Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Diğer » Üç Ayaklı Kedi peşinden ‘acil’ okumalar

Üç Ayaklı Kedi peşinden ‘acil’ okumalar

Üç Ayaklı Kedi peşinden ‘acil’ okumalar21 Eylül 2025 - 03:09
İKSV’nin Beyoğlu ve Karaköy eksenindeki sekiz ayrı mekânda ücretsiz düzenlediği 18. Uluslararası İstanbul Bienali, farklı deneyimleriyle tarihi, ekoloji ve medeniyeti İstanbul’da kesiştiren onlarca hikâye vadediyor. Peki ama bienal nasıl, gidelim mi, diye soranlara, etkinlik tıpkı ‘Üçüncü Dünya’dan Birinci Dünya’ya yollanan acil ve adil bir manifestoyu andırıyor.
EVRİM ALTUĞ 
evrimaltug@gmail.com
 
İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından, 2036’ya değin Koç Holding ana sponsorluğunda düzenlenen 18. İstanbul Bienali’ni okurlarımız adına turlama (https://www.milliyetsanat.com/haberler/diger/bienal-soykirima-haykirisla-basliyor/18125 ) deneyimimiz bu ikinci yazımızla sürüyor. 
 
Küratör Christine Tohmé imzası ile Karaköy-Beyoğlu eksenindeki sekiz mekânda 23 Kasım’a kadar yer alan Bienal’de dikkatimizi çeken eserlere bakmaya devam ettiğimizde, Karaköy’deki tarihi “Külah Fabrikası”nda önümüze çıkan yapıtlardan bahsetmek gerekiyor. Kemankeş Karamustafa Mahallesi Murakıp Sok. No.12’de bulunan bu yapı da pazartesi hariç her gün olmak üzere diğer tüm yapılar gibi, ön kayıt gerektirmeksizin, ücretsiz gezilebiliyor. 
 
Mekân “Ayakta Kalma Sanatı” sloganıyla reklamları da izlenen 18. Bienal’de, iki sanatçıya ev sahipliği yapıyor. Bunlardan, 1990 Barselona doğumlu Claudia Pages Rabal’in giriş katta yer alan eseri, kendisinin 2025 tarihli “Beş Savunma Kulesi” adlı düzenlemesi. Sanatçının hem Katalonya’daki tarihi beş kulenin uzun pozlanmış gece kadrajları, hem LED destekli ‘balıkgöz’ performans videosuyla yine bir bienalden ‘en beklenmeyeni’ vadeder bir manyetizma ihtiva ediyor. İspanya bünyesindeki siyasal, kültürel ve etnik belleğe 1892 tarihli bir beste ile yakılmış çok disiplinli bir ağıt denebilecek projeye, içinde sanatçının da yer aldığı dört kadının jestüel ve akustik anlatıları damga vuruyor. 
 
 
Claudia Pages Rabal, “Beş Savunma Kulesi”
 
Sanatçı artık herkesin kovaladığı bir hayalete, tarihe beden, ses ve gölge aradığı bu mistik ve o düzeyde tekno bestede, hayata, geçmiş ve hafızaya ne kadar farklı açıdan bakıp, onu nasıl sindirebildiğimiz üzerine, çarpıcı bir kamusal araştırmanın da ev sahipliğini üstleniyor.  
 
Hayalet demişken eski Külah Fabrikası’na gönderme yaparak, İstanbul’daki tatlı üretim fabrikalarındaki gizli kadın varlığı ile emeğine anıtsal ve akustik bir saygı duruşunda bulunan 1991 Prizren doğumlu sanatçı Doruntina Kastrati binanın ikinci katında bizi bekliyor.
 
 
Doruntina Kastrati
 
Eser, özellikle akustik ve mistik bir derlemenin ürettiği sıra dışı bir anlama ve izleme deneyimi vadetmesiyle, bienalde ziyareti bilhassa önerilebilecek işler arasında, açıkça başa güreşiyor. Bir bölümünde devasalığı, sesi, öbür bölümünde loşluğu, darlığı kullanan sanatçı Kastrati, izleyenden sabır ve empati umduğu çalışmasıyla izleyicinin salt izleyicilik pozisyonunu yargılayan, onu ‘ilk kez karşılaştığı’ bir şey üzerine nasıl davranacağı, ne hissedeceği, ötekini nereye kadar merak edip, oradan nasıl ayrılacağı konusunda art arda düşündüren bir yapıtla, bienal tarihine tam da bir kedi centilmenliği, cambazlığı ile giriyor.
 
Değer yaratmak uğruna yok olan değerlerin belgesi
 
Bunun gibi yine Karaköy’deki 1914 doğumlu, tarihi Muradiye Han’da sergilenen bir diğer eleştirel, araştırmacı, çok disiplinli tekil iş, Ana Alenso’nun imzasını taşıyor. Hazır malzeme, video, belgesel ve yerleştirme kudretini bir araya getiren çalışmasıyla Alenso, insanoğlunun değer adına ne gibi değersizliklere vesile olduğunu Güney Amerika’nın kaçak altın sektörüne gösterdiği büyüteç-yapıt ile önümüze koyuyor. Tarihi Kapalıçarşı’ya yakınlığı ile de tarihsel göndermesini pekiştiren eser, aslen Venezuela’daki Amazon bölgesinde yer alan öncül ve ardıl araştırma ile, işin ucunda kapitalin olmasıyla yaşanan ürkütücü güvenlik süreçlerine göndermede bulunuyor. Değer yaratmak uğruna yok olan değerlerin belgesi haline gelen, 2020 tarihli “Madenin Verdiğini Maden Alır” isimli bu proje Venezuela hükümetinin Çin ile uydu fırlatma ile giriştiği devasa kaynak belirleme partnerliklerine de gönderme yaparak, insanoğlunun dünyayı sömürüsündeki tahribatı, hem etik olarak içeriden hem de ekolojik manada dışarıdan eleştiren önemli, katı bir delil haline geliyor.
 
 
Ana Alenso
 
Bienal mekânı Zihni Han’a komşuluk eden, ayak mesafesi ile beş dakika uzaklıktaki Muradiye Han’ın karşısında ise yeniden açılan çağdaş ve çok katlı mekânı ile Galeri 77 bulunuyor. Mekânda Haig Aivazian (-1’nci kat) ve Mona Marzouk ile Ola Hassanain ve Dilek Winchester’ın eserleri görülebiliyor. Bunlardan Aivazian’ın bir ‘mini sinema’da döngü halinde izlenen Kafkaesk siyah beyaz çizgi serisi, tarihe farklı bir yöntem ve estetikle yaklaşabilmemiz adına değerli bir fırsat niteliği taşıyor. Bienalin resmi kitapçığından alıntılamak gerekirse, bu üç kısa animasyondan biri olan 2025 tarihli “Karanlığın Çocukları”ndan Sahar, bize şu mesajı veriyor: “Bizi bu dünyanın karanlığına gömseler bile, ışığımızı bizden alamazlar. Onların karanlığı da asla bizimkine benzemeyecektir. Hikâyelerimiz, ateşimiz ve toprağımız bizim başlıca direnme biçimimizdir.” 
 
 
Haig Aivazian
 
Dillerin acı oratoryosu Karaköy Galeri 77’de
 
Keza yine aynı binada, en üst katta izlediğimiz 1974 İstanbul doğumlu sanatçı, Dilek Winchester’ın eseri ise, tarih, dil, bellek ve mahremiyet arasında özel bir alana vesile oluyor. Sanatçının farklı dillerden harf-seslere ürettiği bir kolektif kürsü ile buna refakat eden bir video performans, yalın ama yalınlığından ötürü derin karakterini artırıyor. Sanatçının 2025 tarihli “410 Harf: (Arnavutça) Okumak ve Yazmak Üzerine” adlı bu çalışması, yan yana ve ayrı ayrılığın, anlama ve öğrenememe arasındaki dip dibeliğin soruşturmasını üstleniyor. İlgili video, izleyenleri Yunan, Kiril, Arap, Elbasan, Todhri, Vellera, Vezo ve Berat alfabelerinin yanı sıra, İstanbul, Agimi, Bashkimi veya günümüz Arnavut alfabesini de kapsar bir içerik vadediyor. Sergide ayrıca bize ‘dillerin acı oratoryosunu vadeden bu sanatçının mekâna müdahale ile sunduğu “İsimsiz” adlı çalışması da, 2012-2025 aralıklı haliyle Galeri 77 çatısında gizli. Eser, temelini yazar Oğuz Atay imzalı kara mizah yüklü edebi ve argo bir tabirden alıyor.
 
 
Dilek Winchester, “410 Harf: (Arnavutça) Okumak ve Yazmak Üzerine”
 
 
Dilek Winchester, “İsimsiz”
 
Daha önceki yıllarda yine İstanbul Bienali ve Studio X gibi kurumlara ev sahibi olmuş Tophane’deki Meclis-i Mebusan 35 adlı binada ise 18. Bienal izleyicisini üç küresel sanatçı (daha) bekliyor. Bunlardan, 1988 Santiago doğumlu, yaşamı ve çalışmalarını Basel’de sürdüren Pilar Quinteros, 2025 tarihli “İşçi Sınıfı” projesinde bir ‘yeniden doğuş’ deneyimi ortaya koyarak, vaktiyle heykeltıraş Muzaffer Ertoran’ın bölgeye sunduğu “İşçi” heykelini ve çeperindeki sosyo kültürel birikintiyi tekrar gündeme taşıyor.
 
 
Pilar Quinteros, “İşçi Sınıfı”
 
Sanatçı defaten vandalizme kurban edilen, aslında açılan bir yarışma sonucunda, Cumhuriyet’in 50’nci Yılı vesilesiyle bulunduğu yere konulmuş bu heykel ve yaratıcısının kırık öykülerini, kurgu ve gerçek sarmalında izleyicinin akıl ve duygusuna - koşulsuz - haklı iade-i itibar sürecine sokuyor. Quinteros, bu eseriyle çok önemli bir empati ve reenkarnasyon iklimi üretiyor. Anı, anıt ve kanıt üçgeninde kalan ziyaretçi, izleyici veya otorite gibi unsurları da sanat ve kamusallık ilişkisi üzerinden bizi düşündüren projesiyle sanatçı, bir bakıma bu eseri yine kapatılmış bir sanat mekânında (Studio X) gerçekleştirmiş olmasıyla da bu ‘yeniden doğum’un boyutunu bir ölçek daha artırmış oluyor. 
 
Karaköy’de mitologya, Beyoğlu’nda tarihe acı kahkaha var
 
Sanatçı Eva Fabregas’ın yine aynı binaya ikinci katta havalandırmaya ulaşır devasa soyut ve ‘biyomorfolojik’ bir yorum getirdiği “Üç Ayaklı Kedi” bienalinin yine aynı yapıyı paylaşan bir diğer sanatçı ikilisi Vaskos oluyor. 2014’ten bu yana birlikte olan NY ve Selanik doğumlu queer ikili, 2024 tarihli “Su Testisi Su Yolunda Kırılır” serisinin iki parçasıyla, yapının ön cephe ve arka alanında izleyicinin kendilerini keşfetmesini bekliyor. Vassilis Noulas ve Kosta Tzimoulis’in ortaya koyduğu bu kültürel inisiyatifin ikili eseri, içinde mitologya, kara mizah, zanaat ve eylemselliği barındırır bir kavram ve üretim buketini taşıyor. “Ebediyen Dökülmek” ve “Samimiyetle Dökülenler” isimli bu dokuma zeminli baskı yapıt(-lar), aynı zamanda Fransız mimar, tasarımcı A.Petitot’nun ‘Yunan Tarzı’nı hicvetmek adına mimari ve dekoratif öğeler kullandığı fantastik kostümlere de göndermede bulunuyor. 
 
 
Eva Fabregas
 
Bunun gibi bienalin mitologyalar sentezi Karaköy’den, rotayı Beyoğlu’na çeviren kesiminde, İstiklal Caddesi üzerindeki tarihi Elhamra Han’da ise bizi yedi sanatçı daha bekliyor. Ticaret, hukuk ve tekstil gibi alanların halen varlığını sürdürdüğü, tarihi çaycısına uğramadan edilmeyen, nadir nikah ve nişan süsleri ile kartvizitlerinin hala tasarlandığı tarihsel miras mağazası ile varlığını sürdüren Han’da resim, heykel, yerleştirme ve video işleriyle, izleyiciyi yedi sanatçı, Sevil Tunaboylu, Riar Rizaldi, Lara Saab, Jagdeep Raina, Natasha Tontey, Şafak Şule Kemancı ve Mona Benyamin bekliyor. 
 
Bunlardan Sevil Tunaboylu imge ile cüsse, anı ile delil, miras ile kalıntı arasında gezinen resim ve heykel sentezleriyle Han’da öne çıkıyor.2024 tarihli “Kalan” veya “Issız Buluşma” gibi işleriyle izleyeni selamlayan Tunaboylu’nun işleri, durumların, takvimlerin, nesnelerin üst üste pozlandığı araştırmacı ve kuşkucu bir tavır ortaya koyuyor. Bunu yaparken aile yadigârı parçalardan hareket ederek, eserlerindeki kişisellik dozunu artıran sanatçı, seçtiği palette de duyguya soğukkanlı ve mesafeli olmayı tercih ediyor.
 
 
Sevil Tunaboylu
 
Hikâyeler Elhamra Han’da cüsseleriyle, el işçilikleriyle, naiflikleriyle ve egzotiklikleri ile saklanan en önemli unsurlar olarak not edilirken, yukarıda saydığımız sanatçılar arasında gelen 1997 Hayfa doğumlu, Filistinli sanatçı Mona Benyamin’in “Tekrar, Yarın” adlı tarihe acı mı acı kahkahalar attıran işini muhakkak görmek gerekiyor.
 
 
Mona Benyamin
 
2023 tarihli çalışmasını eserde oyuncu olarak da yer alan ailesi ve Britsh Art Council’in katkılarıyla gerçekleştiren Benyamin, eserde ana akım medyanın yansıttığı ve yansıtamadığı gerçekliğin altını (ve de üzerini) tüm sinikliği ile çiziyor. Absürtlüğü, hakikati ‘ofsayta düşürmek adına’ önemli bir silah olarak kullanan Benyamin’in videosu, kudretini sahnelerindeki naiflik, beklenmediklik ve eserin süresindeki haklı kısalıktan alıyor. Filistin’in (bazen Filistinliler tarafından dahi) nasıl temsil edildiği ve edilemediği üzerine gerçek bir kültürel manifesto niteliğindeki çalışma bize göre, bienalde sizi bekleyen en değerli tanıklıklar arasında başa güreşiyor.
 
Özetle, İKSV’nin Beyoğlu ve Karaköy eksenindeki sekiz ayrı mekânda, Koç Holding ana sponsorluğu ile ücretsiz düzenlediği 18. Uluslararası İstanbul Bienali, farklı deneyimleriyle tarihi, ekoloji ve medeniyeti İstanbul’da kesiştiren onlarca hikâye vadediyor. Peki ama Bienal nasıl, gidelim mi, diye soranlara, etkinlik tıpkı ‘Üçüncü Dünya’dan Birinci Dünya’ya yollanan acil ve adil bir manifesto’yu andırıyor. 
 
Son bir not yerine İKSV Filistinli sanatçı Khalil Rabah’ın Eski Fransız Yetimhanesi Bahçesi’ndeki kamusal alan yerleştirmesini ise, önümüzdeki günlerde bir etkinlikle paylaşmayı hedefliyor. Bu notla da üç ayaklı kedinin peşindeki ‘acil okumalar’ımızı nihayete erdirmiş bulunuyor, tüm okurlarımıza daha nice keşifler diliyoruz.
 
Bilgi: https://bienal.iksv.org/tr