Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Diğer » Türkiye’yi bir de bu kitapla keşfedin

Türkiye’yi bir de bu kitapla keşfedin

Türkiye’yi bir de bu kitapla keşfedin25 Ekim 2025 - 03:10
Şerif Yenen’in Türkiye üzerine bir Türk tarafından yazılmış ilk gezi rehberi olan üç ciltlik İngilizce “Turkish Odyssey” kitabı okurla buluştu.
Turist rehberi, konuşmacı, yazar ve seyahat filmleri yapımcısı Şerif Yenen uzun yıllardır turizm sektörünün içinde bir isim.
 
13 yıla yakın süre İstanbul Rehberler Odası Başkanlığı ve Türkiye Turist Rehberleri Birliği Başkanlığı görevini yürütmüş olan Şerif Yenen, dört yıl boyunca Dünya Rehberler Birliği Yönetim Kurulu Üyeliği görevini üstlendi.
 
Önemli kısmı yurt dışındaki akademik çevrelerde olmak üzere, Türkiye’nin tarihi, turizmi ve Anadolu medeniyetleri kültürü hakkında konferanslar veren Şerif Yenen’in yayınları üniversitelerde ders kitabı olarak okutulup kaynak eser olarak kullanılırken uluslararası dergi ve ulusal gazetelerde makaleleri ve köşe yazıları yayımlanıyor.
 
 
Şerif Yenen
 
Halen, Bilgi Üniversitesi ile Boğaziçi Üniversitesi, Turizm ve Otelcilik Yüksekokulu’nda part-time öğretim görevlisi olarak Türkiye’nin Kültürel Mirası, Anadolu Uygarlıkları ve Turist Rehberliği dersleri veren Şerif Yenen aynı zamanda bir lezzet meraklısı. Gittiği her yerde yeni lezzetler arayışı içinde olan Şerif Yenen lezzet keşiflerini turlarında katılımcılarla paylaşmaktan keyif alıyor.
Şerif Yenen’in Türkiye üzerine bir Türk tarafından yazılmış ilk gezi rehberi olan üç ciltlik İngilizce “Turkish Odyssey” kitabı okurla buluştu. Türkiye kültürünü tanıtmak için önemli bir kaynak olan bu çalışmanın yanı sıra Yenen’in daha önce yayımlanmış çok sayıda eseri bulunuyor.
 
Yenen’le kitabı “Turkish Odyssey” üzerine konuştuk.
 
 “Turkish Odyssey”, Türkiye üzerine bir Türk tarafından yazılmış ilk İngilizce gezi rehberi olarak tanınıyor. Bu kitabı yazma fikri nasıl doğdu?
Rehberliğe başladığım yıllar, bilgisayarın hayatımıza yeni yeni girdiği dönemlere denk geliyor. O yıllarda daha çok Anadolu turları yapıyordum ve Türkiye hakkında İngilizce kaynak aradığımda fark ettim ki mevcut rehber kitapların tamamı yabancılar tarafından yazılmıştı. Olası kaynak kitapların her biri belli bir alana odaklanıyordu: Bir kitap arkeolojiye, diğeri dine, bir başkası sanata veya genel turistik bilgilere... Dolayısıyla bir tura çıkarken yanımızda 5-10 farklı kitap taşımak zorunda kalıyorduk. Bu hem pratik değildi hem de rehberin bütüncül bir bakış açısıyla Türkiye’yi anlatmasını zorlaştırıyordu.
 
İşte o noktada kendi kendime düşündüm: “Keşke tek bir kitap olsa; içinde arkeolojiden sanata, tarihten dine, kültürden gündelik yaşama kadar ihtiyaç duyulan bütün bilgiler yer alsa.” Bu fikir bir hayal olarak başladı ama bilgisayarın sunduğu yeni imkânlar sayesinde bu hayal zamanla somut bir projeye dönüştü. Beş yıl boyunca gece gündüz çalıştım; hem sahada edindiğim rehberlik tecrübelerini hem de araştırmalarımı bir araya getirerek Türk kültürünü kendi bakış açımdan ama uluslararası bir dilde anlatmaya çalıştım.
 
Sonuçta ortaya “Turkish Odyssey” çıktı — ve açıkçası, beklediğimden çok daha başarılı oldu. Hem rehberler hem de Türkiye’yi daha derinlemesine tanımak isteyen yabancı okurlar için başvuru kaynağı haline geldi.
 
Üç ciltlik bu kapsamlı eseri hazırlarken sizi en çok zorlayan süreç neydi?
En zorlu kısım, aslında zamanı yönetmekti. Çünkü kitabı hazırladığım dönemlerde rehberlik faaliyetlerime yoğun biçimde devam ediyordum; neredeyse her hafta Anadolu’nun bir başka köşesindeydim. Dolayısıyla çalışmaya sürekli ve istikrarlı bir zaman ayırmak kolay olmadı. Yazma süreci sık sık kesintiye uğruyordu; bir bölümü yazıyor, ardından birkaç haftalık bir tur programına çıkıyor, döndüğümde yeniden odaklanmak için zamana ihtiyaç duyuyordum. Bu dalgalı tempo süreci uzatsa da, geriye dönüp baktığımda bana büyük bir katkı sağladığını fark ediyorum.
 
Çünkü rehberlik yapmaya devam etmek, aynı zamanda kitabı sahada “test etme” imkânı sundu. Yazdığım bölümleri turlarda yabancı misafirlere anlatıyor, onların tepkilerini gözlemliyordum. Hangi konuların ilgi çektiğini, hangi anlatım tarzlarının daha iyi anlaşıldığını birebir deneyimleme şansım oldu. Gelen geri bildirimler doğrultusunda metinleri hemen güncelliyor, anlatımı daha anlaşılır ve ilgi çekici hale getiriyordum. Bu süreç, kitabın akademik bir derinlik kadar sahadaki pratik bilgiyle de beslenmesini sağladı.
 
 
“Turkish Odyssey” sadece bir rehber değil, aynı zamanda Türkiye’nin kültürel kimliğini dünyaya anlatan bir hikâye gibi. Siz bu eseri yazarken Türkiye’yi nasıl bir gözle yeniden keşfettiniz?
İnsan bazen içinde yaşadığı kültürü o kadar kanıksıyor ki, dışarıdan bakıldığında olağanüstü görünen şeyler ona sıradan gelebiliyor. Günlük hayatın bir parçası haline gelen gelenekler, alışkanlıklar, semboller… Bizim için olağan ama bir yabancı için büyüleyici. “Turkish Odyssey”i yazarken fark ettim ki, bu kültürün içinde doğmuş biri olarak ben de zaman zaman o büyüyü kaçırıyordum.
 
Hem rehberlik yaparken hem de kitabı kaleme alırken aslında kendi kültürümün dışına çıkarak ona yeniden bakma fırsatı yakaladım. Türkiye’yi, Anadolu’yu, insanlarımızın yaşam biçimini, değerlerini, geleneklerini — bir yabancının gözüyle ama içeriden birinin sezgisiyle ve deneyimiyle — yeniden inceledim. Bu bakış açısı bana, kültürümüzün hem ne kadar derin hem de ne kadar evrensel olduğunu gösterdi.
 
Yabancı okurlar için Türkiye’yi anlatırken hangi önyargılarla ya da yanlış algılarla en çok karşılaştınız?
Aslında doğrudan bir önyargıdan çok, eksik ya da yüzeysel bir bilgilenmeyle karşılaşıyorum. Batı dünyasında, nedense Anadolu’nun kültürel ve tarihsel mirası yeterince öğretilmiyor. Eğitim sistemlerinde Antik Yunan medeniyeti, Yunan mitolojisi ya da Roma tarihi oldukça detaylı anlatılırken, bu uygarlıkların köklerini besleyen Anadolu’nun kadim kültürlerine neredeyse hiç değinilmiyor.
 
Oysa Anadolu, insanlık tarihinin en eski yerleşimlerinden biri; burada doğan uygarlıklar yalnızca bölgeyi değil, bütün Akdeniz dünyasını etkilemiştir. Fakat yabancı okurlar genellikle bu zincirin başlangıcını Yunanistan’da sanıyorlar. Mesela, Hititlerin adını bazıları duymuş olabiliyor ama Urartular, Frigler, Luviler gibi Anadolu’nun özgün medeniyetlerini neredeyse hiç kimse bilmiyor.
 
 
Kitapta sadece tarihi ve turistik yerleri değil, yaşam kültürünü de öne çıkarıyorsunuz. Sizce bir ülkenin ruhunu yansıtan en önemli unsurlar neler?
Aslında bu, “Turkish Odyssey”’i yabancı yayınevlerinin hazırladığı rehber kitaplardan farklılaştıran en temel unsur. Bir ülkenin ruhunu sadece taşlarda, anıtlarda ya da arkeolojik kalıntılarda bulmak mümkün değil. Bir antik kentin kazılar sonucunda ortaya çıkan tarihini, orada kimlerin yaşadığını, hangi uygarlıklara ev sahipliği yaptığını kaynaklardan öğrenmek elbette çok değerli — bunu ben de kitabımda detaylı bir şekilde aktarıyorum. Fakat bana göre bir ülkenin asıl kimliği, insanının gündelik yaşamında, kültürel alışkanlıklarında, ritüellerinde, yani yaşayan kültüründe gizli.
 
Ben kitabı yazarken olaylara bir Anadolulu perspektifiyle yaklaşmaya çalıştım. Türk insanını, onun folklorunu, geleneklerini, dillerini, dinlerini, kısacası bu coğrafyanın çok katmanlı yapısını ele alarak anlatmak istedim.
 
“Turkish Odyssey”’nin bugünkü turizm anlayışına katkısı ne oldu? Kitap yayınlandığında nasıl bir etki yarattı?
“Turkish Odyssey”, bugüne kadar yazılmış rehber kitaplar arasında Anadolulu bir bakış açısını öne çıkaran ve Türk kültürünün çok katmanlı yapısına bu ölçüde vurgu yapan ilk kapsamlı eser oldu. Çoğu rehber kitap Türkiye’yi genellikle dışarıdan bir gözle, turistik bir destinasyon olarak anlatırken, “Turkish Odyssey” ülkeyi içeriden bir sesle, kendi kültürel dinamikleriyle ele aldı.
 
Kitap yayımlandığında ilk yankı turizm camiasından geldi. Profesyonel turist rehberleri için kısa sürede bir ‘el kitabı’ haline geldi. Ardından turizm fakülteleri de bu değeri fark etti; birçok üniversitede “Turkish Odyssey” ya zorunlu ders kitabı olarak okutulmaya başlandı ya da derslerde temel kaynaklardan biri haline geldi.
 
 
Günümüzde dijital rehberler ve çevrimiçi kaynaklar yaygınken, böyle kapsamlı bir basılı rehber hazırlamak size neler hissettirdi?
Doğrusu, bilgiye ulaşmanın bu kadar kolaylaştığı bir çağda yıllarımı vererek kapsamlı bir basılı kitap hazırlamak zaman zaman beni de düşündürdü. “Buna gerçekten gerek var mı?” diye sorduğum anlar oldu. Ancak bu kolaylığın beraberinde büyük bir sorun da var: bilgi kirliliği. Herkesin içerik üretebildiği bir ortamda doğru, derli toplu, güvenilir bilgiye ulaşmak giderek zorlaşıyor.
 
İşte bu noktada “Turkish Odyssey”’nin önemi daha da ortaya çıkıyor. Çünkü insanlar hâlâ güvenilir, sistematik biçimde hazırlanmış, akıcı bir dille yazılmış kaynaklara ihtiyaç duyuyor. Buna görseller, illüstrasyonlar, şehir planları eklendiğinde ortaya gerçekten değerli bir kültürel hazine çıkıyor.
 
Anadolu’yu anlatırken tematik rotalar oluşturuyorsunuz. Kitabınızda da bu yaklaşımın izlerini görüyoruz. Bu yapı kitabın kurgusuna nasıl yansıdı?
Genel olarak rehber kitaplar destinasyon odaklı bir yaklaşım benimser; yani şehir şehir, bölge bölge gezilecek yerleri sıralar. Ancak Anadolu gibi binlerce yıllık geçmişe sahip bir coğrafyada doğrudan bu yöntemle ilerlerseniz tarihsel bütünlüğü kaybetmek kolay olur. Bu yüzden “Turkish Odyssey”’de klasik bir destinasyon sıralamasından ziyade, tematik ve kronolojik bir kurguyu tercih ettim.
 
 
Kültür turizmine ilgisi olan yeni nesil gezginlere, Türkiye’yi derinlemesine keşfetmeleri için nasıl bir okuma ya da seyahat önerisi verirsiniz?
Aslında bu sorunun yanıtı, kitabımın genel yaklaşımının içinde gizli. “Turkish Odyssey”’de benimsediğim tematik ve kronolojik yapı, Anadolu’yu sadece gezmek değil, onu gerçekten anlamak isteyen gezginler için bir model niteliğinde. Çünkü Türkiye’yi yüzeysel biçimde, yalnızca destinasyon odaklı gezdiğinizde, bu toprakların sahip olduğu kültürel derinliği fark etmek kolay olmuyor.
Benim önerim, Anadolu’yu bir “hikâye” olarak okumak ve bu hikâyeyi dönemler ve temalar üzerinden çözümlemektir. Yani önce bu coğrafyanın tarihsel temelini — Neolitik çağdan Hititlere, Friglerden Bizans’a, Osmanlı’ya kadar — anlamak, ardından da bu uygarlıkların izlerini sanat, mimari, mitoloji, inanç, folklor gibi temalar üzerinden keşfetmektir. Böylece gezdiğiniz her antik kent, her müze, her köy bir anlam kazanır; sadece taş ya da kalıntı olmaktan çıkar, bir kültürün devam eden öyküsüne dönüşür.
 
Yeni nesil gezginlerin büyük bir avantajı var: Bilgiye kolay erişim. Ancak bu bilgi bolluğunda kaybolmamak için bir çerçeveye, yani rehber bir bakış açısına ihtiyaç duyuluyor. Tematik yaklaşım tam da bu çerçeveyi sağlıyor. Bu sayede bir gezgin, örneğin yalnızca Efes’i değil, aynı zamanda Neolitik dönemden Roma’ya kadar Anadolu’nun kültürel sürekliliğini de fark edebiliyor.
 
Dolayısıyla benim önerim, Türkiye’yi sadece bir seyahat rotası olarak değil, bir kültür yolculuğu olarak ele almak. Bu bakış açısını kazanan herkes, Anadolu’nun ruhunu gerçekten hissedebilir.
 
Son olarak, “Turkish Odyssey”’nin ardından yeni bir kitap projesi var mı? Türkiye’nin anlatılmayı bekleyen başka hangi yönlerini yazmak isterdiniz?
Şu anda önceliğim, “Turkish Odyssey”’nin dijital dönüşümünü tamamlamak. Üç ciltlik bu eserin kapsamı oldukça geniş; dolayısıyla onu e-kitap (EPUB) formatına dönüştürüp dünyanın her yerinden erişilebilir hale getirmek istiyorum. Ayrıca kitabın içeriğini bir podcast serisine dönüştürme fikrim de var. Ardından kitabı diğer dillere kazandırmak istiyorum. Daha sonra Anadolu mitolojisi, rehberlik anıları veya Anadolu’nun kadınları üzerine tematik çalışmalar yapmayı planlıyorum.