"La Traviata" a la Özpetek
Sinema yönetmenlerine opera teslim etmek özellikle İtalya’da bir gelenektir ama operada asıl önemli şeyin müzik olduğu ve sinema yönetmeninden pek fazla şey beklenmemesi gerektiği untulmamalı
Verdi, İtalyanların milli bestecisi. Makarna, pizza ve şıklık kadar seviyorlar kendisini. Ferzan Özpetek’i ve filmlerini de bir o kadar… '90’lı yıllarda, İtalyan sineması çöküşteyken, oryantal unsurları İtalyanesk bir melodrama yedirdiği "Hamam"dan beri evlat edindiler adeta. Verdi’nin en meşhur operası da "La Traviata" ve bu üç 'en', Avrupa’nın 'en' eski opera binası, Napoli’nin Teatro San Carlo’sunda buluştu. Özpetek San Carlo’da "La Traviata"yı sahneye koydu.
"La Traviata" konusunu "Kamelyalı Kadın"dan alır. Veremden ölmekte olan sosyete gülü, 19. yüzyıl eskortu Violetta, burjuva Alfredo’nun aşkında güven ve huzur bulmayı dener son bir kez ama Alfredo’nun babasıyla sembolize edilen burjuvanın ahlaki değerleri buna izin vermez. Trajiktir ama melodramdır sonuçta.
Özpetek melodram sevdiği için, "La Traviata" çok uymuş onun yaratmayı sevdiği dünyalara. Bir dönem Avrupa’da çok moda olan Turquerie akımından feyz alan, oryantal, süsü püsü bol sahne tasarımı ve dekorasyonu ön plana çıkaran bir reji yapmış. Divanlar, bakır ibrikler, sedef kakmalar, davetlerde fesli sarıklı Osmanlı paşaları, lokumlar, Türk kumaşları, yastıklar, nargileler, bir harem havasıdır gidiyor.
Genelde çok sıkıcı olan, kırda geçen ikinci perdeyi, zaman geçişi gibi sinemasal bir efekt kullanarak ve oradaki baba-oğul ilişkisini ön plana çıkararak ilginçleştirmiş Özpetek. Fakat operanın asıl önemli, bol coşkusuyla sonraki dramı hazırlayan ilk perdesine, şampanya partisi sahnesine, bol süs dışında hiçbir heyecan katmamış. Violetta’nın öldüğü son sahnede, karanlık bir uzamın ön planına yerleştirdiği beyaz yatak güzel, yine sinemasal bir efekt yaratıyor ama burada da kan fazlalığı, kadıncağız bıçaklanarak değil veremden öldüğü için, bir tuhaf kaçıyor.
Şef ve orkestra sahne çalıyor
Genel anlamda görsel olarak hoş, klasik yaklaşımlı, eli yüzü düzgün bir reji. Müziğe gelince: San Carlo opera orkestrası ve şef Michele Mariotti olağanüstü, o kadar ki, zaman zaman solistlerden sahne çalıyorlar. İlk kasttaki Violetta’yı canlandıran star namzeti Carmen Giannattasio, birkaç aryayı farklı bir yorumla enteresan söylemekle beraber, genel anlamda oturmamış sesi ve zayıf sahne prezansıyla izlediğim en iyi Violetta değil. İkinci kasttaki Violetta, Cinzia Forte daha iddiasız ama ses rengi çok daha hoş, hiç zorlamadan söylüyor, daha ‘zarif’ bir Violetta. İki kasttaki Alfredo’lardan ilki Saimir Pirgu hem ses hem de oyunculuk olarak kötünün sınırında dolaşıyor, ikinci Alfredo Tomislav Muzek bal sesli bir tenor ama dramatik anlamda o da yetersiz.
Batılılara çekici gelecek her türlü oryantalist görsellik bakımından zengin, teatral anlamda heyecansız ve durağan, müzikal anlamda (orkestra dışında) sıradan bir "La Traviata" bu. Sinema yönetmenlerine opera teslim etmek özellikle İtalya’da bir gelenektir, ama operada asıl önemli şeyin müzik olduğu ve müzik kökeninden gelmeyen bir opera yönetmeninden de, görüntü hoşlukları dışında pek fazla bir şey beklememesi gerektiği unutulmamalı. Özpetek’in "La Traviata"sı süs, püs, görsel hoşluklar, sinemasal şıklıklar ve öykünün çok derinine inmeyen, melodramatik tipik bir Özpetek dünyası ve ortalama müzikle ondan bekleneni veriyor.
Verdi, İtalyanların milli bestecisi. Makarna, pizza ve şıklık kadar seviyorlar kendisini. Ferzan Özpetek’i ve filmlerini de bir o kadar… '90’lı yıllarda, İtalyan sineması çöküşteyken, oryantal unsurları İtalyanesk bir melodrama yedirdiği "Hamam"dan beri evlat edindiler adeta. Verdi’nin en meşhur operası da "La Traviata" ve bu üç 'en', Avrupa’nın 'en' eski opera binası, Napoli’nin Teatro San Carlo’sunda buluştu. Özpetek San Carlo’da "La Traviata"yı sahneye koydu.
"La Traviata" konusunu "Kamelyalı Kadın"dan alır. Veremden ölmekte olan sosyete gülü, 19. yüzyıl eskortu Violetta, burjuva Alfredo’nun aşkında güven ve huzur bulmayı dener son bir kez ama Alfredo’nun babasıyla sembolize edilen burjuvanın ahlaki değerleri buna izin vermez. Trajiktir ama melodramdır sonuçta.
Özpetek melodram sevdiği için, "La Traviata" çok uymuş onun yaratmayı sevdiği dünyalara. Bir dönem Avrupa’da çok moda olan Turquerie akımından feyz alan, oryantal, süsü püsü bol sahne tasarımı ve dekorasyonu ön plana çıkaran bir reji yapmış. Divanlar, bakır ibrikler, sedef kakmalar, davetlerde fesli sarıklı Osmanlı paşaları, lokumlar, Türk kumaşları, yastıklar, nargileler, bir harem havasıdır gidiyor.
Genelde çok sıkıcı olan, kırda geçen ikinci perdeyi, zaman geçişi gibi sinemasal bir efekt kullanarak ve oradaki baba-oğul ilişkisini ön plana çıkararak ilginçleştirmiş Özpetek. Fakat operanın asıl önemli, bol coşkusuyla sonraki dramı hazırlayan ilk perdesine, şampanya partisi sahnesine, bol süs dışında hiçbir heyecan katmamış. Violetta’nın öldüğü son sahnede, karanlık bir uzamın ön planına yerleştirdiği beyaz yatak güzel, yine sinemasal bir efekt yaratıyor ama burada da kan fazlalığı, kadıncağız bıçaklanarak değil veremden öldüğü için, bir tuhaf kaçıyor.
Şef ve orkestra sahne çalıyor
Genel anlamda görsel olarak hoş, klasik yaklaşımlı, eli yüzü düzgün bir reji. Müziğe gelince: San Carlo opera orkestrası ve şef Michele Mariotti olağanüstü, o kadar ki, zaman zaman solistlerden sahne çalıyorlar. İlk kasttaki Violetta’yı canlandıran star namzeti Carmen Giannattasio, birkaç aryayı farklı bir yorumla enteresan söylemekle beraber, genel anlamda oturmamış sesi ve zayıf sahne prezansıyla izlediğim en iyi Violetta değil. İkinci kasttaki Violetta, Cinzia Forte daha iddiasız ama ses rengi çok daha hoş, hiç zorlamadan söylüyor, daha ‘zarif’ bir Violetta. İki kasttaki Alfredo’lardan ilki Saimir Pirgu hem ses hem de oyunculuk olarak kötünün sınırında dolaşıyor, ikinci Alfredo Tomislav Muzek bal sesli bir tenor ama dramatik anlamda o da yetersiz.
Batılılara çekici gelecek her türlü oryantalist görsellik bakımından zengin, teatral anlamda heyecansız ve durağan, müzikal anlamda (orkestra dışında) sıradan bir "La Traviata" bu. Sinema yönetmenlerine opera teslim etmek özellikle İtalya’da bir gelenektir, ama operada asıl önemli şeyin müzik olduğu ve müzik kökeninden gelmeyen bir opera yönetmeninden de, görüntü hoşlukları dışında pek fazla bir şey beklememesi gerektiği unutulmamalı. Özpetek’in "La Traviata"sı süs, püs, görsel hoşluklar, sinemasal şıklıklar ve öykünün çok derinine inmeyen, melodramatik tipik bir Özpetek dünyası ve ortalama müzikle ondan bekleneni veriyor.
Etiketler: Alfredo Germont Carmen Gianattanasio Ferzan Özpetek Giuseppe Verdi La Traviata melodrama Napoli opera Saimir Pirgu San Carlo trajedi Violetta Valery Zeynep Aksoy
