de deneyimi oyunlaştırıyor.
Ziyaret bilgileri
Hisart Canlı Tarih Müzesi, Salı-Cumartesi günleri 10.00-18.00, Pazar günleri 12.00-18.00 saatleri arasında ziyarete açık; Pazartesi günleri kapalı. Bilet gişesi ve son ziyaretçi girişi 17.15’e kadar yapılıyor. Ziyaretçi ücreti 400 TL, öğrenci ve öğretmenler için 200 TL; yabancı ziyaretçi ücreti 1.300 TL, 12 yaş altı yabancı ziyaretçiler için 650 TL. Engel oranı %70 ve üzeri olan vatandaşlar, savaş gazileri ve 0-6 yaş grubu çocuklar için giriş ücretsiz; indirimli veya ücretsiz girişlerde kimlik ibrazı zorunlu. Müzekart geçerli değil ve satın alınan biletler aynı gün içinde yalnızca bir kez giriş hakkı sağlıyor, iade yapılamıyor.
Müze yakınında 50 metre mesafede özel ücretli otopark mevcut. Güvenlik nedeniyle bavul gibi büyük eşyalarla giriş yasak, ayrıca flaşlı ve profesyonel fotoğraf makinesi, tripod ve selfie çubuğu kullanımı sergi salonlarında yasak.
Okul gruplarının ziyaret öncesinde randevu alması ve belirlenen gün ile saate uyması gerekiyor. Müze, küçük çocuklar için olumsuz öğeler barındırabileceğinden ziyaretleri uygun olmayabilir uyarısı var.


