Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Diğer » Yapay zekâ ile gerçek doğa peşinde

Yapay zekâ ile gerçek doğa peşinde

Yapay zekâ ile gerçek doğa peşinde01 Mart 2024 - 06:03
İngiltere’deki ilk kurumsal ve kişisel sergisi 'Dünyanın Yankıları” ile 7 Nisan’a dek Serpentine Gallery’de yer alan Refik Anadol, Davos’taki IMF Dünya Ekonomik Forum’unda açılış konseriyle sunduğu “Geniş Doğa Modeli' içerikli yeni dijital medya ve yapay zekâ projesi Dataland’ın detaylarını anlattı.
EVRİM ALTUĞ 
evrimaltug@gmail.com
 
Refik Anadol, İsviçre’nin Davos kasabasında yapılan geleneksel Dünya Ekonomik Forum’unda sergilediği “Large Nature Model” (Geniş Doğa Modeli) ismini taşıyan dünyanın ilk açık kaynaklı yapay zekâ modeliyle sanattaki yaratıcılığını doğaya adadı. Anadol öte yandan “Dünyanın Yankıları” başlığı ile İngiltere’deki ilk büyük kurumsal ve kişisel sergisini ise, 16 Şubat’tan 7 Nisan’a kadar Londra’nın saygın Serpentine Galerisi’nde, Kuzey Galeri’de izleyiciye sunmakta. Sanatçı, 15 yıllık sevgili eşi Efsun Erkılıç ile yine kendisinin kurucu ortaklığında açtıkları yapay zekâ destekli sanat ve bilim melezi projesi, bir dijital müze misyonu da denebilecek “Dataland”ın doğuş ve yankılarını da paylaştı. 
 
 
“Dataland” projeniz için niye Davos’taki IMF zirvesini seçtiniz?
 
Açıkçası bu, (IMF zirvesinin Kültür - Sanat direktörü Joseph Fowler’dan gelen) ikinci resmi davetle mümkün oldu. Geçen yıl mercanlar üzerine yaptığımız “Corals” Yapay Zekâ (Yapay Zekâ) projesi için hiç beklemediğimiz bir pozitif etki aldık. Geçen senenin başarısının ölçülebilir halde olduğunu görünce, bizim de büyük hayalimiz olan bu ‘Yapay Zekâ Müzesi’ (Dataland) ve dünyanın doğaya adanmış ilk açık kaynaklı yapay zekâ projesini duydukları, bildikleri için onu burada sunar mısın, dünya liderlerine açıklar mısın diye davet ettiler. 
 
Bize de çok mantıklı geldi; çünkü yaptığımız yapay zekâ araştırması, sıradan bir araştırma değil. Gerçekten dünyanın yağmur ormanlarına sahip ülkelerinin dahil olduğu bir hayaldi. Çünkü biz bu modeli açık kaynaklı bir fiziksel devre ile üretmek istiyoruz. Bunu yapmak için de, bu yağmur ormanlarına gerçekten gitmek, çekim yapmak, ses kaydı almak, veri toplamak gerekiyor. 
 
Bize bunu burada sunmak çok mantıklı geldi ama bu kadar pozitif bir etki olacağını, yapay zekâ konulu bir temanın bu kadar öne çıkacağını ben de pek tahmin edememiştim. Tabii bir de, bu çalışmadan çıkan ilk görseller ile açılış seremonisini yaptık. Kundu - Sahra’dan başlayıp, çöl kumlarının dünya üzerindeki değişiminin, yani Sahra Çölü’nden normal şartlarda - Küresel İklim Değişikliği olmaksızın - Amazon’a giden alüvyonların hep taşındığı dünyanın o dengesi bozulmuş. Bunu kanıtlayanlar da zaten Amazon Yağmur Ormanları’nda yaşayan insanlar. Biz de dedik ki, acaba bu hikâyeyi Yapay Zekâ ile anlatabilir miyiz?
 
 
Bu performans 30 dakika sürdü. Ayrıca Angelique Kidjo da bir performans yaptı. Geçtiğimiz yıldan bu yana çok da yakın arkadaş olduk. O yüzden de beni özellikle davet etti. Bunun da izleyiciyi çevreleyen biçimde sunulmasını özellikle rica etti. “Sadece sıkıcı bir ekranda değil, mekânı dönüştürelim,” ricasında bulundular. Biz de ortamın en çok güvenlik gerektiren salonunun içine 16 ayrı projeksiyonu koyabildik. Çünkü tahmin edersiniz ki burası çalışılması çok zor bir yer. 68 dünya lideri, Cumhurbaşkanı, Başbakanıyla bir arada oturuyor. Ve o ‘oda’yı salladık diyebilirim!
 
 
Ve sonunda bu gerçekten çok güzel performansı öyle bitirdik ki! Yağmur Ormanları’nda beraber çalıştığımız, hatta Avatar filmlerine bile ilham kaynağı olan Yawanawa Kabilesi İnsanları bizi üç yıl evvel köylerine davet ettiler. Muazzam bir deneyim yaşadık. Maalesef nüfusları bin kişi civarında ama ortalama 120 yıl yaşıyorlar! Diyabet, kanser, COVID ölümü, yani bildiğimiz bütün sağlık problemleri, onlarda yok. Çünkü dünyanın en güzel yerlerinden biri olan doğanın içinde, binlerce yıldır yaşıyorlar. Kendilerine dünyanın en iyi yapay zekâ hikâyelerinden birini yapmaya çalıştığımı söyledim. Ama bunu sadece teknolojik olarak düşünmediğimi ilettim. Çünkü Yapay Zekâ alanında herkesin aklına ilk olarak nedense ‘veri’ geliyor. Ama kimsenin de aklına bu verinin içinde kimin yaşadığı gelmiyor! Bu ‘veri’nin içinde kim hayatını sürdürüyor? Bu veri nasıl oluşuyor? Aslında hep bunu atlıyoruz. Yapay Zekâ’ın böyle bir problemi olduğunu düşünüyorum. Konu şeffaflık. 
 
 
“Geniş Doğa Modeli” projesinin oldukça Darwinist olduğu izlenimine kapıldım, fikriniz nedir?
 
Kesinlikle! Yani aslında şurada gördüğünüz videodaki çiçeklere baktığınız zaman, gerçekten de Amazonlar’da varolan 40 küsür çiçek var. Yapay Zekâ bunu arka arkaya oluşturabiliyor. Bunları ormandaki kabile gördü. Doğanın bize kendini öğretmesi bu. Ya da doğanın aslında en zeki varlık olduğunu, dünya üzerinde ne kadar kompleks bir yapısı olduğunu hatırlamamız. 
 
Sanırım şu an insanlıkta şöyle bir problem var: Teknolojinin hızlı gelişmesi, bence insanlık için ‘Ego’ problemi yaratıyor. İnsanlığın Yapay Zekâ, kuantum bilişimi, bir çok yeni teknoloji ile sanki bizleri bambaşka bir yere götüreceği ile ilgili muazzam bir sanrı yaşadığını, bu yüzden de doğa ile bağımızın yok olmaya yakın olduğunu düşünüyorum.  Bunu da bilgisayar seven bir ‘nerd’ (inek talebe) olarak söylüyorum. Bunu anlamak için, gerçekten bir kere yağmur ormanlarında bir ay boyunca kalınca doğanın özünü, dünyanın en gelişmiş ‘biom’unda (biyometri) bir ay yaşayınca bunu anlamak çok daha kolay oluyor. Zaten geri döndüğümde bu fikir kafamda çok net idi. 
 
Eğer bir Yapay Zekâ Müzesi açıyorsak, bunun ilk konusunu da çok önemli problemlerimizden biri olan doğa ile insan ilişkisini çözmek olarak düşündüm.
 
Dataland’ın “Geniş Doğa Modeli” projenizde Smithsonian Müzesi, Londra Doğa Tarihi Müzesi gibi kurumlarla da işbirliği var.
 
Ve National Geographic Society. Üç büyük partnerimizi bulduk.
 
Ve bir de Google Cloud kaynağı sanıyorum.
 
Google Cloud partnerinin sebebi de, çok keskin bir şekilde şöyle: Biz bu Yapay Zekâ modelinin her bir adımının ne kadar enerji harcadığını öğrenmek istiyoruz. Doğaya dYapay Zekâr bir şey yaparken, şuursuzca enerji harcayamayız. O yüzden Google ekibine böyle bir ‘challenge’ / meydan okuma sunduk. Sağ olsunlar onlar da bunu çok beğendi. Bu arada ben de sekiz sene önce, ilk Google Yapay Zekâ Sanatçı Programı’nın başındaydım. Ve bir anda o sekiz senelik ‘hatıra’ da tarihsel bir yönden tekrar karşımıza geri geldi. Böyle bir hayali onlar da çok sevdiler ve sağ olsunlar, ücretsiz, büyük bir ‘Cloud’ girişim ve bilişim desteği verdiler. Bunun karşılığında biz de onlardan, bu Yapay Zekâ’ın her adımının şeffafça veri toplamasından, Yapay Zekâ eğitiminden, onunla etkileşime kadar bütün adımlarında harcanan enerjisinin ‘geri dönüşebilir’ olmasını rica ettik. Onlar da bizim için yeni bir yazılım yazdı. Böylece biz de Dünyanın hangi yerinde, hangi enerji tipiyle bunun kullanıldığını görebiliyoruz.  
 
Bu proje için ‘Yapay Zekâ’nın Gerçek Doğa Tasviri’ denebilir mi?
 
Gerçekten doğa tasviri. Ve bunun en gelişmişini yapmaya çalışıyoruz. Bunu yapabilmek için de bugüne kadar doğayı bilimsel olarak en iyi belgeleyebilmiş kurumlarla çalışıyoruz.
 
Bunun da üzerine sesi ve kokuyu da katmak gibi bir gayeniz var değil mi? 
 
Evet, biz buna ‘Multi Modal’ / ‘Çoğul Biçimli’ diyoruz. Ses, imge, metin ve kokuyu ekleyerek, bu anlamda ‘ilk’ bir çalışma ortaya çıkardık. Burada her ne kadar ‘Meta’ üzerine bir negatif etki varsa da, bunun da farkındayım. Ama Yapay Zekâ alanında ‘Meta’ kadar da açık kaynaklı kod paylaşan, ‘PyTorch’ gibi bir örnek mevcut. - PyTorch bir çerçeve projedir; özellikle Yapay Zekâ alanında bir kod yazmanız gerekiyorsa, detaylı bir analiz yapmanız gerekiyorsa, bir modeli ‘eğitmeniz’ gerekiyorsa, kullanmanız gereken Linux kurumunun altında mükemmel bir hareket yaptılar. - Yani bunu geliştiren (az önce de projemi tanıttığım bu alanın duayeni) Yann LeCun, bu açık kaynağın tamamen arkasında duruyor. 
 
Birçok kişinin değerli bulduğu şey o ki, bu teknoloji sadece büyük devlerin elinde ürün ve servis olmamalı. Bu teknoloji, açık kaynaklı olarak dünyaya eşit bir şekilde paylaşılmalı. Lacan “Açık kaynaklı veri, yazılım ve donanımla uğraşan kitlenin buna ulaşımı her zaman sağlanmalı,” fikrini savunuyor. Bu tabii ki benim açımdan çok doğru bir yaklaşım. Çünkü insanlığı bu kadar değiştirip, dönüştüren bir teknolojinin sadece ama sadece özel kurumların elinde olması, korkunç bir hayal. O yüzden, benim gibi açık kaynak kodla çalışmış bir çok sanatçı ya da programcının da desteğini aldı ve burada da şu anda konuşması en çok pozitif etki alan, arkasında durulan şeyi söyledi. Biraz önce de tamamen bu oldu zaten, yanıma gelip “Ben bu modelin Lama 2 ile desteklenmesine tamamen destek veriyorum,” dedi. 
 
 
Evet, proje “Geniş Doğa Modeli”ni öne çıkarıyor. Ama bir yandan da, akla dar insan doğasının yıkıcılığı ve öngörülmezliği, patlamaya hazır bir bomba etkisiyle elimizde duruyor. Bu durum çalışmalarınıza nasıl ilham kaynağı olabilir ?
 
Sanatçı olarak doğadan aldığım ilham, aslında İstanbul’da doğmam, büyümem, Boğaziçi ile ilişkim, Adalar’a gitmem gibi örnekleriyle aslında çok temelden başlıyor. Ama nedense, belki eğitim sistemi olabilir, yaşamın beklentileri ve getirdikleri olabilir, nedense doğa ile ben de birçok kişi gibi kopmuştum.
 
Ta ki 11 yıl önce, Los Angeles’a tekrar yüksek lisansımı yapmak için geldiğimde şunu fark ettim: Kaliforniya’nın en pozitif ve turistik yanlarından biri, doğa ve özellikle de milli parklar. Bunlar ABD’de çok korunan, öne çıkarılan, turizm anlamında çok önde olan, seveni ve büyük bir kitlesi olan bir deneyim. Özellikle Kaliforniya’da 19 devasa milli parkın hemen hemen tamamında birçok insanın özellikle hafta sonu yaptığı deneyimler, bu yerlere gitmek. Tam olarak o sırada böyle bir kültür, bir deneyim olduğunu fark ettim. O dönemden beri doğaya bağlantımı çok ciddi miktarda milli parklarla kurmaya başladım. Ve normal şartlarda hafta içi beş gün yoğun çalışan bir zihnin, hafta sonu ruhu ve zihni tamamen ‘resetlemesi’ için kullandığı bir deneyim olduğunu, bunu milyonlarca insanın yaptığını anladım.       
 
Tabii, benim için hafta sonu - hafta içi gibi bir kavram yok. Sanatçı olarak sanırım hepimizin hayatının tamamının bir deneyim, sanat olduğunu düşündüğünüzde yine bu bana çok enteresan gelmişti. O günden bu yana, hayatın bu sıkıcılığı demeyeyim; ama öngörülebilirliğini ve belki de doğa ile kopmamızın sebebi olan betonlaşmayı, şehirleşmeyi, aramızdaki mesafeyi, konforumuz ve mimarinin öngörülebilirliğini, sıkıcılığını, hepsini yan yana koyabildiğimizde, ‘Neden doğa daha iyi?’ diye düşündüğümüzde, bütün bu artı ve eksileriyle doğa her zaman daha yüksek geldi. Bu son dakikada olan bir şey değil. Ben bunu en az son 10 yıldır yaşıyorum. Bu durumu zaten birçok işimde görebilirsiniz. Boğaziçi, Karadeniz gibi... Yaklaşık sekiz yıldır Yapay Zekâ ile çalışıyorum. Ve özellikle pandemi döneminde de doğaya gidemediğimiz için, ‘Doğa bize gelebilir mi?’ sorusu ve hepsi, aslında bir yerde toplanmaya başladı diyebilirim. Yani bu sorunuza cevap, aslında bu 10 yıllık açılımlar. Mimariye, şehir ölçeğine bakışım, doğayla kopuşumuzu anlamak, doğayı varmış gibi yaşatan garip deneyimler ama bunun olmaması, bunun hâlâ bizi bağlamaması. Ama bunun en büyük açılımı, Amazon’daki yağmur ormanlarında gerçekten yaşadığım, davet edildiğim kabile tarafından izah edildiği zaman, tam olarak anladığım bir deneyime dönüştü. 
 
Projenin maddi getirisinin bir kısmı veya tamamını doğrudan veya dolaylı biçimde ekolojik bir amaca vakfetmek söz konusu mu?
 
Tabii, yüzde yüz! Dataland’in bütün Yapay Zekâ araştırması, RAS AI Foundation / Refik Anadol Atölyesi Yapay Zekâ Vakfı altında. Yani kâr amacı gütmüyor. Bu model açık kaynaklı olduğu için başka biri de bundan bir gelir elde edebilir. Bu açık kaynağın en büyük demokratik kısmı, üretildikten sonra eğitime gidebilmesi, bir okulun bunu kullanabilmesi, bir kurumun, müzenin bunu yapabilmesi veya doğrudan, okullardaki en güvenilir hoca, meselâ coğrafya hocası olabilmesinde. Ya da hoca derse girmez ama bu çalışma onun ‘Co-Pilot’u olabilir. Belki bir deneyimin parçası olabilir. Bir hocanın hiç beklemediği bir ‘Syllabus’ (Müfredat) yazabilir.
 
Buradaki niyet kendi başına bir şey olması değil; bir insanın zihnini değiştirebilmesi. Tabii ki bundan kastım, zihin kapasitemiz belli. Sonuçta akli modelimize baktığımız zaman, yarım milyardan fazla imgeyi hatırlamamız mümkün değil. 252 milyonluk Hayat Ansiklopedisi’ndeki verileri bilmemiz mümkün değil. Ama belki, derste bu ‘güvenilir hoca’nın olması, ya da ‘Co-Pilot’ olması, belki bir okulun ya da bir doğa kurumunun kendisine yatırımı olabilir. Hatta National Geographic bunu kendileri için o kadar faydalı buldu ki. Düşünün, bir Yapay Zekâ modeli ve 100 yılı geçkin tüm dokümanterleri ‘biliyor’. Bunun yaratabileceği pozitif etki muazzam olabilir. 
 
Çünkü başından beri kullanılan veri etik ve bilimsel olarak bir araya geldiği için, her bir imgenin, metin ve sesin kaynağını bilebildiğimiz için, hep bir problemin çözümüne yönelik.
 
 
Proje büyük zıtlıkları yüzümüze vuruyor oluşuyla da Benetton’ın Toscani imzalı radikal kimlik kampanyalarını getiriyor. Dünyanın bu güzellikler karşısında yüklendiği zıtlıkları, diyelim ki bir Gazze, bir Ukrayna krizini siz bir kavramsal çıkış olarak görüyor musunuz?
 
Tabii ki. Kesinlikle ama şuna çok dikkat ediyorum: İnsanların problemleri arasında, kimi bizi ayıran, hatta yok edebilen boyutta problemler var. 
 
Kimi ise yarınımızın, bu yüzeyde var olabilmemiz, sağlıklı yaşayabilmemiz, geleceğimizin olabilmesi için, doğa gibi herkesin eşit miktarda öneminin olduğu bir alanı kapsıyor. Bu alanın işime daha uygun bir alan olduğunu düşünüyorum. Çünkü ilk yaptığım sanat eserinden beri, hep aynı cümleyi kullanıyorum. Benim için sanat herkes için, her kültür için eşitçe var olduğu zaman sanattır. Bunu yapabilmek için de insanlığın dilini bulmam gerekiyor. İnsanlığın dilini bulabilmem için de, Yapay Zekâ gibi, evrensel veriler gibi alanların bana ancak bu yolda yardımcı olabileceğini düşünüyorum. Derinleştikçe, doğanın özellikle seçilme sebebinin - doğanın hâlâ dünyanın en önemli problemlerinden biri olduğunu düşünürsek, - onun var olabilmesi, geleceği için ona odaklanmaya çalışıyorum.
 
Türkiye çağdaş sanatında 1970’lerde optik sanat ve performans imzası Teoman Madra’nın, besteci, perküsyon ustası Okay Temiz ile Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’nda canlı ‘deneyimler’ sunduğunu biliyoruz. Siz de Davos’ta açılış konseri ile bir çok müzisyenle çalıştınız ve ‘topyekün’ bir sanat deneyimi öne sürdünüz. 
 
Tabii ki. Sanatçı ve stüdyo olarak şükrettiğim, geldiğimiz noktanın dünyada artık etki yaratabilecek bir halde oluşu. Bunu kavramış olmam ve sonrasında olabildiğince, yaptığımız bir sonraki işe odaklanmam. 
 
Sanırım bu yolculukta ‘Milat taşı’ olarak gördüğüm şey, NY MoMA’nın geçtiğimiz ay eserimizi koleksiyonuna katmış olması. Bunun verdiği enerji, motivasyon, öngörü muazzam seviyede. Son üç yıldır Paolo Antonelli, Michelle Kuo ile çok yakından çalışmak, MoMA gibi bir kurumun gerçekten, mobilyacısından boyacısına, konservasyondan koleksiyon ekibine, küratöryal departmanlarına kadar, çok keyifli bir üç yıl yaşadım. Bu üç yılda, hiç bir yerde öğrenmediğim kadar bilgiyi, deneyim ve kültürü anladım. Bu noktada da eserin koleksiyona girmesi, sadece beni değil, dijital sanatta hayali olan, dışlanmış, “Bu sanat olamaz, olmayacak,” diye önyargıları olan, dijital hayalleri olanın, bilgisayar ve algoritma ile, Yapay Zekâ ile hayal kurabilen bir jenerasyonu dışlayan dünyaya bir cevaptı. 
 
O cevap aynı zamanda sadece benim için değil, bu alanda hayal kuran, üreten her sanatçı için bir cevaptı. Onun verdiği motivasyonu, hayatımın ilk 10 yılında Stüdyo olarak ürettiğim işlerin ikinci 10 yılında bu kadar anlamlı ve etki yaratabilen bir hayalle olmasını hayal ediyordum. Yani, onun verdiği sorumluluğu burada göstermeye çalışıyorum. Çünkü herhangi sıradan bir Yapay Zekâ projesi olsaydı, açacağımız bu Yapay Zekâ Müzesi’nin ilk hayali çok düşük olurdu. 
 
O yüzden elini taşın altına atmaktan öte, gerçekten dünyayı etkileyecek, insanları gerçekten ciddi sorgulatıp düşündürecek, yeni sorular sorduracak bir adımla ileri gidebilmemin mümkün olduğunu hissettim. 
 
Peki bu dijital yapıtlar, elektrikler giderse ne olacak?
 
Hiçbir şey olmayacak. Google Cloud’un kolay kolay elektriği gitmeyecek. Elektrik güneşten dolayı gidiyorsa başka problemimiz var. Bizim Yapay Zekâ modelimiz geri dönüşebilir enerji ile çalışıyor. 
 
 
Kullandığınız bu gücün yarattığı en büyük kaygı nedir?
 
Daha iyi anlaşılabilmek. Çünkü önyargılı bir dünyada yaşıyoruz. Meselâ ülkemizde özellikle sosyal medyada çokça gördüğümüz bir durum var. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlar. Ben bu duruma, bu ‘bilişsel yeteneğe’ ülkemizin kötü kaderi diyorum. Niyeti gerçekten bilmeden, sadece etkileşim yaratabilme şansına dair, gerçekten bütüncül olmayan, küçük bir fikir yaratabilme yeteneğine dair bir insanın bile anlayabileceği bir şey yapmaya çalışıyorum! Yani ‘filtreyi büyütmemiz’ gerekiyor. Tabii ki herkesin her şeyi sevmesi, kabul etmesi ve anlaması mümkün değil. Ama benim en büyük kaygım, hâlâ böyle bir gerçekliği özellikle sosyal mecranın bize direkt yansıttığı bize doğrudan yansıtılmış. MIT’de bunu iki hafta önceki panelinde ortaya koydu. Maalesef sosyal medyada negatif olan bir bilginin yüzde 71 oranında daha ‘popüler’ olma ihtimali var. Yani dezenformasyon ölçülebilir derecede var. Bunun varlığını bilip, bu işi etik olarak, doğru şekilde yapmanın kaygısı var. Niyetim bu, ama sosyal mecra kadar kısıtlı bir yer ki, hayalin derinliği, niteliği ve niceliğini anlatmak zaman alıyor. Bu sadece benim için değil, dünyada kendi alanında daha büyük işler yapmak isteyen, hayalleri kendini aşan, dünyayı pozitif anlamda etkileyen çok kimsenin başına gelen bir gerçeklik. Bunu kırmayı başarabilir miyim, bilmiyorum ama burada, IMF zirvesinde de gördüğüm, alanında lider kişilerin pozitif etkisini görerek en azından ölçülebilir bir hal ve yere doğru, bunun gereken ve eksik bir şey olduğunu anlayabildim.  
 
Türkiye ilk uzay insanını yollarken, Siz de zaten astronomi ile çok ciddi ilişkisi olan çalışmalar yapıyorsunuz. James Webb ve Hubble teleskoplarına ilgini biliyoruz. Onların ürettiği imajlar da sana büyük ilham kaynakları. Bu çalışmanıza paralel olarak halen gözünü evrene, Ay’a dikmiş vaziyette misiniz? NASA ile işbirliği sürecek mi?
 
Tabii, 2018 Ocak ayından bu yana NASA ile anlaşmalı çalışıyoruz. Araştırmalarımızın bir kısmı da zaten İstanbul’da, kilometreye yakın kuyruğu olan serginin konusu olmuştu. Bu muazzam, pozitif etki alan sergimiz daha sonradan dünyanın birçok yerini gezdi. Hatta aynı eserlerle dünyanın ilk ‘Blockchain’ zincir - sergisini yarattık. 2018-2021 arasında yaptıklarımızı sanata taşıdık. 2021’den şu ana kadar yaptıklarımız üzerine ise, özellikle önümüzdeki yaz için bunu önden duyurabilirim; James Webb teleskobu ve Smithsonian Enstitüsü ile MIT, NASA ortaklığında Chandra Teleskobu üzerine bir projemiz daha geliyor! Bu projede amacımız NASA’nın hayalleri ve hatıraları üzerine bir sergi denemesi. Bildiğiniz gibi Hubble son enerjisini kullanıyor ve James Webb ise çok genç bir teleskop. Ama Chandra gibi, 25 yılını dolduran başka bir teleskopla da çalışmaya devam ediyoruz. Yani NASA ile açık bir kontratımız var ve çok mutluyuz. Özellikle bu doğa projesi için de doğayı monitörleyen bir teleskop modelini kullanarak, NASA bize tekrar destek vermek istiyor. 
 
Sanat kuruluşlarının büyük markalarla veya ticarette tanınmış imzalarla ortaklığa giderken bunu bir ‘aklama’ / ‘Artwashing’ aracı olarak kulllandıkları iddiasına yorumunuz nedir ?
 
Kendi açımdan baktığım zaman, bundan 11 yıl önce sanat dünyası yanımda yokken yanımda olan insanlar, şu anda teknoloji dünyalarının devleri. Sanat dünyası ‘uyurken’, kendileri bırakın dijital sanatın varlığını, yakınından bile geçmiyordu. Herhangi bir konuşma, tartışma, sorgulama biçimi bile yoktu. Yok sayılıyordu. O anlamda benim deneyimimde, Google, NVDA, Intel ve birçok kurumla olan komisyonlarımızda asla bir logo büyüklüğü, onların kaygıları filan yer almadı. Bu devlerden kimse bana bugüne kadar ‘logomuzu kullan’ demedi. Ama bunun sebebi, sanatçının elinde. Sanatçı bunu söyleyebiliyor. Sanatçı, ‘Benim sizin değerlerinizle derdim yok. Benim hayalim, yaratmak istediğim eserin derdi siz değilsiniz. Başka birşey. Siz bu dertle iş kurabiliyorsanız, kurabilirsiniz,’ diyor. Bence bu ‘Artwashing’ olmuyor. Çünkü onu yapıp, bunu yapamayanlar da olabilir. Bunu yapmak istemeyen sanatçılar olabilir. Onlar da ‘Artwashing’in parçası olabilir. Ama benim, hiçbir kurum ve kuruluşun logosunu büyütüp küçülten bir işim ve bununla bir derdim olmadı. Bu da stüdyo olarak özgürlüğümüzden kaynaklanıyor. Bu bize çok zor bir 10 yıl geçirtti. Çok fazla projeye ‘hayır’ dememizi gerektirdi. Maddi - manevi kayıplara sebep oldu. Ama özgürlüğün de elini bu şekilde tutabildik. Kolay bir süreç değil.
 
 
Sanatçı olarak, eserleriniz ve duruşunuzda belli bir politika var mı?
 
Tabii ki var. Ama bu politikayı bildiğimiz politika gibi düşünmek, biraz limitli olur. Çünkü ABD’de yaşayan bir insan olarak bakarsam, buranın düzleminde baktığınızda politika dediğimiz şeyi sadece sol ve sağa indirgemek istemem. Sadece devlet nezdinde değil, kurumsal da olabilir. Ama benim için politikayı yaptığın yer neresi derseniz, doğa diyebilirim. Kendimi doğaya yakın bulabildim. Hiçbir zaman insanları ayıran, farklılaştıran, birbirinden uzaklaştıran, ortaklığı çok düşük ihtimal olan alanlarla derdim olmadı. Çünkü bu alanlar kısır döngülerle dolu. Kuvvetle muhtemel, seçtiğiniz tarafın diğer tarafa zarar verebileceği, ötekileştireceği bir durum yaratıyor. Ama doğa ve insanlık, doğa ve teknoloji, insanlık ve makine diye baktığınız zaman, ben kendimi buralarda, yani doğanın, insanlığın yanında bulmayı tercih ettim. Bu gibi evrensel kaygıları sadece ufak bir gruba değil, sekiz milyardan fazla insana ve yüz milyarlarca, trilyonlarca hücresi olan doğaya daha yakın buldum. Orada hissettiğim duygular sadece bir şehrin, ülkenin, kıtanın ötesinde dünyanın tamamına hitap edebildiği için kendimi aklıma ve kalbime yakın buldum. 
 
Eserlerinize baktığımızda kattığınız ses, müzik ve koku gibi unsurlarla medeni bir yanıt da vermiş oldunuz denebilir mi? Malûm, yakın geçmişte eserlerinizdeki sessizliğe atıfta bulunan sanat eleştirmeni Jerry Saltz ile bir tartışma da olmuştu. 
 
O sessizlik içinde de belki de bir başka ses vardır. Belki de yaptığın, akla ilk gelen şey değildir. Onun cevabı belki de o kişi için yüzeyde kalmaktır. İşimin iki katmanlı olduğunu düşünüyorum. Yüzeyde olanlar, çok sıradan görenler, ilk akla geleni düşünenler. Ve derine inebilenler. Derine inebilenler, düşünmek isteyenler, sorgulamak isteyenler. Orada işin kendisi bir araç. Bir ‘portal’. İş yüzeyde var olan bir şey. Ama derinliği olana, bu konuştuğumuz değerleri, detayları anlayabilmek, düşünebilmek, tartışabilmek, bir işin tartışılabilmesi için gereken estetikten öte parlak piksellerin gerisine, üzerine ya da boyut değiştirmesi gerektiren zihinsel çabaları olanlara hitap ettiğini düşünüyorum. O zihinsel çabayı, düşünsel gücü kullanmak isteyene yer verdiğini düşünüyorum. Bunu yapabilmenin iki yöntemi var. Benim için sanatımızın herkese, her yaşa ve kültüre gitmesi hayali. Burada bazı bakış açılarına uymayabilir. Eksik farklı, az veya çok gelebilir. Yeter ki işin sadece gördüğünüzden öte olduğunu da her zaman hatırlayabilmeniz mümkün olabilsin. Bu sadece dijital sanat için değil, herhangi bir mecrada, üretim biçiminde de bunun olduğunu düşünüyorum. Keşke hiç ayrılmasa ama izleyicimiz de bazen ikiye ayrılabiliyor. Ama hayat o kadar basit olmadığı için, yüzeyde görenler ve yakın çağrışım yapanlar, bir de içselleştirip duygularını, hislerini ölçemediğimiz ruhani seviyede görüp, bakıp, anlamak isteyenler olabiliyor. İkinci grupta son üç dört senede kuvvetli biçimde seven, destek olan bir kitle oluştu. Bu arada MoMA sergimizi üç milyon kişi gezdi. MoMA’nın en çok seyirci alan yılını kapattık. Eserimiz averaj deneyimleme açısından 38 dakika ile MoMA gibi bir müzede görülen, sorulan, oylanan iş seçildi. Yine şu anda Rotterdam Kunsthalle sergimiz, Kopenhag Arkhen, Düsseldorf’taki Kunstpalas, Pinakothek der Moderne Münih, yine Sydney sergimiz ve bu müzelerin katladığı değer ve izleyicinin pozitif etkisi, gerçekten hepimize ekip olarak gurur ve motivasyon veriyor. Bu ölçümlenebilir bir hale geldi ama ben bunları da bu olsun diye yapıyor değilim. Sanırım bir eserle, insanın aklına ve ruhuna aynı anda dokunabilme ihtimali, bu ifade edemediğim, ama var olan bir gerçekliğe dönüştü.
 
“Büyük Doğa Modeli”ne bakınca aklıma Hieronymus Bosch’un “Dünyevi Zevkler Bahçesi” isimli klasik yapıtı da ister istemez sürekli geliyor. Niye?
 
Çok güzel bir referans aslında. Ama MoMA’daki bu deneyimi pozitif anlamda ciddi seviyede sorgulamamız gereken bir dönem yaşadık. Pek çok duayenin, kahramanlarımın olduğu bir bina içerisinde bunu yaptık. Eserimiz hakkında 34 makale yayımlandı. Bunların sadece üç tanesi negatifti. Bununla birlikte hep “Gördüğümüz eser gerçekten ne yapıyor?” sorusu ile ilgilendik. Estetik, kişisel veya soyut-somut bağlamdan, sübjektif bir alandan da öte, gerçekten bu eser, insan zihninde ne yapıyor? Bu soruya cevap vermek için, yedi yıldır birlikte çalıştığımız, San Francisco Üniversitesi’nden Profesör Adam Gazzaley MoMA’ya e-posta yolladı. Sinemada dil, metin, diyalog var, ben hiç bir eserle bugüne kadar bu kadar çok ilişki kurmadım; bu başka bir mecra diyen Profesöre, MoMA Direktörü Glenn D.Lowry buyurun, araştıralım dedi. Ve eserimiz 32 bilim insanının katıldığı bir araştırmanın konusu oldu. RIB adlı bu araştırmada 32 insan, kalp atışlarını, beyin dalgalarındaki değişime kadar inceledi. Bu da önümüzdeki günlerde yayımlanacak. Ve burada bilimsel açıdan çok ilginç bir veriyle karşılaşıldı. Ben de bu anlamda sadece insanlığa umut, ilham ve mutluluk veren işler yapmaya devam edeceğim. Hangi formda olur bilemem ama bu boyuttaki yolculuğumun son anına kadar elimden geleni yapacağım. 
 
Bu projenin güzelliği, insansızlığından mı ileri geliyor?
 
Çok güzel bir nokta. Kuvvetle muhtemel. Bazen aslında şunu da düşünüyorum. Yapay zekâ ile derdim, aslında insan olmayanda insanı bulabilmek. Sanırım bunun için bu yolculuğun daha başındayım diyebilirim. Çok uzun bir yolculuk.